Ukrayna Soğuğunda Güç Savaşımı

GİRİŞ

24 Kasım 2013’ten bu yana Ukrayna’da sular durulmuyor. Kiev Bağımsızlık Meydanı’nda toplanan binlerce insan, Avrupa Birliği ve Ukrayna bayraklarıyla protestolarda bulunuyor. Protestoların sebebiyse, hükümetin 28–29 Kasım 2013’te Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta Ukrayna ile AB arasında imzalanması planlanan Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşması (DKSTA) için hazırlık yapan komisyonun faaliyetlerini dondurması. Ukrayna’nın yoluna AB ile devam etmesi gerektiğini ifade eden protestocular, hükümetin bu tavır değişikliğinin ardında Rusya’nın olduğuna inanıyor. Polisin kitleleri sert müdahalelerle dağıtma girişimiyse grupları daha da öfkelendirmişe benziyor. Üstelik hükümetin geri adım atmayıp yönünü Moskova’ya döndüreceği sinyallerini açıktan vermesi, yeni bir talep listesi hazırlanmasına da yol açtı. Nitekim ilk günlerde hükümete AB ile entegrasyon için baskı yapılırken, daha sonraları Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç ve Başbakan Mikola Azarov’un istifasının talep edilmesi bu durumun en açık göstergesi. Söz konusu protestolar ve hükümetin tavrı çerçevesinde Ukrayna’da yaşananlara mercek tutulduğunda ise, Ukrayna siyasi tarihine damgasını vuran doğu ile batı arasında sıkışmışlığın yeni bir boyutu su yüzüne çıkıyor. Dahası hükümet, AB ile anlaşmanın siyasi ve ekonomik kâr-zarar hesaplamasındaki iç karartıcı tablosuyla kitlelerin istekleri arasında da sıkışmış durumda. Bu noktada Ukrayna’nın önündeki alternatiflere bakmak ve Ukrayna’yı bekleyen olası senaryoları ele almak yerinde olacak.

1. BRÜKSEL’İN DOĞU ORTAKLIĞI

Ukrayna’nın önündeki ilk seçenek, AB’nin Doğu Ortaklığı Projesi. Aslında söz konusu projeye bakıldığında AB’nin SSCB’nin dağılmasının ardından eski Sovyetler Birliği coğrafyasına ilişkin yürüttüğü “Komşuluk Politikası”nın derinleştirilmiş hali göze çarpıyor[1]. Rusya’nın 2008’de Gürcistan’a müdahalesinin ardından, kendisi de eski bir Doğu Bloğu ülkesi olan Polonya, İsveç’in de desteğiyle Transkafkasya bölgesinde AB’nin özel bir politika yürütmesi için öneride bulundu[2]. AB de bu doğrultuda daha önceki Komşuluk Politikası bağlamında 16 ülkeyi kapsayan ve Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Gürcistan, Moldova ve Ukrayna ile tam üyelik perspektifi olmadan ilişkilerin geliştirilmesini amaçlayan Doğu Ortaklığı Projesi’ni uygulamaya soktu[3]. Zaten Doğu Ortaklığı Projesi de bu nedenle Komşuluk Politikası’nın belirli bir bölgeye uygulanması olarak değerlendirildi[4]. AB, kısacası, bu projeyle doğu sınırında iyi ilişkilere sahip olduğu ve kendisiyle uyumlu ülkeler görmek istiyor. Ancak AB’nin neden doğu sınırını bu kadar öncelediği sorusunun cevabı yine Moskova’yı işaret ediyor. Kendi yayın organları dâhil pek çok farklı mercii, bu yeni yönelimin hedefinde Rusya ile girilen nüfuz alanı mücadelesinin olduğunu ifade etmekten çekinmiyor. Küresel olarak Rusya’nın dengelenmesi gerektiğini düşünen AB, özetle, işe Rusya’nın yakın çevresinden başlamış görünüyor.

AB’nin 2008’den beri yürüttüğü Doğu Ortaklığı Projesi, serbest ticaret anlaşması, aşamalı vize kolaylığı, ortak dış ve savunma politikasında işbirliği ile bilim-kültür ve eğitim alanında işbirliğini kapsıyor[5]. Doğu Ortaklığı kapsamında ortaklık için sadece Rusya’ya komşu olmak yetmeyeceği için, AB yasaları ve mevzuatının da bu ülkelerde hayata geçirilmesi gerekiyor. Öyle ki AB ile DKSTA imzalayanlar yaklaşık 350 adet AB hukuku düzenlemesini hayata geçirmekle yükümlü bulunuyor[6].

Ekonomide işlerin pek yolunda gitmediği Ukrayna için 2010’da paraf edilen DKSTA, 500 milyon avroluk tüketici piyasasına ve 12,9 katrilyonluk ekonomiye dahil olma anlamına geliyor. Ancak Ukrayna’nın rekabetin hayli çetin olduğu Avrupa pazarına ne kadar dayanabileceği ve söz konusu uyum politikalarını uyguladığı takdirde ekonomisindeki daralmayı hangi formülle aşacağı merak konusu. Ayrıca Ukrayna’nın DKSTA’yi imzalaması durumunda Rusya ile ticarette düşüş yaşanacağı da çok açık. Öyle ki, AB ile görüşmelerin hız kazanmasıyla bile Rusya tarifelerde değişiklik yapmış, Ukrayna-Rusya ticareti 2013’ün üçüncü çeyreğinde yüzde 18 gerilemişti. Dahası, Rusya ile düşen ticaret hacminin ekonomik daralmanın yanında işsizliği de arttıracağına kesin gözüyle bakılıyor.

Ekonomik kaygıların yanı sıra Ukrayna hükümetini siyasi alanda da zor bir dönem bekliyor. Zira AB, anlaşma öncesinde Ukrayna’da hâlihazırda tutuklu olan eski Başbakan Yuliya Timoşenko’ya yurtdışında tedavi imkânı sağlanmasını istiyordu. Ukrayna Parlamentosu Rada ise “Tutuklu Mahkûmların Yurtdışında Tedavi Edilmesi Yasası”nı daha önceki günlerde reddetmişti. Hükümet, yolsuzluktan mahkûm edilen Timoşenko’nun yurtdışına gönderilmesi durumunda Ukrayna’da adil yargılanmadığını ifade etmesinden ve siyasi baskıyla serbest bırakılma ihtimalinin kuvvetlenmesinden endişe ediyor. Timoşenko’nun serbest kalması, hükümet ve Cumhurbaşkanı Yanukoviç için iki açıdan risk taşıyor. Birincisi, serbest kalması durumunda hesabına aktardığı iddia edilen 405 milyon doların bir daha tahsil edilemeyeceği düşünülüyor. İkincisi, 2010’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Timoşenko’yu çok az farkla geride bırakan mevcut Cumhurbaşkanı Yanukoviç, eski rakibinin 2015’te kendisine yeniden rakip olacağını ve seçilme şansını riske atacağını düşünüyor.

Siyasi ve ekonomik gerekçelerle Ukrayna’nın son anda anlaşmadan vazgeçmesi, geniş tartışmalara neden oldu. Oysa AB-Ukrayna arasında söz konusu anlaşmanın imzalanmama ihtimali aslında faaliyetler dondurulmasaydı da hayli yüksekti. Zira Ukrayna, siyasi alanda kendisine beklenen düzenlemeleri hayata geçirmemişti. Dolayısıyla Yanukoviç’in son hamlesi, Rusya’nın gönlünü almaya yönelik bir çaba olarak ele alınabilir.

2. MOSKOVA’NIN GÜMRÜK BİRLİĞİ

Ukrayna için yol ayrımı anlamına gelen ikinci seçenekse, en büyük doğu komşusu Rusya’nın önderliğinde örgütlenen Gümrük Birliği. SSCB’nin dağılmasından bu yana Rusya ile eski SSCB ülkeleri arasında siyasi ve ekonomik entegrasyona yönelik pek çok adım atıldı. Üst düzey toplantılar ve uluslararası anlaşmalarla gerçekleştirilmeye çalışılan bütünleşme projeleri genelde hayal kırıklığıyla noktalandı.[7] Dahası bu bütünleşme projeleri, özellikle Batılı devlet ve akademisyenler tarafından Rusya’nın ticari ve ekonomik gücünü kullanarak “yakın çevresi”nde yeni bir hegemonya kurma senaryosu olarak görüldü.

Söz konusu coğrafyada SSCB’nin dağılmasıyla yıkım yaşanan alanların en başında ekonomi geliyor. Tam da ekonomik kaygılardan hareketle, 1995’te bugünkü Avrasya Gümrük Birliği’nin temelleri atıldı. Rusya-Belarus-Kazakistan arasında bir Gümrük Birliği kurulması için inisiyatif başlatıldı. Bu inisiyatif söz konusu ülkelerden hareketle Avrasya’da bir ekonomik bütünleşme hedefliyordu.

Vladimir Putin’in 2000’de Rusya’da başkanlık koltuğuna oturmasıyla, bu girişim de hızlandırıldı. Nitekim bu doğrultuda 2000’de Rusya, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ı içine alan Avrasya Ekonomik Topluluğu (AET) kuruldu. 2002’de Moldova ile Ukrayna’nın ardından Ermenistan da örgüte gözlemci statüsüyle dâhil oldu[8]. AET, diğer girişimlerden farklı olarak ortak tarih ve kültürün ötesinde ekonomik kaygıları ön plana çıkararak pragmatizm şemsiyesi altında bütünleşmeyi hedefleyen bir oluşum. Kısaca ülkeler arası ekonomik işbirliğinin artırılması ve etkinleştirilmesi amacı taşıyan AET’nin hedeflerinden birisi de üyeler arasında Gümrük Birliği’nin kurulmasıydı. Gümrük Birliği, taraf ülkeler arasında her çeşit tarife ve eşdeğer vergiden muaf bir ticari faaliyetin yürütülebildiği ve tarafların, birlik dışında kalan ülkelere yönelik ortak bir gümrük tarifesi benimsedikleri bir ekonomik bütünleşme modeli[9]. AET’nin bu hedefi, 2010’da Rusya-Belarus-Kazakistan’dan oluşan Gümrük Birliği ile hayat buldu. Yakın dönemde Kırgızistan, Tacikistan ve Ermenistan’ın da Gümrük Birliği içinde yerlerini alacak olması, Avrasya Birliği projesinin gerçekleşme ihtimalini güçlendiriyor.

Söz konusu bu oluşumun Ukrayna için önemine bakıldığındaysa, bazı nedenlerin vazgeçilmezliği dikkat çekiyor. Durum ilk olarak Kiev açısından incelenecek olursa, Ukrayna’nın ekonomik verileri Rusya ve Gümrük Birliği’ne hem de dikkat çekici boyutlarda bağımlı görünüyor. Şöyle ki, Ukrayna’nın 2012’deki dış ticaret verilerine bakıldığında, Rusya ile ihracat hacmi yüzde 33 civarında. Rusya dışında BDT’nin payı ise ancak yüzde 6[10]. Buna karşın AB ile ihracat oranı yüzde 25[11]. İthalat verilerine bakıldığındaysa, Rusya’nın yüzde 32’lik oranla Ukrayna ekonomisindeki en önemli tedarikçi olduğu görülüyor. Rusya dışında BDT’nin payı ise yüzde 8. Bu tabloda AB yüzde 31’lik payla Rusya’dan sonra Ukrayna ekonomisinde ikinci önemli paydaş. Benzer biçimde Ukrayna’ya yapılan yabancı yatırımda da Rusya’nın zirveyi kimseye kaptırmadığını söylemek gerek.

Ukrayna-Rusya ilişkilerinde bir diğer kritik konu başlığı da enerji. Zira Ukrayna gaz ihtiyacının yüzde 80’ini Rusya’dan karşılıyor[12]. Üstelik bu ciddi bağımlılık meselesi farklı boyutlara da sahip. Şöyle ki, Ukrayna sanayisinin büyük bir kısmı doğalgazdan sağlanan elektriğe dayanıyor. Yani, Rusya’nın gazı olmadan Ukrayna sanayisinde çarkların dönmesi de neredeyse olanaksız. Dahası ekonomik göstergeleri pek parlak olmayan Kiev’in hâlihazırda Rus enerji devi Gazprom’a yaklaşık 1 milyar dolarlık enerji borcu bulunuyor. Özellikle Turuncu Devrim’in gölgesinde 2006 ve 2009’da yaşanan borç ve fiyat krizleri yahut bilinen adıyla gaz savaşları sebebiyle Ukrayna bugün 1000 metreküp gaza 421 dolar ödeyerek gazı en pahalı satın alan müşteri konumda. Bu nedenle olsa gerek, Rusya, Gümrük Birliği’ne üye olduğu takdirde gaz fiyatlandırması konusunu Ukrayna’yla yeniden ele alabileceklerini açıkça ifade etti. Kısacası, Ukrayna ekonomik olarak Rusya’ya ziyadesiyle bağlı ve bu nedenle direksiyonu AB’den yana kırmasının adeta bir ekonomik felaket senaryosuna dönüşebileceği endişesi çok belirgin.

Rusya ve Gümrük Birliği açısından Ukrayna’nın fethedilmesi gereken bir kale olarak görülmesi de kendi içinde çeşitli nedenler barındırıyor. İlk olarak, Ukrayna, Rusya’nın ardından eski Sovyetler Birliği devletleri içindeki en kalabalık (45 Milyon) nüfusa ve en büyük ekonomiye (136 milyar dolar) sahip ülke. Dolayısıyla Ukrayna’nın Gümrük Birliği’ne katılımı hem yeni bir dinamizm getirecek hem de tüketici piyasasının büyümesine katkı sunacak. İkinci nedense Ukrayna’nın jeo-stratejik konumuyla ilişkili. Ukrayna, Brzezesinki’nin meşhur analizinde belirtildiği gibi, Rusya’nın Avrupa’ya açıldığı bir köprü durumunda. Bu durum da Ukrayna’ya ister istemez bazı açılardan önem yüklüyor. Her ne kadar Brzezinski bunu enerji bağlamında söylememişse de, bu yaklaşımın günümüzdeki karşılığı enerjiyle yakından ilişkili. Bilindiği üzere Rusya, AB’nin ihtiyacı olan gazın yüzde 24’ünü tek başına sağlıyor. Ancak geçen yıla kadar Rusya bu gazın yüzde 80’ini Ukrayna üzerinden aktarıyordu. Halihazırda Kuzey Akım Projesi’yle Ukrayna’nın bu konumu dengelenmeye çalışılıyor. Bununla birlikte, Ukrayna en azından kısa vadede Rusya transit ticaretinde önemli bir ara durak ve vazgeçilmez. Ayrıca, askeri gereklilikler de var. Malum, Rusya’nın sıcak denizlere ulaşmasını sağlayan ilk eşik Karadeniz. Bu bağlamda Sivastopol Limanı’nı Rus donanmasının kullanması, Rusya’nın güvenliği için çok önemli. Yani, Rusya’nın Karadeniz’deki varlığının Ukrayna’ya bağlı olduğu söylenebilir. Son olarak, Rusya Ukrayna’nın AB’ye anlaşması sonrasında NATO’ya katılımının da hızlanacağını düşünüyor. Buysa Rusya’nın kırmızı çizgilerinin ihlali anlamına geliyor. Bu nedenle Moskova, Gümrük Birliği’ne Ukrayna’yı dâhil ederek, NATO ve AB ile doğrudan karşı karşıya kalmamayı amaçlıyor.

Sonuç olarak, Rusya için pek çok açıdan kritik önemde olan Ukrayna’nın GB yerine AB ile anlaşması durumunda ne olacağını, Rusya Başbakanı Dimitri Medvedev şu sözlerle ifade etmişti: Ukrayna eğer Batı ile yoluna devam etmek istiyorsa, Rusya ile Batı arasında köprü olması gibi bir durum söz konusu olamaz. Kiev, bu tercihiyle, aynı zamanda Rusya ile olan “özel ilişkisini” de elinin tersiyle itmiş olacaktır[13]. Bu sözlerin uygulamadaki karşılığı, ilk olarak Ukrayna’nın Rusya’ya yönelik ihracatına bazı ekstra düzenlemeler getirilmesiyle kendini gösterdi. Nitekim “çikolata savaşları” diye bilinen krizle, yani Rusya’nın Ukraynalı Roshen markalı çikolataların Rusya’da satışını yasaklamasıyla ekonomik savaşın fitili ateşlendi. Ayrıca Rusya, Ekim 2013’teki gümrük tarifelerinde değişikliğe gitmiş ve Ukrayna’dan gelen tırlar Rusya sınırında uzun kuyruklar oluşturmuştu. Böylece Moskova, bu konuda da ne kadar ciddi olabileceğinin ipuçlarını vermiş oldu. Peşi sıra Ukrayna’ya gaz satışında bir indirime gidilmeyeceğinin ilanı ve Rusya-Ukrayna ticaret hacminde % 18’lik düşüş de Ukrayna’yı makroekonomik olarak zora sokan gelişmeler olurken,[14] Kiev’e de Rusya ekonomisindeki yeri ve önemi yeniden hatırlatılmış oldu.

3. TOPLUMSAL KAMPLAŞMAYA DOĞRU

Ukrayna’da tansiyonun bu kadar yükselmesi ve kitlelerin yeniden alanlara akın etmesi ise akıllara 2004–2005 arasında yaşanan ve “Turuncu Devrim” olarak anılan toplumsal gelişmeleri hatırlattı. Her ne kadar söz konusu dönemde yaşananlar siyasi çekişmenin bir yansıması olarak ele alınsa da, aslında o zamanki durumun da “Rusya mı Batı mı” tercihinden kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim 2004’te gerçekleşen “Cumhurbaşkanlığı Seçimi”nin hileli olduğunu düşünen yüz binler, Rusya’dan ziyade AB ve NATO ile entegrasyonu savunan Viktor Yuşçenko’nun seçimi kazandığını ve seçimde hile yapıldığını iddia ederek meydanları doldurmuştu[15]. Protestolarda turuncu renk kullanıldığı için de söz konusu kalkışmaya bu isim verilmişti. 2004–2005 arasında gerçekleşen bu eylemler sonrasında Viktor Yuşçenko cumhurbaşkanlığı koltuğuna otururken, Turuncu Prens olarak bilinen Yuliya Timoşenko da başbakanlığa gelmişti. Sıkı bir Batı taraftarı olan ikili, Batı’yla ilişkilere öncelik verirken, Rusya ile “Gaz Savaşları” olarak bilinen gelişmelerin de aktörü olmuşlardı. Öte yandan, her ne kadar bu dönemde Batı ile entegrasyon konusunda istekli bir tutum sergilendiyse de, Ukrayna’nın beklediği karşılığı aldığı da tam olarak söylenemez. Nitekim 2008’deki Gürcistan Savaşı’nın ardından Rusya ile doğrudan restleşmek istemeyen NATO, Ukrayna’ya “şimdi sizi alamayız, ama bir gün siz de NATO üyesi olacaksınız” demekle yetinmişti[16]. 2010’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerindeyse Rusya ile daha yakın bir ilişkiden yana olan Viktor Yanukoviç, Timoşenko'yu az bir farkla da olsa geride bıraktı ve ipi göğüsledi.

Ukrayna, özellikle Yanukoviç döneminde çok yönlü diplomatik manevralarla hem AB hem de Rusya ile ilişkilerini çok büyük sorunlar olmadan yürütebiliyordu. Ancak Kiev artık bir tercihte bulunması gerektiğinin farkında. Bununla beraber protestoların başlamasıyla Ukrayna’da yeni bir Turuncu Devrim mi oluyor sorusu gündeme geldi. Tam da Ukrayna adına bu kritik eşikte halkın da ikiye bölündüğünü söylemek gerekiyor. Bir yanda uluslararası kamuoyunun da yakından takip ettiği Batıcılar diğer yandaysa Rusya ile yakın ilişkileri savunan Rusyacılar bulunuyor. Ancak derinlikli bir analiz yapıldığında özellikle meydanları dolduran kalabalıkların da tek vücut oldukları söylenemez. Her ne kadar pek çok kaynakta söz konusu kitle liberal değerleri savunan, Avrupa ile bütünleşmeye inananlardan oluşuyor gibi sunulsa da, gerçek pek öyle değil. Gruplara bakıldığında hapisteki eski başbakan Yuliya Timoşenko’nun Anavatan Partisi’nin eylemlerde aktif rol aldığı dikkat çekiyor. Nitekim Timoşenko da hapiste açlık grevine başlayarak eylemcilere “pes etmeyin” mesajı gönderdi. 2004’teki kitlesel eylemlerde aktif rol alan bu oluşum Batı ile yapılacak her türlü ittifakın Ukrayna’yı ileriye taşıyacağına inanıyor. Diğer taraftan eylemler boyunca sıklıkla “We are not Russian, Ukrain is not Russia” (Biz Rus değiliz, Ukrayna Rusya değildir) sloganları atan ve bir hayli ön saflarda yer alan bir diğer oluşumsa Svoboda (Özgürlük) Partisi. Her ne kadar adında özgürlük geçse de, Özgürlük Partisi, aşırı milliyetçiliği ve Rusya karşıtlığıyla tanınıyor. Bunun yanında hükümetin siyasi uygulamalarından rahatsız olan ancak herhangi bir siyasi oluşumla bağı olmayan kişi sayısıysa neredeyse kitlenin yarısından fazlasını oluşturuyor.

Ülkenin merkezinde ve özellikle batısında geniş katılımlı eylemler yapılırken, sanayinin yoğun olduğu şehirlerde özellikle Doğu Ukrayna’da sessizlik hâkim. Rus nüfusunun yoğun yaşadığı Doğu bölgesinde yapılan kamuoyu yoklamaları, Ukrayna’nın Rusya’yla daha yakın ilişkiler kurulması gerektiğini savunuyor. Ve Kiev’de gerçekleşen protestoların bir an önce son bulması gerektiğine inanıyor.

SONUÇ

Ukrayna şu an kendi içinde iki kampa ayrılmış gibi görünüyorsa da bunun yeni bir iktidar değişliği getirip getirmeyeceği halen belirsiz. Özellikle AB yanlılarının ekonomik göstergeler karşısında sessiz kaldığı ve ülkenin sanayi bölgelerinde endişeli bekleyişin hüküm sürdüğü dikkate alındığında, Ukrayna’nın ihtiyacı olan son şeyin bir siyasi belirsizlik olduğu söylenebilir. Dahası Batı yanlılarının kendi içlerindeki kamplaşmalar kadar politik olmayan kitlelerin hükümetin iç politikadaki uygulamaları sebebiyle sokağa indiği de dikkat çekiyor. Sonuç olarak, şayet Yanukoviç ve Azarov Hükümeti, AB ile DKSTA’nın ekonomik ve siyasi gerekçelerle imzalanmadığını kamuoyuna aktaramazsa, en iyi senaryo istikrarsızlığın ve belirsizliğin devam etmesi olacak. Şayet toplumsal kamplaşma tırmandırılırsa da Kiev’in akıllara gelen ancak ifade edilmeyen bölünme ihtimaline hazır olması gerekecek.

Rusya açısından durum değerlendirildiğinde ise, elindeki ekonomik ve enerji kartlarının gücünün farkında olan Moskova’nın sürece temkinli yaklaştığını söylemek gerekir. Bununla beraber, Rusya medyasının özellikle Kremlin’e yakın yayın kuruluşlarının Ukrayna’daki gelişmeleri ele alış tarzına bakıldığında, yeni bir turuncu devrimin AB-ABD ortaklığında servis edildiği inancının yüksek olduğu görülüyor. Söz konusu ortamda Ukraynasız da yoluna devam edebileceğini ima eden Rusya, mücadeleden vazgeçmeyeceğini ifade etmekten de çekinmiyor.

AB içinse Doğu Ortaklığı Projesi önemli bir proje olmakla beraber, Ukrayna başta olmak üzere söz konusu ülkelere ekonomik açıdan nasıl yardım edileceği hala belirsiz. Özellikle 2008’den bu yana Brüksel’in kendi evindeki ekonomik krizlere müdahalede zorlandığı düşünüldüğünde, Ukrayna gibi ülkelerin Rusya’nın ekonomik yaptırımlarından nasıl korunacağı bilinmiyor. Dahası, kendisi de enerjide Rusya’ya bağımlı olan AB’nin Ukrayna’ya karşı enerji kartını devreye sokan Rusya’ya alternatif yaratma ihtimali de zor görünüyor.


[1] AB komşuluk Politikası için bkz: European Commission, Commission of the European Communities, European Neighbourhood Policy Strategy Paper, Com(2004) 373 Final, Brüksel, 2004.

[2] Polish-Swedish Proposal: Eastern Partnership, 2008 için bkz: http://www.msz.gov.pl/Polish-Swedish,Proposal,19911.html

[3] Eastren Partnership Community, What is the EaP?, http://www.easternpartnership.org/content/eastern-partnership-glance (15 Aralık 2013).

[4] A.g.y.

[5] Anders Åslund, Ukraine’s Choice: European Association Agreement or Eurasian Union?, Peterson Institutions for International Economics Policy Brief, Eylül 2013, n. 13-22, s. 1.

[6] Habibe Özdal, “AB ve Rusya Arasında Ukrayna: Hayaller ve Gerçekler”, USAK Analiz, n. 26, Kasım 2013, s. 8.

[7] Rilka Dragneva and Kataryna Wolczuk, Russia, the Eurasian Customs Union and the EU: Cooperation, Stagnation or Rivalry?, Chatment House Briefing Paper, Ağustos 2012, s. 2.

[8] A.g.y.

[9] György Simon, On The Customs Union Of Belarus,Kazakhstan And Russia, Economic Annals, c. 55, n. 184 Ocak-Mart 2010, s. 8-9.

[10] World Bank World Integrated Trade Solution, http://wits.worldbank.org/wits/data_details.html#Whom (15 Aralık 2013).

[11] A.g.y.

[12] Steven Woehrel, “Russia’s Energy Policy Toward Neighboring Countries”, Martin T. Pohler (ed.), Russia’sEnergy Assets: Security and Foreing Policy Issue, New York, Nova Publishing, 2009, s. 76.

[13] Russia Today, Go for broke: Ukraine’s Risky EU Trade Deal, 8 Kasım 2013, http://rt.com/business/ukraine-eu-trade-agreement-088/ (15 Aralık 2013).

[14] Özdal, a.g.y., s. 12.

[15] Li Schenming, “ABD’nin Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğunu Hedef Alan Renkli Devrimler Stratejisi”, Sovyet Mirası ve Sovyet Sonrası Rusya’da Toplumsal Mücadeleler, Canut Yayınları, İstanbul, 2013, s. 339.

[16] A.g.y.