Gazeteci tezgâhında gördüğüm Birikim dergisinin kapağında 30 yaşında olduğu yazıyordu. İnsan böylesi durumlarda zamanlar arasında garip bir yolculuk yapıyor. Bir çırpıda işte 30 yıl öncesindesiniz. Yıl, 1975'tir ve Ankara'da, Sakarya Caddesi'nde, her gün mutlaka bir tapınma gibi uğradığınız Ahmet Tevfik Küflü'nün Bilgi Kitabevi'nde yeni bir dergiyle karşılaşmaktasınızdır. O yıl liseyi bitireceksinizdir. O gün o tezgâhta gördüğünüz şimdi kitaplığınızda duran derginin etkinliği, 1975-80 arasındaki yıllarda hep olduğu gibi sadece kendisiyle sınırlı kalmayacaktır. Birikim, o yıllarda sol gençler arasında bir 'ekol' veya 'fraksiyon' niteliği kazanacaktır. Birçok insan kendisini 'Birikimci' olarak tanımlayacaktır.
Gerçekten de Birikim o yıllarda kültür alanında yeni bir rüzgâr estiriyordu. O güne kadar çok iyi dergiler yayımlanmıştı. Dünyada olduğu gibi Türkiye'nin kültür yaşantısı da dergilerle belirlenmiştir. Her dönemi öne çıkaran bir dergi mutlaka vardır. Ayrıca bir derginin herkesi kavraması gerekmez. Dergiler biraz partiler gibidir. Belli düşünsel yaklaşımlar belli dergileri oluşturur. Bunun tersi de doğrudur.
Küçük de olsa ortaya çıkan ama belli bir momentum yakalayan dergiler belli yaklaşımların doğup büyümesine önayak olur. Bu nedenle düşünce dünyası da dergicilikten ayrı düşünülemez.
1960 sonrasından başlayarak Türkiye'de bu anlama gelecek çok dergi yayımlanmıştır. Hep edebiyat ve kültür dergilerinin hesabını yapan Türkiye'de hiç değilse Yön ve Forum bu oluşumun doruğa çıkmış isimleridir. Bunlar elbette siyasal ağırlıklı dergilerdir. Ama kültür de bu dergilerin içinde önemli bir yer işgal etmiştir. Zaten 1975'ten başlayarak birikimi önemli bir noktaya iten şey de buydu: kültürün siyasal ve toplumsal bir bütün içine alınması, kültürün belli bir dünya görüşünden, ideolojiden bağımsız düşünülemeyeceği.
Dönemin koşullarına göre
Dönemin koşulları da bu önermeleri doğruluyordu. Türkiye, 1960'tan başlayarak her gün artan bir dozda solla kucaklaşıyordu. Sol kültürün temel yapıtları Türkçeye çevriliyordu. Belli bir birikime ulaşılmıştı. Ne var ki, bunun yeterli olmadığı kesindi. Hem çevirilerin önemli bir bölümü sorunluydu hem de sadece Marksist klasiklerin çevrilmesiyle iş tamamlanmıyordu. Çünkü, onların dayanağı olan yapıtlar Türkçede yoktu. Bugün de yok. Ayrıca 70'ler sol düşüncenin en önemli dönemlerinden biri. Bir yandan Akdeniz sosyalizmi denilen açılım kendisini gösteriyordu.
İtalyan, Fransız, İspanyol, Yunan Komünist/Sosyalist partileri birbiri ardınca Stalinci modele tepki gösteriyordu. 1959'da Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin yaptığını o yıllarda yaparak amaçlarının işçi sınıfı diktatoryasını kurmak olmadığını tüzüklerine, programlarına yazıyorlardı. Gulag takımadalarının ortaya çıkarılmasıyla başlayan tartışma sonuçlarını veriyordu. (Bu dönemin İspanyol Komünist Partisi'ndeki etkilerini anlatan mükemmel bir kitap Türkçede. Jorge Semprun'ün o partideki hayatının öyküsü olan Federico Sanchez'in Otobiyografisi.)
Türkiye, solu, bu koşullar altında, giderek 'fraksiyonlaşmak' suretiyle ve tam 1975'ten başlayarak sokakta her gün biraz daha büyüyen faşizmle yaşıyordu. 1980'e kadar 5 bin kişinin canını alacak bir iç savaş döneminden geçiliyordu. Sol ise sözcükler düzeyinde bir bölünmenin iç gerilimine takılıp kalmıştı. Canlı, entelektüel bir ortam vardı ama o günün solu silahlı eylemle kuram arasında zıtlaşıyordu daha çok.
Sol fraksiyonların her birisi peş peşe dergiler çıkarıyor ve malum kavgalara giriyordu. Onların arasında Birikim'in yeri başkaydı. Birikim, ağırlığını kültürden yana koymuştu. 1980'de kapanana kadar çıkardığı 60 küsur sayıda o da benzeri davranışlar geliştirmişti.
Ama, bu onun dünyayı ve o arada da solu bir kültürel problem olarak algılamasına engel değildi. İşte o yıllarda Türkiye'yi ilk kez Marx, Engels ve hatta Lenin'in ötesinde bir solla, Althusser'le, Yapısalcılık'la, Yapısalcı Marksizm'le o tanıştırıyordu. Edebiyata, sanata sol kültürün zaman zaman sığlaşan perspektifinden uzaklaşarak daha derinlemesine bakmanın gerekliliğini o öneriyordu. Poulantzas, Milliband tartışması ilk onun sayfalarından Türk okuruna aktarılıyordu. Her şey bir yana Birikim, sol ciddiyet ve derinliği, o hengâme içinde öğretmişti topluma.
12 Eylül darbesi onun üstünden de geçti. 1989'a kadar ara verdi. Yeniden çıkmaya başladığında artık başka bir dünya vardı. Her şey gibi Birikim de değişmişti. Ama, bu onun daha ilk sayısında vurguladığı 'ahlak' kavramını daha da önemli bir noktaya taşımıştı.
Böylece Birikim daha 'sosyolojik' bir dergi niteliği kazandı, benim gözümde. Amerika'daki Nation, İngiltere'deki New Left Review, Red Pepper, New Statesman uzak akrabaları olarak sol tartışmalarda belki daha derinleşmişlerdi. Birikim o yörüngeye oturmadı. Türkiye'yi gene kesin sol çizgiden ele almayı ve irdelemeyi tercih etti. Ama bu onun önemini azaltmadı, çoğalttı, kanımca. Bugün de o yönde yürüyor.
Böyledir, bazen bir derginin tarihi bir ülkenin tarihi oluverir
Radikal, 24.3.2005’te yayımlanmıştır.