Bundan üç yıl önce Karl Marx’ın anıt mezarının da bulunduğu Highgate Mezarlığı’yla ilgili ilginç bir tartışma yansımıştı yerel basına. Bölge sakinleri ile mezarlığa turist taşıyan tur şirketleri arasındaki “etik” eksenli tartışmanın nedeni şuydu: Gürültücüve görgüsüz turistler ölülerin huzur içinde dinlenmelerini engelliyordu. Konuyla ilgili soruşturma başlatan Vakıflar Komisyonu felsefi bir ikilemle karşı karşıyaydı. Mezarlık bir resim galerisi ya da arkeoloji müzesi gibi turistik amaçlı ziyaret edilebilir miydi?
“Turizm sosyolojisi” ile “ahlak felsefesi” arasındaki derin bir ikileme işaret eden o tartışmadan sonra Britanya Turizm Ofisi üşenmeyip tarihi mezarlıkları ziyaret sırasında uyulması gereken “adap ve muaşeret” kurallarına ilişkin faydalı birel kılavuzu hazırladı mı hazırlamadı mı bilemiyorum, ama on yıl aradan sonra ikinci kez ziyaret ettiğim Highgate Mezarlığı’nın kapısından içeri girerken aklımda, “mezarlık ziyareti bir yas seramonisi mi, merak güdüsünden beslenen turistik bir eğlence mi?” sorusu vardı.
Kraliçe Victoria’nın tahta geçmesinden kısa bir süre sonra, 1839’da, şehri geniş bir açıyla gören ferah bir yüksekliğe; Londra’nın kuzey sırtlarına kurulan bu gotik mezarlık,turist elkitaplarında Victoria dönemi mimarisinin nadide örneklerinden biri olarak gösterilse de, biyolog Herbert Spencer, George Eliot erkek rumuzuyla yazan ünlü kadın romancı Mary Ann Evans, fizikçi Michael Faraday gibi dünyevi aziz ve azizelerin mezarlarının da bulunduğu Highgate Mezarlığı, Sovyetler’in hazin yıkılışından sonra “beynelminel bir azınlığa” dönüşen vefakâr komünistlerin lugatında daha çok “Marx’ın mezarlığı” olarak bilinir.
Doğu ve batı olmak üzere iki bölümden oluşan mezarlığın doğu bölümü Marx’ın da aralarında bulunduğu “ünlüleri” ağırlıyor. Turist kafilelerinin daha çok ilgi gösterdiği bölüm de burasıdır. Özellikle eski Doğu Bloku ülkelerinden Londra’ya gelen orta yaş üstü turistler hâlâ Marx’ın mezarını ilk ziyaret edilecek yerlerden biri olarak görüyorlar. Marx’ın mezarı kimi komünistler için kutsal bir “türbe” özelliği de taşıyor. Ancak her türbenin gönüldaşları olduğu gibi karşıtları da vardır. 1965 ve 1970’te meczup mu anti-komünist mi olduğu tam kestirilemeyen kişi ya da kişiler tarafından Marx babanın mezarına yönelik iki başarısız bombalama girişimi gerçekleştirilmişti.
Pariste’ki Père Lachaise Mezarlığı Honoré de Balzac, Marcel Proust, Oscar Wilde ve Edith Piaf’ın; Montparnasse Mezarlığı Charles Baudelaire, Samuel Beckett, Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir’ın; St Petersberg’taki Alexander Nevsky Mezarlığı Dostovyeski’nin ebedi istirahatgahı olarak gördüğü “turistik” ilgiye, Highgate Mezarlığı büyük ölçüde Marx sayesinde mazhar olmuştur denebilir. Fransa’daki devrim kalkışmalarının yenilgiyle sonuçlanmasından hemen sonra 1849’da Londra’ya taşınan Marx’ın bu mezarlığın sakinlerinden birine dönüşmesinin tarihi 14 Mart 1883.
Ancak yerel Londra tarihinin hem enteresan bir parçası hem de bu yüklü tarihin oluşturucu unsurlarından bir olan Highgate Mezarlığı sadece her biri birer mimari harikası mabedleri ve mezar taşları, seslerin ve renklerin dünyasından yorgun bir sükutun bahçesine çekilen ünlü sakinleriyle değil; fantastik Borges öykülerini aratmayacak cinsten hortlak ve vampir öyküleriyle de ünlüdür. Bu mezarlık adalı kültürün korku söylenceleri üretme konusundaki eşsiz dehasının dışavurumudur da aynı zamanda. Highgate Mezarlığı, 20. yüzyılın başından bu yanaipe sapa gelmez söylencelere esin kaynağı olmanın yanı sırabirçok ciddi roman ve filme de konu oldu. Bram Stoker'ın Dracula’sı, Charlie Higson’ın Genç Bond’u, Tracy Chevalier'ın Meleklerin Düşüşü bu romanlardan sadece bir kaçıdır.
Entellektüel ve politik yaşamı, “mezarkorkusunun yarattığı endüstri” üzerinde şekillenen fikir ve iktidar kalıplarını yerle bir etme uğraşıyla geçmiş epey gerçekçi bir faninincennet, cehennem ve araf mukimlerinin“son ilahi hükümü” bekledikleri bir mekandabol bol hayalet ve vampir öyküsü dinlemekzorunda kalması “ölmüş olmanın” tatlı ironisi gibi görünse de, bu gotik mezarlığınLondra’nın hayal dünyasınapek çok şey kattığı kesin.
Marx işçi sınıfının tarih sahnesine çıkışına mülhem “Avrupa’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor” derken, ebedi uykusuna çekildiği mezarlığın da bir gün huysuz hayaletler ve ürkütücü vampirler tarafından istila edileceğini sezmiş miydi bilinmez, ancak “hortlak” mitosunun Highgate örneğinde çağdaş İngiliz toplumunun hayal dünyasında kültürel bir olguya ya da “büyülü bir gerçeğe” dönüştüğüne kuşku yok.Evet, 1970’lerin başında sinsi bir vampirin mezarlığa musallat olduğu dilden dile dolaşmaya başladığında Balzac hayranıMarx babada, gecikmiş bir Borges merakı oluşup oluşmadığını ölüler dünyasınıhenüz deneyimlememiş biz canlılar hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz galiba.
Bu mezarlık etrafında dönen efsaneler aslında ilk kez 1920’lerin başında duyulmaya başlamıştı. İddialar çeşitliydi. Mezarlığın yanından geçerken hortlakların saldırısına uğradığını söyleyen genç kızlardan, dolunayın yükseldiği gecelerde göğe doğru yükselen karartılar gördüğünü iddia eden yaşlı adamlara kadar herkes çağdaş bir efsanenin değirmenine bir şekilde su taşıyordu. Dönemin gazete ve polis kayıtlarında bu yönde yapılmış çok sayıda ihbar olduğu anlaşılıyor.Ancak eski bir Katolik papaz olan Seán Manchester adlı bir meraklının 1970’lerde yayımladığı “Highgate Vampiri” adlı kitap bu modern efsanelerin yeni baştan inşasında kilometre taşı olmuştur denebilir. Basıldığı yıl en çok satan kitaplar arasına girmeyi başaran Highgate Vampiri, sadece Hayalet Kulübü Birlikleri’nde heyecan yaratmadı, konuyla ilgili çalışmalar yapan kalburüstü üniversitelerin akademisyenlerinden de büyük övgü aldı. Modern zamanların en iyi vampir belgesel-kitaplarından biri kabul edilen Highgate Vampiri, arkasına aldığı mistik rüzgârla dönemin edebiyat eleştirmenlerinin de ilgisine mazhar olmuş görünüyor.
Britanya Vampir Birliği’nin başkanlığını da yapan Seán Manchester adlı hayalet avcısı bu kitabından sonra işi uzmanlık derecesinde bir adım daha ileri götürerek Hayalet Avcısının ElKitabı’nıda yayımladı. BBC’den ITV’ye, bulvar gazetelerinden radyolara meraklı bir medya ordusunun röportaj koparmak için peşindenkoşturduğu eksantrik papaz toplumun korku güdüsünü gıdıklamanın sırrına varmıştı bir kere. Manchester, kitabında vampiri yakaladığını ve Highgate bölgesindeki boş bir evin kilerinde kazığa bağlayarak yaktığını iddia ediyordu.
Bu ünlü mezarlığa musallat olan vampir ve hayaletlerin gerçek akıbetini “dünya gözüyle” öğrenemeyeceğiz belki ama yılda yaklaşık 5 bin “kültür” turistinin ziyaret ettiği bu gotik yapı iki yıl önce Guardian gazetesi okurları arasında yapılan bir ankette İngiltere’nin gezilmesi gereken en güzel ilk 10 yeri arasında yer aldı. Britanya Komünist Partisi’nin 1954’te yaptırdığı ve üstünde Marx’ın büstünün bulunduğu anıt mezarın çiçek bırakan vefakâr ziyaretçilerinin sayısı net olarak bilinmese de emek eksenli siyasal yönetim ve hareketlerin epey gerilediği bir çağda sosyalist bir filozofun anıtı bir hürmet abidesi olarakhâlâ büyük saygı görüyor.
Londra’nın turist elkitaplarında yazmaz, bunu da benden duymuş olun. Kesif rutubet kokusu ve huzur verici kuş cıvıltıları arasında bu tarihi mezarlığın daracık patikalarında yürürken, Dante’nin İlahi Komedya’sından dökülüveren kederli bir dize bilincinizi ürpertme kabiliyetini hâlâ yitirmemişse Marx’la ve hayaletlerle “manevi yol arkadaşlığınız” devam ediyor demektir.