Yazın insan hafif şeyler yemek ister. Öğlen sıcağında gölgede oturup, soğuk ve tatlı bir karpuz ve bir parça beyaz peynirle karnını doyurmanın verdiği yaşam huzurunu hepimiz biliriz. Ya o güzel beyaz peyniri üreten şirket azılı bir sendika düşmanı ise, aynı huzuru duyabilir miyiz? O peynir boğazımızda düğümlenip kalmaz mı? Yok kalmaz, ben sadece peynirin kalitesi ve fiyatına bakarım, gerisi beni ilgilendirmez diyorsanız, yazının gerisini okumanıza gerek yok.
Bu sayfalarda, 16 Aralık 2007’de “Sendika düşmanı çağdaş işveren” başlıkla yayımlanan yazıda, Tek-Gıda İş sendikasına üye oldukları için YÖRSAN’ın 400 işçiyi işten atmasını ele almıştık. İşten atmakla kalmayıp, Hürriyet gazetesinde yarım sayfa ilan vererek, sendika üyeliğini “iş barışına zarar verecek bir takım faaliyetler” olarak niteliyor ve geri kalan çalışanlarını “kötü niyetli kişilerin menfi propagandalarına kapılarak olumsuz herhangi bir davranışta bulunmamaları” için uyarıp, ardından tehdit ediyorlardı.
Aradan geçen sürede, YÖRSAN’da bir anlaşma sağlanamadı. Sözde verimlilik artışı nedeniyle ama YÖRSAN Yönetim Kurulunun gazeteye verdiği ilanda açıkça kabul ettiği gibi, aslında sendikaya üye oldukları için işten çıkarılan işçiler mücadelelerine devam ediyorlar. Bu sıcakta karpuz veya üzümün yanında, canınız bir dilim peynir yemek istiyorsa, sendikalı işçi düşmanı bir şirketin ürününün boğazınızdan geçmeyeceğini tahmin ediyorum.
Tek Gıda İş sendika binalarının cephelerinde asılı olan afişler bunu bize hatırlatmaya çalışıyor: “400 YÖRSAN işçisiyiz. Sendikamıza üye olduk, işten atıldık. YÖRSAN ürünlerini tüketmiyoruz” yazıyor bu afişlerde.
“Gelenekten Geleceğe” sloganını şirketinin kurumsal imajı için benimsemiş, Türkiye’de peynir üretiminin takriben dörtte birini gerçekleştiren bu şirketin mallarının esas alıcısının Migros olduğunu Birgün gazetesi yazmıştı. Aynı haberde, , “İşçilerin hiçbir misilleme ve aşağılanma korkusu olmaksızın kendi seçecekleri bir sendikaya katılabilmesini garanti altına aldıklarını” taahhüt eden Global Compact şartının imzalayıcıları arasında Migros’un da olduğu belirtiliyordu. Bu tür şartları reklam olsun diye imzalamak kolaydır. Uygulamaya gelince binbir türlü bahane bulunur. Yurttaş girişimlerin bir görevi bu şartları hatırlatmaktır. YÖRSAN’la ilgili tanıtım kampanyasının tüm alışveriş noktalarında yer almasını yurttaş örgütleri sağlayamazlar mı?
DESA, Sefaköy fabrikasında Deri-İş’e üye oldukları için işçileri işten çıkardı. Gebze’de TÜMTİS’e üye oldukları için Çıpa ve Şimşek Nakliyat’ta çalışanlar kovuldu. Bunlar, Ünilever’e çalışan taşeron firmalar. Arkas Holding’in Büyükçekmece’de Arser işyerinde 406 işçinin Liman-İş’e üye olmalarını engellemek için, işveren elinden geleni yapıyor. Kocaeli Üniversitesi’nde çalışanların Oleyis’e veya Ankara’da TEGA’da işçilerin Birleşik Metal’e üye olmalarının sonucu gene aynı: kapının önüne konmak!
Türk-İş Araştırma Bürosunun Aralık 2006’da yayımladığı raporda, 2003-2005 yılları içinde, Türk-İş sendikalarına üye oldukları için işten atılanların 15.531 kişi oldukları belirtiliyordu. Bunların yarısı, Belediye-İş’e üye oldukları için işten atılanlardı. Belediyelerin yanında, deri, cam sanayii ve tekstil işkollarında da, benzer nedenle yoğun işten atılmalar yaşandığını rapor gösteriyordu. Bunlar sırf Türk-İş üyesi bir sendikaya katıldıkları için işten atılanlar. Başta DİSK olmak üzere, diğer sendikalara üye oldukları için başlarına aynı şey gelenlerin sayısını maalesef bilmiyorum.
Sorun yalnız işveren sınıfında değil. Çaykur’da, Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş sendikasında yıllardır üye olanları, Çaykur yönetimi baskı ve tehditle yıldırarak, sendikalarından istifa edip, Hak-İş’e bağlı Özgıda-İş’e girmelerini sağlamaya çalışıyor. Çaykur, bir kamu sermayeli kurum olarak hükümetin doğrudan taraf olduğu bir işletme.
Hükümetin ÇAYKUR’u denetim altına alma ve özelleştirmeyi hazırlama amacı çerçevesinde, yukarıda yer alan hassas işkollarına son dönemde özellikle gıda işkolu dahil oldu. DİSK Genel Sekreteri Süleyman Çelebi, Çaykur’da verilen mücadele içinde, “Sendikal Haklar, Özgürlükler ve Demokrasi Nöbeti” başlatan Türk-İş Genel Sekreteri Mustafa Tükel’e yaptığı dayanışma ziyaretinde, yandaş olmayan sendikalara karşı bir kuşatma olduğunu vurguluyordu.
Türkiye’de hükümetler geçmişten beri yandaş sendikaları koruyup kollamaya özen gösterdiler. Geçmişte, DİSK’e karşı Türk-İş yandaş sendikaydı. Bugün ise, Türk-İş’in birçok sendikası artık AKP hükümeti için düşman sendika konumunda. MESS işvereni ile hemhal olup, 100.000 işçi ve 150 civarında işyerini ilgilendiren grup toplu iş sözleşmesi teklifini işveren temsilcisiyle birlikte hazırladığı iddia edilen, Avrasya televizyonu sahibi kadim genel sekreteriyle Türk Metal-İş, işveren nezdinde yandaş ve muteber konumunu korumaya devam ediyor elbette. Hak-İş’e bağlı Çelik-İş de Türk Metal’in hakimiyetini kıramıyor. Aynı işkolunda faaliyet gösteren bu sendikaların aralarındaki sendikacılık pratiği ve zihniyeti farkını anlamak için, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş’in, taslak metni işyerlerinde çalışanlara dağıtılarak hazırlanan ve sadece sendika üyelerinin değil tüm metal işçilerinin ortak teklifi olarak tasarlanan toplu sözleşme önerisini Türk Metal’inki ile karşılaştırmak yeterli.
İlginç olan, Türkiye’de sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin hala devam ettiğini, Sendika Kanunu ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununda değişiklik yapılmasını Mayıs 2008’de TBMM’ne öneren 7 AKP’li milletvekili de, verdikleri kanun değişikliğinin gerekçesinde kabul ediyorlar. Hükümetin kendi önerisi olarak parlamentoya sunmaya cesaret edemediği veya bu konuda kendi içinde anlaşamadığı için, hükümet partisi milletvekillerinin verdikleri değişiklik önerisi komisyondan geçti. Yasa değişikliği, sendikaya üye olmak veya sendika üyeliğinden çıkmak için noter şartının kaldırılmasını, sendika üyelik yaşının 15’e indirilmesini, vs.. öngörüyor.
Ancak, yasa değişikliği çalışmalarına baştan büyük destek veren DİSK, yasanın hükümet önerisi olarak değil, üstelik işçi ve işveren konfederasyonları olarak üzerinde anlaşılan metinden çok farklı biçimde komisyonda kabul edilmesinin ertesinde, ILO heyetinden çekilme kararı aldı. DİSK’in, meclis genel kurulunda görüşülmeyi bekleyen kanun değişikliğinde ILO ilkelerine aykırı bulduğu yönlerden bazıları, Türk hakim sınıflarının sendika konusundaki anlayışlarını çok iyi tarif ediyor.
DİSK’e göre, kanun teklifi,
“-toplumunun sendikalaşmaya gereksinim duyan kesimlerinin örgütlenmesine olanak tanımıyor ;
-Anayasa değişikliği ile kaldırılmasına rağmen belge bilgi eksikliği nedeniyle sendika kapatmayı öngörüyor ;
- üyelik bilgilerini denetleme konusunda yönetimin vesayetinden vazgeçmiyor ;
- sendikaların iç işleyişlerini ve faaliyetlerini ayrıntılı olarak belirlemeyi sürdürüyor ;
- barajı örtülü kılıp, çifte barajı ve yüksek işletme barajını koruyor ;
- yetki uyuşmazlıklarına çözüm getirmiyor ;
- grev yasaklarını ve grev ertelemelerini kaldırmayıp, genel grev ve hak grevinin adını bile anmayarak, sınırlı bir hakkı bile kullanılabilir olmaktan çıkarıyor ;
- zorunlu tahkimden vazgeçmiyor.”
Gelecek yasama yılında, hükümetin ve AKP milletvekillerinin bu kanun değişikliği önerisi karşısında alacakları tavrı izleyeceğiz. Parlamentoda yer alan diğer partilerin de...
Diğer partilerin de diye altını özenle çizdim. Çünkü bir arkadaşım, laik kampta militan biçimde yer alan bir kadın akrabasına, YÖRSAN ürünleri ile ilgili kampanyayı aktardığında, akrabasının bunu umursamayıp bu markanın ürünlerini almaya devam ettiğini söyledi. Sonra bir gün, akrabası bu markanın ürünlerini almaya aniden son vermiş, çünkü bu şirketin 28 Şubat sürecinde “yeşil sermaye” listesinde olduğunu bir yerlerden duymuş.
Sendika düşmanı olduğu olgusunu hiç umursamayan ama Müslüman sermaye olduğu iddiasını ciddiye alan bu tavır, Türkiye’de laikçi- islamcı kamplaşmasının gözlerden sakladığı sınıf tavrını çok iyi ele veriyor. Önümüzdeki dönemde emek mücadelesinin gözden hiç kaçırmaması gereken en önemli olgu galiba bu olmalı.
Radikal İki, 10.8.2008