Almanya‘daki milli hassasiyet dozajının son yıllarda arttığı görülmekte. Federal Almanya Devleti İkinci Dünya Savaşı‘nın hemen ardından milliyetçilikle olan bağını koparmaya çalışmış, hatta milliyetçilik-nasyonal sosyalizm ideolojik hattında bulunan siyasi hareketlerin tamamıyla yasaklanmasına kadar giden; bugünkü koşullar değerlendirildiğinde sorunun varlığını gerçek anlamda ortadan kaldıramadığı anlaşılan yasakçı bir tutum sergilemişti. Ancak son zamanlarda Almanya‘da patriotizm (vatanseverlik) tartışmaları tekrar alevlenirken, Alman İmparatorluğu‘nda sosyal demokrat-sosyalist partilere ve yeni ortaya çıkmakta olan sendikal işçi hareketlerine yönelik kullanılan dışlayıcı ve evrensellik karşıtı jargon bugünün ana akım siyasetinde tekrar kendisine yer edinmeye başladı. Patriotizmi seyreltik bir milliyetçilik olarak değerlendirirsek, Almanya‘daki milliyetçi jargonun tarihsel gelişim sürecini anlayabilmek, düşünsel anlamdaki Alman patriotizminin Bismarck dönemi ve sonrasının toplumsal ilişkilerindeki pratiğe nasıl yansıdığını, özellikle 18 ve 19. yüzyıldaki bu birikimin 20. yüzyılın başında nasıl nasyonal sosyalist bir diktatörlüğe evrildiğini anlamak; bugün yeniden hortlayarak toplumsal karşılık bulma emareleri gösteren Alman patriotizmini saptayabilmek açısından oldukça önemli.
18. yüzyılda Alman milliyetçiliğinin düşünsel alandaki gelişim sürecinde, Johann Gottlieb Fichte ve Johann Gottfried von Herder‘in önemli rol oynadıklarını görüyoruz. Bu iki filozofun düşüncelerinin “Alman romantik milliyetçiliğinin dil, millet, devlet üçlüsünü birleştiren denklemi” kurduğunu söylemek mümkün.[i] Herder ve Fichte‘nin milliyetçilik konusundaki görüşleri (özellikle dil-milliyet ilişkisinin doğallığına yaptıkları vurgu dolayısıyla) benzerlik gösterse de Fichte, en başta Fransız Devrimi ve devrimin gerçekleşmesinde rol oynayan Rousseau ve Robespierre‘in düşüncelerinden etkilenmiştir.[ii] Ancak 1806‘da Fransa ve Prusya arasında çıkan savaş bir dönüm noktasıdır; Fichte bu tarihten sonra patriotist görüşleriyle öne çıkar ve Napoleon‘u başka halkların üzerinde tahakküm kurmaya calışmakla suçlar.[iii] Bireysel özgürlüğe büyük önem atfeden Fichte, mutlak özgürlüğü bireyin tamamıyla bütünle özdeşleştiği, organik bir devlet anlayaşında arar.[iv] 20. yüzyılın nasyonal sosyalist ideologlarını da etkilediği bilinen Fichte‘nin (özgürlük kavramının tabiatına aykırı olan) “mutlak özgürlük“ tanımının faşizmin türdeş bir toplum tahayyülüne dayanan korporatist devlet modelinin de esin kaynaklarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
1871‘de I. Wilhelm‘in kral, Bismarck‘ın ise başbakan olduğu, Alman prensliklerinin birleşmesiyle kurulan Alman İmparatorluğu‘nda (İkinci Reich) yönetim şekli parlamenter monarşiydi. Alman tarihçi ve yayımcı olan Heinrich von Treitschke 1871‘den 1884‘e kadar bu parlamentoda milletvekili olarak görev yaptı. En başta bir liberal olan ve Nasyonal-Liberal Parti‘den milletvekili seçilen Treitschke, zamanla muhafazakarlaşarak partisinden ayrıldı ve yazılarında Otto von Bismarck‘ın “kan ve demir“ ile yürüttüğü makyavelist Realpolitik‘ini yücelten bir tutum sergiledi.[v] Milliyetin en yüce değer olduğuna inanan Treitschke şu patriotizm tanımını yapmıştı: “Gerçek vatanseverlik siyasi oluşum içinde işbirliği bilincine sahip olmak, ataların başarılarına saygı duymak ve bu başarıları sonraki kuşaklara aktarmak demektir.“[vi] Treitschke aynı zamanda Yahudiler için “Yahudiler bizim şanssızlığımız“ demiş; bu cümlesi yıllar sonra nasyonal sosyalist hareketin haftalık yayını olan “Der Stürmer“ tarafından sloganlaştırılmıştı.[vii]
Diğer bir taraftan İkinci Reich‘ın ana akım siyasetine sosyal demokrat-sosyalist hareket karşıtı bir hava hakimdi. Otto von Bismarck zamanında genelde sosyal demokratlar için kullanılan “Vaterlandslose Gesellen“ (Anavatansız Yoldaşlar) kavramı muhafazakar cenahın sol partilere ve Yahudiler‘e saldırmak istediğinde kullandığı bir kalıptı.[viii] Bu sırada Bismarck, liberallerin de desteğini alarak, sol partilerin siyasi faaliyetlerini yasaklayan antisosyalist yasalar çıkarılmasını sağlamış ve sol siyaseti baskılayarak toplumdan tecrit etmeye calışmıştır. Bununla beraber Otto von Bismarck ve İmparator I. Wilhelm‘in Almanya’da dünyanın ilk sosyal güvenlik sistemini kurmuş olduğunu (ve Bismarck‘ın birkaç yıllık aralıklarla sağlık, kaza ve emeklilik sigortalarını kamusal hak haline getirerek, yürürlüğe soktuğunu) unutmamak gerekir; zira bununla amaçlanan, kitleselleşen sosyal demokrat hareketin argümanlarını ortadan kaldırmaktı.[ix] Böylece 19. yüzyılda Alman İmparatorluğu‘nun endüstrileşmesine paralel olarak büyüyen ve toplumda önemli bir yer tutan Alman proleteryasının beklentilerinin bir kısmı Avrupa‘da bugünkü sosyal devlet kavramının temelini atan kamusal bir sosyal güvenlik sistemiyle karşılanmıştı. Almanya‘da işçi sınıfının dönüştürücü evrensel perspektifi berhava olmaya başlamış; 1880’lerde milliyetçi-muhafazakar devlet aklının oluşturduğu sosyal güvenlik sisteminin ve 20. yüzyılın başında da Birinci Dünya Savaşı‘nın arifesinde sıklıkla kullanılan ulusal anlatının etkisiyle yerini sosyal-patriotist bir perspektife bırakmaya başlamıştır. SPD’nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) , Alman İmparatorluğu‘nun Birinci Dünya Savaşı‘na katılımını onaylamasını da, 1918-1919 devrimi sırasında Spartakist harekete karşı sergilediği tutumu da bu bağlamda değerlendirmek mümkün.
Milli birliğin kurulduğu ve kapitalistleşmenin ivme kazandığı Bismarck döneminde ve sonrasında 18. yüzyılda Fichte ve Herder tarafından felsefi altyapısı oluşturulan patriotizm anlayışı, toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmeye başlanır. Alman İmparatorluğu‘nda akademi ve burjuvazinin içinde ilk Antisemitizm tartışmalarının fitilini Heinrich von Treitschke ateşler. Treitschke, “Preußischen Jahrbücher“ adlı mecrasında yayımladığı “Unsere Aussichten“ (Bakış Açılarımız) başlıklı yazılarında, Hıristiyan Avrupa‘ya ait olmayan Yahudiler‘in, “Alman halkının karakterini“ bozabileceğini iddia ediyor ve Yahudiler’e (“tüm güvenilmezliklerine karşın“), “Almanlaşarak“ asimile olmalarını salık veriyordu.[x] Bununla beraber imparatorlukta antisemitik partilerin kayda değer bir siyasi başarısı yoktu. Ancak bu durum antisemitizmin toplumda karşılığı olmadığı anlamına gelmiyordu; aksine İmparator II. Wilhelm zamanında (1888-1918), antisemitizm Alman toplumunun “kültürel kodu“ haline gelmişti.[xi] Bu açıdan “Plaj Antisemitizmi“ vakası dönemin Alman toplumuna dair önemli ipuçları veriyor. Alman İmparatorluğu‘nun Baltık Denizi ve Kuzey Denizi kıyılarında, yaz turizmi amaçlı hizmet veren oteller bulunuyordu. Zamanla bölgedeki rekabet artınca işletme sahipleri, toplumda yaygın olan antisemitizmden rant elde etmek adına otellerini “Yahudisizleştirdiler“. O günün antisemitist anlayışında Yahudisiz (Judenfrei) oteller, adeta konaklanan yerin ve plajin temiz olduğuna delalet ediyordu. Zamanla bu plajlar patriotizm gösterilerinin tertip edildiği yerlere dönüştü; patriotizm tiratları atılıyor, şarkılar söyleniyor, Almanlık yüceltilirken “Yahudi ırkının tipik özelliklerine“ vurgu yapılıyordu.[xii] Özellikle Kuzey Denizi‘nde bulunan Borkum adası, bu açıdan diğer sayfiye bölgeleri arasında öne çıkıyordu. O dönemde her sene tatile gelen antisemitistler tarafından yalnızca Borkum adasına ithafen ırkçı ve antisemitik öğelerden oluşan bir şarkı bile yazılmıştı.[xiii]
Böylesine milliyetçi-muhafazakar dinamikler edinen Alman toplumunda, Birinci Dünya Savaşı‘nın kaybedilmesinin yarattığı (sosyo-ekonomik sonuçlarından ayrı değerlendirilemeyecek olan) sosyo-psikolojik travma, ileride milliyetçilik kaynaklı şiddet eğilimlerine yol açacaktı. İkinci Dünya Savaşı‘nın ardından Alman halkında “Biz Yahudiler‘in başına bunların geldiğini bilmiyorduk.“ gibi bir savunma mekanizması oluştu. Oysa ki Hitler henüz 1920 yılında, Münih‘de partisinin 25 maddelik programını açıkladığı birahane konuşmasından, 1933‘de iktidara geldiği zamana kadar Yahudi azınlıkla ilgili tutumunun ve planlarının işaretlerini vermişti. Nitekim 5 Mart 1933 tarihinde yapılan seçimlerden sonra Hitler hükümeti kurulmuş, 24 Mart tarihinde KPD (Almanya Komünist Partisi) ve SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) dışındaki partilerin desteğiyle parlamentoda 2/3`lük çoğunluk şartı sağlanarak Hitler hükümetine tam yetki veren yasa onanmıştı. Yasanın onanmasından henüz bir hafta sonra, 1 Nisan`da farklı şehirlerde “Yahudi Boykotu“ (Judenboykott) adı altında ilk pogrom gerçekleşti; kısa süre sonra şehir meydanlarında Stefan Zweig, Karl Marx, Sigmund Freud gibi yazarların kitapları yakılırken, Yahudi profesörler Kültür Bakanlığı tarafından üniversitelerden uzaklaştırıldı.[xiv] Bunu izleyen süreç içerisinde ise hemen herkesin malumu olan; Yahudiler, sol cenahtakiler, eşcinseller ve sakatlara yönelik imha politikası uygulandı.
Bugünün Patriotizmi
Alman patriotizminin 18 ve 20. yüzyılar arasındaki kitleselleşme süreci; toplumun azınlıklarını hedef alan siyasi ve toplumsal nefret dilinin, kitlelerin ve (zoru içselleştirmiş olan) devletin şiddetinin motoru olduğunu açıkça gösteren bir zaman aralığına tekabül ediyor. Bu bağlamda aktüel olanı, tarihin tekerrür ettiği noktalardan yakalayarak değerlendirdiğimizde, bugünün Almanya‘sında siyasi dilin, toplumsal hafızasını yitirmeye yüz tuttuğunu görüyoruz.
1989 yılında Berlin Duvarı‘nın yıkılışı Doğu ve Batı Almanya’yı birleştirirken, bu tepkimenin yan ürünü milliyetçilik oldu. Birleşme sırasında atılan “Wir sind eine Nation!“ (Biz bir ulusuz!) sloganı, her Avrupa ve Dünya Futbol Sampiyonası‘nda daha güçlü bir şekilde dile getirilmeye başlandı. Uluslararası boyutta oluşan Nazizm algısıyla arasına mesafe koymak adına, toplum 1945‘ten sonra Almanya bayrakları ile kutlama yapmayı tercih etmezken, Almanya‘da düzenlenen 2006 Dünya Futbol Sampiyonası ile “zararsız vatanseverlik“ olarak da adlandırılan bir bayrak fetişizmi patlak verdi.[xv] Almanya‘daki neo-nazi yeraltı örgüt yapılanmalarının, Müslüman azınlığa yönelik gerçekleştirdikleri (Alman gizli servislerinin de parmağı bulunduğu ortaya çıkan) dönerci cinayetlerinde olduğu gibi, şiddeti propaganda aracı olarak belirlediği bir ortamda, Hıristiyan Birlik partileri (CDU-CSU), bu “modern patriotizm“ olarak adlandırdıkları olgunun temsilciliğine soyundular. Bu bağlamda Hıristiyan Demokrat Parti‘nin eski Genel Sekreteri Laurenz Meyer‘in, patriotizmin “temel bir duygusal davranış biçimi“ olduğu iddiası, milliyetçiliğin en uç noktasında bulunan ilkçi-doğalcı yaklaşımla örtüşüyor. Bununla beraber NPD‘nin (Almanya Milliyetçi Partisi) kullanmaktan çok hoşlandığı, Bismarck zamanının ayrımcı jargonuna ait olan “Vaterlandslose Gesellen“ (Anavatansız Yoldaşlar) kalıbı, şimdilerde Hırisitiyan ve sosyal demokrat politikacılar tarafından da kullanılır oldu. Bu senenin başında ise Sol Parti‘nin (Die Linke) Doğu Almanya doğumlu parlamenterlerinin herhangi bir mahkeme kararı olmamasına rağmen gizli servis tarafından dinlendiği ortaya çıktı. Kimi Hıristiyan demokrat vekillerin ve Hür Demokrat Partili Adalet Bakanı‘nın dahi eleştirdiği bu olay karşısında, İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich‘in gizli servisi mütemadiyen kollayan tavrı, zamanında Bismarck yönetiminin sosyal demokrat-sosyalist siyaseti tecrit etmek adına gösterdiği çabaları andırıyordu.
Almanya toplumunun yaklaşık bir asır sonra tekrar patriotizmin “güvenli limanina“ savrulduğuna dair en önemli emarelerden biri de Treitschke‘nin 19. Yüzyılda yayımlanan Preußischen Jahrbücher‘ini andıran, Thilo Sarazzin‘in 2010 yılında basılan “Deutschland schafft sich ab“ (Almanya kendini yok ediyor) ve Heinz Buschowsky‘nin bu sene içinde çıkan “Neukölln ist überall“ (Neukölln her yerde) adlı kitapları. Treitschke‘nin Yahudiler`i şanssızlık olarak görüp, Almanlaşmalarını salık verdiği gibi; Sarazzin ve Buschkowsky de (ikisi de SPD‘li politikacılar) Müslüman göçmenlere Alman kültürüne entegre olmalarını öğütlüyorlar. Alman İmparatorluğu‘nda kendisini antisemitizm üzerinden ifade eden Alman milliyetçiliği, Federal Almanya‘da (yine “vatan sevme“ kisvesi altında) ifade biçimi olarak kendisine bu sefer İslamofobiyi seçmiş durumda. Sarrazzin‘in kitabının yarattığı tartışmanın ardından yapılan kamuoyu arastırmasında, Sarrazin‘in bir parti kurması durumunda yüzde 18 civarında oy alacağı ortaya çıktı. Bu yaşananların üzerine neo-nazi partisi NPD Sarrazin`i selamlamış, Sarazzin‘i ve kamuoyu araştırmasında “Sarrazin Partisi‘ne“ oy vereceklerini söyleyenleri NPD‘ye davet etmişti.
“Eğer dilerlerse torunlarımın çocukları da 100 yıl sonra Almanya‘da yaşayabilsinler istiyorum. Torunumun ve torunumun çocuğunun ülkesinin, büyük kısmı Müslüman olan, birçok yerinde Türkçe ve Arapça konuşulan, kadınların başörtüsü taktığı ve günlük ritmin müezzinin çağrısına göre belirlendiği bir ülke olmasını istemiyorum. Eğer bunu yaşamak istersem, tatil için şarka bir bilet ayırtırım.“[xvi]
Sonuç
İddia edildiğinin aksine milliyetçilik ile arasında kesin bir sınır bulunmayan (ideolojik skalada olsa olsa milliyetçiliğin bir ton açık haline tekabül eden) ve bir çeşit seyreltik milliyetçilik olan patriotizm de milliyetçiliğe içsel olan, bir gruba yönelik fobik eğilimler üzerinden kendisini ifade ediyor. Bir asır önce Alman İmparatorluğu’nda meydana gelen milliyetçi “yanlış bilinçlenme”, yeni baştan oluşturduğu “modern patriotizm“ kavramını bu sefer futbolun üzerine bina ederken, sol alerjili İslamofobik bir siyaset izliyor. Böyle devam ettiği sürece, yeni Treitschkeler ve nefret suçları üreten bu Alman neo-patriotizminin de ileride İslamofobik pogromlar üretmesi sürpriz olmayacaktır.
[i] Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları: Eleştirel Bir Bakış, 3. Baskı, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2009, s.40.
[ii] Ricarda D. Herbrand, “Zwischen Kosmopolitismus und Nationalismus-Johann Gottlieb Fichte”, Die TABVLA RASA. Jenenser Zeitschrift für kritisches Denken, Jena: TABVLA-RASA-Verlag, 28. sayı, Nisan 2007, http://www.tabvlarasa.de/28/Herbrand.php (son erişim: 03.10.2010)
[iii] Ricarda D. Herbrand, a.g.e.
[iv] Umut Özkırımlı, a.g.e., s. 36.
[v] Guido Wölky, Roscher, Waitz, Bluntschli und Treitschke als Politikwissenschaftler: Spätblüte und Untergang eines klassischen Universitätsfaches in der zweiten Hälfte des 19. Jahrhunderts, doktora tezi sözlüsü: 24.05.2006, s. 336-337. http://www-brs.ub.ruhr-uni-bochum.de/netahtml/HSS/Diss/WoelkyGuido/diss.pdf, (son erişim: 10.10.2012) Bismarck 1862’de Prusya Meclisi’ndeki bütçe tartışmaları sırasında, Prusya ordusunda gerçekleştirmek istediği reform için gerekli gördüğü bütçenin onaylanmasını istemiştir. Liberal milletvekillerini ikna etmeye çalışırken zamanın büyük problemlerinin çoğunluk kararları ve tartışmayla değil “kan ve demir” ile çözülebileceğini iddia etmiştir. Eberhard Kolb, Bismarck, Münih: Verlag C. H. Beck, 2009, s. 56-57.
[vi] Umut Özkırımlı, a.g.e., s. 43.
[vii] Uffa Jensen, “Die Juden sind unser Unglück!”, ZEIT ONLINE, http://www.zeit.de/2002/25/200225_a-treitschke_xml (son erişim: 09.10.2010)
[viii] Bismarck zamanından daha da sonra 1927’de kurulan ve NSDAP’nin (Nasyonal Sosyalist Alman Işçi Partisi) yayını olan “Der Angriff” gazetesinde de Marksizm, “Yahudi Sosyalizmi” olarak adlandırılıyor, Karl Marx’tan Karl Liebknecht’e o güne kadar yaşamış ve yaşamakta olan tüm Marksistlerin aslında Yahudi olduğu iddia ediliyordu. Hatta böylece Yahudiler’in, sosyal politikaların gelişiminde rol oynayan sendikalarda söz sahibi olduğu, Yahudiler`in iş birliği yüzünden işçilerin az maaşlarla calişmak zorunda kaldığı söyleniyordu. Dr. Reiner Zilkenat, “Daten und Materialien zur Diskiriminierung, Entrechtung und Verfolgung der Juden in Deutschland im Jahre 1933” (Toplum analizi ve Politika Egitimi - Seminer Notları, Rosa Luxemburg Vakfı, Kasım 2004), s.11. Dr. Reiner Zilkenat’ın seminer notları, Nazi Partisi’nin iktidara geldiği 1933 yılı boyunca Yahudiler’in maruz kaldığı pogromlara ve ayrımcı politikalara dair bilgi edinmek isteyenler için faydalı olacaktır.
[ix] Eberhard Kolb, a.g.e., s.114.
[x] Guido Wölky, a.g.e., s.410-411
[xi] Michael Wildt, “Der muß hinaus! Der muß hinaus!” Antisemitismus in deutschen Nord- und Ostseebädern 1920-1935, Mittelweg 36, 10.yil, 4. sayi, Agustos/Eylül 2001, s. 3.
[xii] Michael Wildt, a.g.e., s. 7.
[xiii] Michael Wildt, a.g.e., s. 11. Borkum plajı şarkısında yapılan tasvire göre yassı ayaklılık, eğri burunluluk, dağınık ve kıvırcık saçlılık Yahudi ırkının tipik özelliklerini oluşturuyor.
[xiv] Dr. Reiner Zilkenat, a.g.e., s. 14-17, 25.
[xv] En son 2012 Avrupa Şampiyonası’ndaki bir maç sırasında Almanya tribününde, 1871- 1945 arasında kullanılan imparatorluk savaş bayrakları açılmıştı.
[xvi] Thilo Sarazzin, Deutschland schafft sich ab: Wie wir unser Land aufs Spiel setzen, 13. Baskı, Münih: Deutsche Verlags-Anstalt, 2010, s. 308