Fransa’da Ulusal Meclis 23 Şubat 2005’de bir kanun yayınlamış. Yayınlamış diyoruz, çünkü kanunun içerdiği bir maddeden, birkaç tarihçinin işin vahameti konusunda kamuoyunun dikkatini çekmesi vesilesiyle geçtiğimiz günlerde ilgili çevrelerin haberi oldu. İlk elde kanunun başlığı önem verilmeye değer bir konu değilmiş izlenimi veriyor: “Ülkeye geri dönen Fransızlara karşı Ulus’un müteşekkir olması ve ulusal destek sağlaması hakkındaki kanun”. Söz konusu ülkeye geri dönen Fransızlar, Cezayir’in bağımsızlık savaşı sırasında Fransa saflarında yer alan, Harki olarak adlandırılan Müslüman Araplar. Kanun Harki’lere ve ailelerine belli bir tazminat ödenmesini ve Fransa için yaptıkları hizmetten dolayı Fransa devletinin bunlara şükranlık duyduğunu tescil edilmesini öngörüyor.
Buraya kadar diyecek bir şey yok. Ama kanunun dördüncü maddesine gelince iş birden bambaşka bir çehre kazanıyor. Şöyle bir ifadeyle karşılaşıyoruz: “Lise ders programları denizaşırı bölgelerde ve özellikle Kuzey Afrika’da Fransız varlığının olumlu bir rol oynadığını özellikle vurgular ve Fransız ordusunda çarpışan bu bölgeler kökenli savaşçıların tarihte almayı hak ettikleri yeri teslim eder.” Kanunun bu maddesinin meclisin göreli boş bir oturumunda, iktidar partisinden bir sağcı milletvekilinin gürültü koparmadan verdiği bir önergenin ardından kabul edildiği anlaşılıyor. İşin vahimi, oturumda bulunan birkaç sosyalist ve komünist milletvekilinin de üzerinde durmadıkları metin, oylandıktan sonra aynı hızla Senato’da da kabul edilip, yürürlüğe girmiş.
Ancak şimdi İnsan Hakları Örgütünün Toulon şubesinin girişimiyle, birkaç tarihçinin yazdığı bir protesto bildirisi ortalıkta dolaşıyor. Bildiride, bu kanunun hemen lağvedilmesi lazım geldiği, “çünkü bir resmi tarih oluşturarak, laikliğin kalbinde yer alan okulun tarafsızlığı ve düşünce özgürlüğü ilkelerini çiğnediği” belirtiliyor. Ardından daha ağır bir değerlendirme geliyor: “Bu kanun, kolonizasyonun sadece ‘olumlu rolünü’ dikkate alarak, işlenen ağır suçlar, bazen soykırıma kadar varan katliamlar, kölecilik, bu geçmişten miras alınan ırkçılık hakkında resmî bir yalan empoze ediyor. Bunu yaparken, milliyetçi bir cemaatçiliği yasallaştırıp, tüm tarihleri ellerinden alınmış grupların buna tepki olarak cemaatçiliğe sarılmalarını özendiriyor.”
Tarihçiler ve eğitimciler, kanunun bu maddesinin, kolonyal geçmişin olumsuz izlerinden sıyrılma çabasını otuz-kırk sene geriye götürdüğünü belirtip, bu girişimin Fransa’nın kolonyal geçmişini yeniden yaldızlama amacı taşıyan muhafazakâr bir çevrenin usta bir manevrası olarak değerlendiriyorlar. Fransa’nın yakın kolonyal geçmişinde, Cezayir’de bağımsızlık savaşı sırasında uyguladığı işkencelerin, Setif’te yaptığı katliamların “olumlu” olduğunun kanunen ilân edilmesini protesto ediyorlar.
Kanunun ders programlarının yeniden gözden geçirilmesine gerçekten yol açması ihtimal dahilinde pek olmasa da, ileride bu kanuna dayanarak Fransa’nın kolonyal tarihinde işlediği sayısı bol katliam ve ağır insan hakları ihlallerinden derste söz eden bir lise öğretmeninin istenirse başını ağrıtması ihtimali de yok değil.
Kanun yoluyla tarih yazmanın Fransa’da bir alışkanlık haline gelmesinin bu kez başka bir tezahürü var karşımızda. Buna şiddetle karşı çıkan Fransız tarihçilerinin bildirisinde yer alan değerlendirmelerin benzerini, özellikle resmî tarih olgusunun laiklik ilkesine aykırı olduğu değerlendirmesini bir gün Türkiye’de tarihçilerimizin kaleminden bizim tarihimizle ilgili konularda okuyacağımız gün umarız yakındır. Cemaatçi bir milliyetçilik nöbetine tutulduğumuz bu günlerde, “tarihleri ellerinden alınmış olanların” tepkisel milliyetçiliklerini eleştirmek ancak bu koşulla inandırıcı olabilir.