Gezi parkı direnişinin yepyeni bir toplumsallık ve siyaset kapısı açtığı artık su götürmez bir vakıa. Açılan bu kapıdan Türkiye siyasal hayatının vazgeçilmez pratiği olan komplo teorilerinin de geçtiği dış basının dahi ciddiyetle (ve şaşkınlıkla) üzerinde durduğu bir konu haline gelmiş durumda. Peki komplo teorilerine olan bu yoğun ilgiyi nasıl okumak lazım? Ve neden komplo teorisyenliği AKP iktidarının Gezi olaylarının kökenini anlama(ma) çabalarının tam kalbinde yer alıyor?
Kestirmeden söyleyelim; bu soruları cevaplandırmak sıklıkla iddia edilenin aksine komplo teorilerini ciddiye almaktan ve nasıl bir yaraya merhem olduğunu düşünmekten geçiyor. Oysaki, akademik ve popüler yazında komplo teorisi değerlendirmeleri genellikle komplo teorisinin muhtevasına takılıp; bu muhtevayı eleştirmek, tutarsızlığını ve tarihselliğini ortaya çıkartmakla işe başlıyor ve genellikle orada da kalıyor. Halbuki komplo teorisine insanları itenin ne olduğu, komplo teorisi üretme ve yayma mekaniğinin manası yeterince tartışılmıyor. Bu da komplo teorilerini sadece bir şaçmalık, bir uydurma ve hatta paranoya olarak ele almamıza sebep olduğu gibi bu teorilerinin neden bu kadar yaygın ve etkili olduğuna dair edilecek bir kelam bırakmıyor.
Komplo teorilerine karşı olan bu kısır yaklaşımın en önemli nedeni acil siyasi analizler yapma isteği. Komplo teorileri öncelikle içeriği üzerinden ve sadece siyaseten okunuyor; muhtevasına bakıp siyasi sonuçlar çıkartılıyor. Örneğin, Türkiye’de ve tüm Dünya’da komplo denince ilk akla gelen ‘yahudi oyunu’ senaryolarına karşın ‘neden insanlar yahudilerin gizli bir planı olduğunu düşünüyorlar’ sorusu çok sık sorulmasına karşın, ‘neden insanlar gizli planlara referans vemeye ihtiyaç duyuyorlar’ sorusuna pek de sıra gelmiyor. Ilk soruya verilecek cevaplar anti-semitism ile ilgili bir takım tarihsel önyargı ve bu önyargıların nasıl siyasal amaçlarla kullanıldığını anlatabiliyor belki ama komplo teorilerine neden ihtiyaç duyulduğunu açıklamaktan aciz kalıyor.
Halbuki komplo teorileri, daha insan merkezli bir yaklaşımla, muhteviyatından değil, işleyiş mekaniğnden başlamak da mümkün.[1] Bu da, aslında, komplo teorilerinin bir inanma ve bilme mekanizması olduğu kabulüyle ve neden insanlar tam da bu noktada bir gizli plana inanmaya ihtiyaç duyuyorlar sorusunu sormakla, yani, kitabi konuşmak gerekirse, antropolojik bir hassasiyetle mümkün.
Komplo mantığı ve gizli planların varlığına olan inanç elbette büsbütün yeni ve sadece ülkemize ait bir kültür değil. Başa gelen beklenmedik ve travmatik felaketlerin, doğa olaylarının cadılarla, büyüyle ve benzeri doğaüstü nedenlerle açıklama geleneği hem doğu, hem de batı toplumlarında oldukça yaygın olagelmiş.
Komplo teorilerinin neden kriz zamanlarında yükselişe geçtiğinin ipucunu verebilecek ilk soru ile başlayalım: Komplo teorilerine bu derece meyletme tabii ki Turkiye’ye has bir siyasal kültür değil. Ötesinde “komplo teorisi” dediğimiz bilme arzusunun şüpheci (ve modern) bir pratik olduğunu belirtmek elzem. Ancak komplo teorisinin basit mekanizmasını anlamak için - hazır antropolojik yaklaşımın da adını vermişken - daha geleneksel şüheci bilme biçimlerine, adı “komplo teorisi” olmayan komplo teorilerine bir göz atabiliriz. En bilenen, ders kitaplarında sıklıkla atıf yapılan örnek Güney Sudanlı Azandeler. Azandeler’in inanış sisteminde beklenmedik olaylar, kazalar ve felaketler her zaman faili belli bir eylemin, cadılığın sonuçları. Örneğin üzerine ağaç düşerek yaralanan bir Azande bunun ağacın köklerinin zayıfladığı için olduğunu pek ala bilse bile; “neden bu anda ve bu yerde bu kaza benim başıma geldi?” gibi birçoğumuz için tatmin edici bir cevabı olmayan bir soruya “çünkü bu ancak bir cadının saldırısı olabilir” karşılığını verebiliyor. Zurnanın zırt dediği yer ise Azande’nin sorusundaki “neden bu anda ve bu yerde” vurgusunda.
AKP’nin Büyük Oyun adlı Gezi Direnişinin sebeblerini açıklama iddiasi ile hazırlattığı video’nun temel sorusu, farklı şekilde sorulsa da üzerine ağaç düşen Azande’nin sorusuyla çok benzer: “ Yükselen yıldız “Türkiye Cumhuriyet tarihinin en parlak Mayıs ayını yaşar[ken], tüm göstergeler en olumlu dereceleri gösteriri[ken]”, (soruyu biz tamamlayalım) neden bu anda ve bu yerde [İstanbul Gezi Parkı’nda] iktidara karşı ayaklanıldı? Fark edileceği üzere iktidarın bu sorusunun cevabı, hazırladığı videonun başlığında gizli: belli ki üzerimizde oynanan, ya da kurgulanan senaryo, bir oyun mevcut idi.
Aslında bu cevap kendi içinde iki anlam taşıyor: 1) “birileri”[2] bir plana bizi alet ediyor ve bu planı/oyunu/senaryoyu yönetiyor 2) biz bu planın/oyunun/senaryonun hem mağduru (nesnesi), hem de bu oyunun nasıl ve hangi gizli aktörler tarafından tezgahlandığını anlayacak yegane akılcı/bilgili[3] kişileriz (öznesiyiz). Bu anlamlardan ilki, başımıza ‘neden bu an ve bu yerde’ geldiğini anlamadığımız olayların bizim irademiz dışında komplo/senaryo/oyun[4] kavramları ile ancak açıklanabildiğini, ikincisi ise Türkiye siyasal kültürünün bir insanlık durumu olan özne/nesne gerilimini kendine has bir biçimde nasıl siyasallaştırdığının sinyalini veriyor.
Bu haliyle komplo teorisi gücünü muhtevasının ikna ediciliğinden değil, muhtevanın üzerine inşaa edildiği kandırılma/kandırıldığını bilme ikileminden alıyor. Diğer bir deyiş ile komplonun faili olan birilerinin yahudi veya faiz lobisi olması, emperyalist yada telekinezi yöntemleri kullanıyor olmaları komplo teorisinin ikincil ayakları, aslında ayrıntılarıdır. Bir komplo teorisini başarılı kılan bu içeriğin ötesinde komploya maruz kalanların aynı anda hem mağdur hem de hakim oldukları izleniminin ikna edici bir biçimde verilebilmesidir.
Komplo teorilerini anlamak için aceleci siyasi çıkarımlar yapmaktansa bu teorilerin oluşma ve işleme mekanizmalarına bakılması gerektiğini, bu amaçla komplo teorisi antropolojisinin diye de adlandırılabilecek bir yaklaşımın faydalı olabileceğini belirtmiştik. Bu komplo teorilerinin siyaset dışı olduğundan değil, aksine bu teorilerin siyasi işlevinin ancak insanları içine alan mekanizmaları üzerinden anlaşılabileceğinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda komplo teorilerinin Türkiye siyasetinde bu denli yer tutmasının sebebi sadece içeriklerinin (antisemitizm, kaba antiemperyalizm, zenofobik vs.) ikna ediciliği ve yaygınlığından değil, bu teorilerin ürettiği hem mağdur hem de hakim olma halinin önemli bir iktidar formulü olarak görülmesinden kaynaklandığını söyleyebilir.
Meselenin Gezi senaryolarının fantastik içerikleri ve onların doğrulukları ile alakası olmadığını, aslen bir bilme/inanma pratiğinin yansıması olduğunu bu süreçte iktidara yakın düşün çevresinde oluşan irili ufaklı tartışmaları üzerinden okumak da mümkün. Bu süreçte komplo teorilerine çok da prim vermeyen ama iktidara da sempati ile bakan isimlerden olan Mustafa Akyol’a yazılı ve sosyal medyada verilen – yer yer saldırgan – tepkiler genellikle komplo muhteviyatları ile ilgili değil Akyol’un bilen-mağdur olamamasına, hatta açık bir şekilde olmayı reddetmesine yönelikti. Yine benzer şekilde, Yeni Şafak yazarlarından Yasin Aktay ve Hilal Kaplan komplocu suçlamalarına göğüs gerdikleri yazılarında komplo teorilerini ispatlama çabasına girmekten ziyade bilme/görme/inanma haklarının komploculuk iddiası ile alıkonulamayacağı temelinde savunma yaptıklarına şahit olduk. Bu da çok normal; keza komplo teorisinin ispatı olmaz, ancak teorileri kullanımda tutmanın yarattığı etkiden söz edilebilir. Bu iki yazarın ardı ardına birbiriyle ilişkili ilişkisiz örnekleri ‘teori değil, komplonun kendisi’ disturu ile sıralamaların hizmet ettiği tam da budur.
İşte tam da bu yüzden Gezi olaylarını komplo teorileri ile açıklama çabasını basitçe aslına rücu etme, yani, Milli Görüş zihniyetinin geri gelişi olarak değil, Türkiye siyasal kültüründe bir devamlılık olarak okumak lazım.[5] Komplo teorisyenliğine yatkınlığından ötürü Kemalist siyasetten kopuş iddiasındaki İslami-muhafazakar düşünürler, kriz anında eleştirdikleri ideolojinin temel pratiğini birebir takip etmekte bir beis görmüyorlar. Üstelik İslami-muhafazakarlık yakın geçmişte uğradığı hukuksuzluk ve bugünkü muktedirliği ile komplo teorisyenliğinin mağdur/hakim, aldatilan ama bilen gerilimiyle daha uyumlu bir tarihe de sahip. Bu da, aslında, komplo teorilerinin Türkiye gündeminde neden kendine has bir hal aldığını açıklıyor. Batılı siyasetçilerin ve gazetecilerin AKP hükümetinin Gezi direnişini komplolar ile açıklamalarına şaşırmaları da tam da bu sebepten: Komplo teorileri batıda da var, ancak Batılı gözünde hükmeden, mağdur değil, akılcı ve bilendir. AKP siyasetçileri ise bu paradigmanın göbeğinde olup dışındaymış gibi davranarak Batılı muadillerini ters köşeye yatırıyor.
Peki Türkiye siyasi kültüründe komplo teorilerinin merkeziliğini nasıl anlamlandırmak, bununla nasıl baş etmek lazım? Cevabı oldukça zor olan bu soru için belki, tekrara düşmek pahasına, bir kaç dağınık düşünce ortaya atılabilir. Öncelikle komplo teoriciliğinin modern bir olgu olduğunu ve modern olma/bilme biçimi ile, yani post-koloniyel durum ile, yakından alakalı olduğunu bilmek de yarar var. Hiç bir zaman tam olarak sömürgeleşmediği gururla ifade edilen Türkiye’nin tarihsel arkaplanın bir uzantısı olarak sömürgecilik sonrası toplum refleksleri verdiğini düşünmeli ve bu bağlamda ele almalıyız[6]. Komplo teorileri geleneksel bir eğilim olarak değil de modern bir post-koloniyel durum olarak ele alınırsa anlam kazanabilir. Neredeyse ülkedeki tüm siyasi akımları yatay olarak kesen ve aslında bizdeki haliyle bir milliyetçilik biçimi olan kaba emperyalizm okumasını bu noktada bir uzun soluklu bir örnek olarak bir kenara yazabiliriz. Komplo teorisyeni ile başetmenin, onun varlığından emin olduğu gizli güçler[7] komplosunun gerçek olup olmadığını ispatlamakla değil; zanaatının bir oyun, bir inanış[8] olduğunu ifşa etmekle mümkün olabilir. Komplo teorileri mağdur/hakim ikiliği sürdürülebildikçe var olacak, bu ikiliğin aynı bünyede olamayacağı ispatlandığı ölçüde de etkisiz olacaktır.
[1] Bu hassasiyete yer veren bir başka yazı için bkz, H. Bahadır Türk, ""Yedirmeyeceğiz...": AKP, Komplo Mantığı ve Siyasal Paranoya"’, Birikim, 291-292.
[2] Belirsiz özne “birileri” Büyük Oyun videosunda da sıklıkla dillendiriliyor.
[3] Komplo teorileri zikredildiğinde “temelsiz bilgi” ya da “paranoya” yerine yazının başından beri “şüpheci” kavramını tercih ettik. “Akılcı” ile de antropolog George Marcus’un komplo teorileri icin kullandığı “akıl dahilinde paranoya” kavramını benimsiyoruz.
[4] Komplonun Fransızca küçük entrika anlamındaki complot’dan dilimize geçtiğini, plot kelimesinin de İngilizcede hem senaryo hem de komplo anlamına geldiğini aklımızda tutalım.
[5] Bu noktada Suheyb Öğüt’ün okurlarına Gezi oyunu iddialarını abartarak Kemalist komplo teorisyenlerine benzememelerini salık ettiği yazısını sempatiyle okuyor ancak muhafazakar kesimin komplo teorileri ile olan mevcut ilişkisini istisna, geri düşme veya başkalarına benzeme şeklinde değil, devamlılık olarak değerlendiriyoruz.
[6] Komploculuk ve post-koloniyel durum demişken dünya ekonomisinde önemli yeri olan Hindistan’da hala ülkenin gizli bir anlaşma ile Büyük Britanya’ya bağlı olduğuna inananların sayısının azımsanmayacak kadar çok olduğunu hatırlatalım.
[7] Büyük Oyun videosundaki “birileri” ya da başbakanın tabiriyle “bunlar.”
[8] Yazımızın başında komplo teorisyenliğini bir “pratik” olarak adlandırmamızda bu sebepleydi.