‘Yurtseverlik’, akan suları durduran bir sıfat. ‘Yurtseverdir’ dediğiniz zaman, bir adamı topyekûn aklayabiliyorsunuz. ‘Yurtseveriz’ deyince, şovenizmle, ırkçılıkla, ‘kötü’-milliyetçilikle dünyalarınızı kesinkes ayırmış oluyorsunuz. Sol söylemde de, 1960’ların ve 70’lerin dilinden devreden ‘yurtsever’ sıfatı, böyle garantili bir arınma sağlıyor. İçeriği hakkında artık fazla düşünmek de gerekmeden... ‘Anti-emperyalizm’ ya da ‘ezilen ulus’ konumu, yurtseverliğe ruhsat vermeye yeterli – o ruhsatı aldıktan sonra, her şey serbest.
O kadar kolay mı peki? Sol açısından bakıldığında, nedir yurtseverlik?
Sol sıfatını bir kenara bıraktığımızda, cevabı basit bunun. Adı üstünde: yurdunu sevmek. İnsanın en tabiî duygularından biri – düşünceden, duygudan önce, ‘güdüsel’ bir eğilim. Ülkeyi, orada doğduğunuz, orada yaşadığınız, oranın ‘ekmeğini yediğiniz’ için sevmek (6 Mayıs günkü yazımı hatırlatayım!)... Ülkenin insanlarını, aynı anadili konuştuğunuz, onlardan biri olduğunuz, ortak hatıralarınız olduğu için sevmek... Kısacası, burayı salt ‘burada’ olduğumuz için, ‘biz’i sırf ‘biz’ olduğumuz için sevmek... Burası nasıl bir yerdir, nasıl yaşanıyordur, insan ilişkileri nasıldır, bunları çok fazla yoklamadan sevmek. ‘Biz’ nasılız, halimiz tavrımız düzgün müdür, kurcalamadan sevmek. Bu koşulsuzluk, bizi salt ‘biz’ olduğumuz için, burayı da salt ‘burası’ olduğu için yüceltmeye, üstün görmeye de varabilir kolaylıkla.
Peki bu ‘doğal’, neredeyse ‘güdüsel’ olduğu hep söylenen, öyle olduğu içindir ki bu ‘doğal aidiyete’ uyumsuz olanların hain ve ‘şerefsiz’ sayıldığı özdeşleşmeyle sol sıfatı nasıl bağdaşır? ‘Sol’, ‘doğal’ sayılana, ‘ezelî’ olana atfedilen aşkın ve sorgulanamaz anlama teslim olmamaksa... Neyi arar, sol bir yurtseverlik?
Sol bir yurtseverlik anlayışının kökü, Cumhuriyetçi yurttaşlık felsefesinin radikal damarına dayanır. Cumhuriyetçi yurtseverlik, buraya sırf ‘burası’ olduğu için, bize sırf ‘biz’ olduğumuz için değer vermez. O, ‘yurt’ olarak, ortak bir politik iradeyle, ortak erdemler etrafında oluşturulmuş toplumsal birliği bilir. Sadakati, o ‘toplum kurma’ iradesine, etrafında birleşilen erdemlere, o erdemleri var eden ortak tarihsel tecrübeyedir esas olarak. Sol sıfatlı bir yurtseverlik, o ortak politik tecrübenin yücelticiliğine inanır, o ‘toplum kurma’ iradesini sever. O iradenin tarihte bir vakit edâ edilmiş olmasının hürmetine ve o hatırayı yâdederek tesis edilen bir meşruiyete de rıza göstermez. Sol sıfatlı bir yurtseverlik, kendini özdeşleştireceği kimlikte/iradede, bir politik erdem arar; eşitlik ve özgürlükle ve onların gerçekleştirilmesiyle ilgili bir ufuk arar.
Yurtseverlik ezberimizi bu hesapça biraz yoklayalım, derim...
Nâzım Hikmet’in bugünlerde dolaşımda olan meşhur şiirinin o kadar ‘masum’ olmadığına dikkat edelim mesela... Büyük şairin en militan şiirlerinden biri olan ‘Vatan Haini’ni, ‘lâlettayin’, yani basbayağı milliyetçi bir yurtseverlik yorumuyla geçmeyelim... ‘Amerikan emperyalizmi, Amerikan üsleri, yarı sömürge’ lâflarından heyecanlanmak kolay ve biliyorsunuz, ‘başkaları’ da heyecanlanıyor bundan. Asıl, şu dizelerle yoklayın, size önerilen yurtseverliği: ‘Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan/ vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,/ vatan mızraklı ilmühalse, vatan polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan...’
‘Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ’ dizesinin de altını çizin. İroni, basitçe ‘tersini söylemek’ten ibaret değildir...
Birgün, 10.6.2005