Rauf Raif Denktaş’ın, yakın zamana kadar kendisiyle kaim sayılan KKTC Cumhurbaşkanlığından ayrılması, medyayı duygulu bir saygı gösterisine sevk etti. Zaten epey bir zamandır Denktaş, Kıbrıs’ın hudutlarının ötesine taşan bir misyonla, Türk dünyasının yetiştirdiği bir büyük devlet adamı ve bütün Türklük nâmına bir ‘millî kahraman’ olarak anılıyor. Belki de şöyle demeli: Kıbrıs’ın ve KıbrıslıTürklerin mukadderatıyla ilgili artık bir misyon taşıyamayacağı ya da onun taşıyageldiği türden misyona artık talip olunmadığı ortaya çıktıkça, böyle bir ‘misyon büyültme’ hamlesi geldi gündeme! Nitekim şimdi, Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra da, daha ziyade Türkiye’ye yönelik bir politika yapacak gibi görünüyor - öteden beri yapıyor da zaten! Denktaş, nicedir, Türkiye’de milliyetçi hareketin bir ajitatörü olarak iş görüyor.
‘Nicedir’ derken, son üç-beş yıldan çok daha öncelerini düşünmeliyiz. Denktaş’ın kariyeri, Türkiye’de Türkçü çevrelerden ‘derin devlete’ uzanan bir milliyetçi anlayışıyla içiçe şekillendi: Etnisist, dünyaya şiddetli bir millî tehdit algılamasıyla bakan, bütün meseleleri ‘milletler mücadelesi’ penceresinden gören ve bu algıyı yaygınlaştırmayı, sürekli kılmayı varoluş koşulu olarak benimseyen bir milliyetçilik anlayışıydı bu. Denktaş’ın ‘Rum’ deyişinde, bu zihniyet saklıdır: Bütün fertleriyle ebedî düşman kadrosunda yer alan ve ‘biz’den türsel olarak farklı bir varlığı imâ eder o söyleyiş. Sırtlan gibi bir mahlûktur ‘Rum’, çoğul olarak anmak gerekmez, hepsi birdir. Denktaş’ın milliyetçiliği bir din olarak ‘yaşayışını’, Niyazi Kızılyürek’in İletişim’in son çıkan kitabında okuyabilirsiniz.
İsmail Tansu’nun Aslında Kimse Uyumuyordu adlı kitabı, birkaç yıl önce biraz ilgi uyandırmıştı. İsmail Tansu, Kıbrıslı Türklerin Rum milliyetçilerine karşı özsavunma örgütü olarak tasarlanan TMT’yi (Türk Mukavemet Teşkilatı) Türk Genelkurmayı bünyesinde örgütleyen subaylardandı. Kitabında, bir grup milliyetçi subay olarak, kendilerine verilen bu görev tanımının sınırlarını zorladıklarını, uygun şartlar hasıl olduğunda adayı ele geçirme emeline hizmet edebilecek bir örgüt kurmaya yöneldiklerini, kendi üstlerini ve hükümeti de buna ikna etmeyi başardıklarını anlatır.
‘Derin devlet’ işleyişiyle ilgili hayli zihin açıcı olan kitapta, Denktaş’ın bu emele uygun lider adayı olarak nasıl seçildiği ve desteklendiği de anlatılır. İsmail Tansu, çok ‘hoş’ bir ifade kullanır anlatırken: Hedefe varmak için ‘yerli işbirlikçilere’ ihtiyaç duyulduğunu, Denktaş’ın da buna uygun olduğunu söyler. Sâfiyâne sarfediliveren ‘yerli işbirlikçi’ sözü, çok şey anlatmıyor mu bize? Kıbrıs adına biçilen ‘millî dava’nın, ‘yerli işbirlikçilere’ ihtiyaç gösterdiğine göre, ‘yerli olmayan’, demek ‘ora’ için ‘yabancı’ ya da ‘dışsal’ bir dava olduğunu düşündürmüyor mu?
Denktaş’ın ‘Kıbrıslı’ diye bir kimliği asla kabûl etmediğini, ‘Türk’ ve ‘Rum’dan başkasını tanımadığını, Kıbrıslı olarak sadece Kıbrıs eşeğinden bahsedilebileceğini söylediğini biliyoruz. Milliyetçiliğin, her insanı kendi yurdunda bir tür ‘işbirlikçi’ olmaya zorlayan ideolojisi böyledir işte: İnsanları, o insanların meselelerini, hayatları, doğayı görmez, hatta hor bakarsınız onlara. Sadece, bunlarla ilişkisi gitgide kesilen ‘millet’e ve milletlere takılı kalır bakışınız.
Birgün gazetesinde 22.4.2005'te yayımlandı