Paris'te İsyan: Şarkısını Roger Waters'tan Duymuştuk! Ça Ira-Umut Var

‘60’lı yıllarda Paris’ten dünyaya yayılan özgürlük hareketleriyle paralel yol aldı, Fransa’ya çok uzak olmayan bir yerde, İngiltere’de kurulan Pink Floyd. Başlangıç yıllarında marjinal önderleri Syd Barrett’in müziği ve sözleri belirleyiciydi. Dünyanın tahminlerinin de ötesinde acıtıcı bir yer olmasına yoğun uyuşturucu madde kullanımına rağmen dayanamayan Barrett gruptan ayrılıp kabuğuna çekildi. Bu dönemde sahneye, babasını II. Dünya Savaşı’nda kaybetmiş basçı Roger Waters çıktı. Waters grubun en politik üyesiydi. 1979 yılında çıkardıkları 2 CD’den oluşan The Wall albümü grubun bu kimliğinin en belirgin ifadesiydi. ‘80 sonrası Pink Floyd, Waters’lı son albümü olan The Final Cut’u yayımladı. Bu çalışma çoğu tarafından Waters’in bir solo albümü olarak kabul ediliyordu ve bir anlamda The Wall’ın devamı niteliğindeydi.

Yolları ayrılan Floyd ve Waters hayranları da ikiye böldü. Pink Floyd, Waters’ın yokluğunda kendini tekrar eden nostaljik bir gruba evrildi; açıkça belirtmek gerekir ki Waters grubu kimliklendirmede Syd Barrett sonrası hakim faktördü. 1992 yılında Waters solo kariyerinin o zamana kadarki en önemli albümünü yayımladı: Amused to Death (Ölümüne Eğlence). Politik kimlik gene ön plandaydı. Dünyanın gidişatına duyulan öfke ve bundan kaynaklanan şarkı sözleri…

Pink Floyd ve Waters yaşlı Avrupa’nın ve dünyanın değişimini her adımda yaşıyorlardı. 13 yıldır hiçbir stüdyo albümüne imza atmayan Waters, Fransız Devrimi’nin 200. yılına denk gelen 1989’da yapmaya karar verdiği operası Ça Ira’yı yayımladı. Bu şarkı zaten Fransız Devrimi’nin bir çocuğuydu.

Albümün çıkmasının kısa bir süre sonrası, sanki Waters hayatı, hayat da Waters’ı izler gibi, Paris’teki göçmen intifadası yaşandı. Bir Üçüncü Dünya ülkesindekilere benzer görüntülerin Avrupa’nın en önemli başkentlerinden Paris’te ortaya çıkması, ister “medeniyetler çatışması” isteyenlerin bir provokasyonu olarak alınsın, ister göçmen politikalarının Fransa milli takımına Zinedin Zidane gibi gibi yetenekli göçmen çocuklarını devşirmekle çözülemeyeceğini anlamayan politikacılarının hataları sebebiyle meydana gelen birikimin yansımasını oluştursun; her halükarda bunların Fransız Devrimi, Paris Komünü ve 68 Hareketi’ni yaşayan bir yerde ortaya çıkması anlamlı. “Aşkın başkenti” etiketiyle turistik malzeme haline getirilen Paris’in isyankar ruhu çıkıyor yine ortaya.

Waters’in albümünde gerçek hayatta olduğu gibi ezilenler Paris’in kapısındaydı. Hangi neden ve görüşle o sokaklara çıkarlarsa çıksınlar, yoğun bir memnuniyetsizliği ifade ediyorlardı. Eşitlik-özgürlük-kardeşlik isteyen Fransız Devrimi, insanoğlunun bitip tükenmek bilmeyen hırsına kurban gitmişti. Devrimin kalbinin attığı kent gene yanıyor. Mağripli gençler 11 Eylül sonrası değişen (gelişen!) “terörist” kavramından paylarını alacaklar muhtemelen. Avrupa medeniyetinin burnu büyük egemenleri, iktidarlarının artık çürümekte olduğunun farkına varıp daha uzun soluklu çözümler geliştirebilecekler mi?

Yüzyıllardır dünyanın kaynaklarını nalıncı keseri gibi kendine yontan Batı-merkezli emperyalizm, “ O zenginlikte benim de payım var” diyerek oralara giden göçmenleri aşağılamayı sürdürmüştü. Fransız Devrimi’nin 200 küsur yıl sonrasında, 1789’un ezilen Fransız “üçüncü sınıfı”nın yerini göçmenler aldı. Kimbilir belki onlar da tıpkı Avrupalı kaderdaşları gibi Eşitlik-özgürlük-kardeşlik düşünün peşinde koşuyorlar şimdi.