Erivan’da bir televizyonu muhabiri soruyor. Soru şu: Okul yıllarınızda Ermeni soykırımı konusunda okul kitaplarında ne gibi bilgiler vardı. Bir an durup düşünüyorum. “Gerçekten okul yıllarında bize herhangi bir şey öğretildi mi” diye. “İnanmayacaksınız ama hatırlamıyorum” oluyor yanıtım.
Hiçbir şey hatırlamıyorum. Unuttuğumdan değil, ama okul yıllarında Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili bize hiçbir şey öğretildiğini hatırlamıyorum. Geriye dönüp bakınca bunun inkardan değil yok saymaktan, görmemekten, üstünü örtmekten kaynaklandığını düşünüyorum. Soykırım, tehcir, kıyım, katliam, ihanet ya da adını ne koyarsak koyalım, Ermeni meselesi yıllarca tarih kitapları ile birlikte zihnimizden silindiğini düşünüyorum. Orwell’ın tarih silicileri gibi, biz de silinmiş bir resmî tarih üzerinden yürüyorduk.
Zaten 1970’lerin sonunda ASALA’nın Türk diplomatlara yönelik saldırılarına da anlam verememiştik. Ne olmuştu da Ermenilerin bir örgütü diplomatları öldürür olmuştu. Biz Ermenilere ne yapmıştık ki?
Türkiye’de yakın zamana kadar Ermeni meselesi görülmemiş, gösterilmemiş, unutulmaya bırakılmıştır. Türkiye’nin böyle bir sorunu yokmuş gibi davranılmıştı. İşte Erivan’da sorulan bu soru, belli bir tarih diliminin kollektif hafızalardan nasıl silindiğini, nasıl atlanıldığını bir kez daha hatırlatmıştı.
Türkiye’deki silinmiş tarihin aksine Ermenistan’da kışkırtılan bir tarih anlayışı hakim. 2005 yılında “Kime karşı savaşacaksınız” sorusuna Ermeni çocukların yanıtı “Türkler”dir olmuştur[1] Türkiye’de en azından bizim dönemimizde hatırlatılmayan tarih, Ermenistan’da tarihin ana gövdesini oluşturmaktadır.
Erivan’da ise sokaktan çevireceğiniz herhangi bir kişi sizlere 1915’lerden başlayarak birçok “acı” hatıra anlatabilir. Herkese doğrudan ya da dolaylı, birinci elden ya da aktarılan bir tarihi vardır. Türkiye’de unutturma Ermenistan’da ise sürekli hatırlatma üzerine kurulmuştur resmî tarih anlayışı.
Erivan’da soykırım iddialarının 90. yılı Anma Toplantıları nedeniyle, daha yüklü bir şekilde Ermeni halkının omuzlarına binen tarihi travmanın aşılmasına yönelik sanki tek bir çözüm vardır: Soykırım iddialarının Türkiye tarafından kabul edilmesi. Bu tez kabul edilirse travma aşılacak mıdır? İşte bu sorunun yanıtı belirsizdir. Nesilden nesile aktarılan tarihî acılar sanki Ermeni toplumunun dinamiğini oluşturmakta, ayakta kalmasını sağlamakta, diri tutmaktadır. Ermeni toplumunun tutkalı gibidir Soykırım iddiaları. Tabii ki, her ne olduysa bunun çözümü reddetmek değildir. Ama hayatı, tarihi, şimdiyi ve geleceği sadece ve sadece Soykırım üzerine kurmak ne derece sağlıklıdır işte orası tartışılır. Çünkü bu tutkal Ermeni toplumunu birarada tutarken bir yandan da renksizleştirmekte, tektipleştirmekte, herhangi bir farklı söylemi engellemekte, anti-demokratik tavırları körüklemekte ya da farklı tartışmalara, açılımlara izin vermemektedir.
En “liberalinden” en “tutucusuna” kadar aynı ortak paydada birleşen, sosyalistinden, faşizan milliyetçisine kadar aynı resmî tarih anlayışından beslenen ve savunan bir yelpazenin, toplumun geleceğini tıkamasından, geleceğini esir almasından daha normal bir şey olamaz. Geleceği bugünden tutsak edilen bir toplumun, aynı damardan beslenen yeni nesillerin zihinlerindeki tortuyu kazımak ise uzun zaman ister. O zaman uzadıkça resmî tarihin esaretinden kurtulmak giderek zorlaşır, zorlaşır çünkü sözünü ettiğimiz resmî tarihi altlarından çekildiği zaman tarihsiz kalacağını hissedenlerin varoluş gerekçeleri de kaybolur.
Soykırım iddiaları Ermenilerin yüreklerinde ve zihinlerinde çok derin izler bırakan bir tarih dilimidir. Ancak o tarih diliminin algılanış biçimi, o yaşananların, yaşatılanların Türkiye tarafından kabulü halinde, bütün Ermeni toplumunu tarihsiz ve hatta geleceksiz bırakacak, altlarındaki zemin kayacakmış gibi görünmektedir. Varoluşunu sadece sözü edilen olaylara bağlayan bir toplumun, farklı beslenme kaynaklarına ihtiyacı vardır. Maalesef ki, bu beslenme kanalları konusunda umut ışıkları henüz pek parlak değildir.
Bu kanallar, Ermeni toplumunun inandığı tarihi tezleri reddetmesi anlamına gelmez ama hayatın farklı anlamları olduğunu hatırlatır. Çünkü resmî tarihler, altında ezilen Türk ve Ermeni kolektif bilinçleri ortak bir tarih oluşturamazlar. Böylesi bir kollektif bilinç ise her iki ülkede düşmanlıktan bir şey oluşturmaz.
Türkiye’de Ermeni meselesi ile ilgili sorular “özgür tarihçiler” tarafından daha cesurca sorulmasına rağmen resmî tarih hâlâ baskın unsurdur. Yani o soruları sormak hâlâ cesaret ister, hâlâ bazı tehditlere göğüs germeyi gerektirir. Madalyonun diğer yüzü de farklı değildir. Ermenistan’da iddiaları reddetmek bir yana, tartışmaya açmak cesaret ister, çünkü resmî tarih izin vermez.
Bu konu tarihi olduğu kadar aynı zamanda siyasidir de. Ancak, bir de her iki ülke topraklarında yaşayan bizler için farklı kanallar, farklı açılımlar söz konusudur. Her iki ülke resmî tarihçileri ve siyasilerinin en büyük korkusu da bizlerden, bizlerin birbirimizi tanımamızdan kaynaklanmaktadır. Her iki toplum birbiri ile ne kadar az ilişki kurar, ne kadar az kaynaşırsa insani, kültürel değerler o kadar az gelişebilir. Türkiye’deki yaklaşımları bir yana koyacak olursak Ermenistan’da farklı sesler yok denecek kadar azdır. Özellikle toplumların birbirleri ile ilişkilerinde sivil düzeyde ilişkiler cılız çabaların dışında Ermenistan tarafında konuşulan bir konu değildir.
Ancak durum umutsuz da değildir. Son yıllarda irili ufaklı araştırma kuruluşları, sivil toplum örgütleri ürkek ama farklı sorularla açılımlar olup olamayacağını araştırmaktadır.
Özellikle gençler arasında soykırım meselesi dışında ilişkilerin kurulması için küçük açılımlar söz konusudur. Gençlerin belli bir bölümü farklı konular üzerinden Türkiye ile diyalog kurulabileceğini düşünmekte ancak bu soykırım iddialarından vazgeçmek anlamına gelmemektedir. Ermeni toplumunun bir başka bölümü Türkiye Avrupa uygarlığının bir parçası olduğunu kanıtlar ve soykırımı kabul ederse ilişki kurulabileceğini düşünmektedir. Sonuncu grup ise farklı bir çağda yaşandığını, farklı jenerasyonların olaylara farklı yaklaşması gerektiğini ve diyalog için her türlü yöntemin denenmesi gerektiğini savunmaktadır [2]
Bir diğer yaklaşım ise Erivan’ın ön koşulsuz olarak Türkiye ile ilişkiye hazır olduğu yönündedir. Hatta, liberaller gibi var olan yönetimi Türkiye ile ilişki kurmamakla eleştirenler vardır. Ancak Taşnak gibi bazı partiler Türkiye ile ilişkilerin mümkün olmadığını düşünmektedir. Bazı sivil toplum örgütleri ve siyasi yorumcular Ermenistan’ı ilişki kurmakta istekli olmadığını yönünde eleştirmektedir.
Toplumun bütününe bakıldığında Türkiye ile ilişki kurulması ve sınırın açılması en çok desteklenen konuların başında gelmektedir. Ancak, böyle bir durumun Türkiye’nin soykırım iddialarını ertelemesi anlamına gelebileceği söyleyenler vardır. Radikaller dışında gençler ise Türkiye ile doğal ilişkiler kurulmasını savunmaktadırlar.[3]
Bu görüşler şimdilik azınlıkta olsa da gelecek adına umutlanmamızı sağlamaktadır. Toplumlar arasında ekonomik ve sosyal ilişkilerin birbirimize bakışı değiştireceğinden kimsenin şüphesi yoktur. Bizim sorunumuz devletler arasındaki itiş-kakıştan öte her iki ülke insanlarının kendi zihinlerindeki, vicdanlarındaki kabulleridir. Vicdanlardaki sessiz yargı, tarihin üstündedir. Ve bu yaklaşım hepsinden, hatta tarihin ağır yükünden kurtulmak açısından çok daha önemlidir. Hem Türkiyeliler hem de Ermeniler için.
[1] Armenia-Turkey: Open Conversation, s.15, Centre for Public Dialogue and Development, Yerevan 2005.
[2] Age,s. 17-18
[3] Age, s.18