1. Giriş
Radikal demokrasi projesi Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau tarafından 20. yüzyılın sonlarına doğru hem kapitalist modernitenin kriz ve yıkımlarının defalarca deneyimlenerek tespit edildiği hem de komünist bloğun halklar ve kimlikler için beklenen demokrasiyi ve özgürlüğü gerçekleştiremediği bir konjonktürde bir kurtuluş projesi olarak ortaya atıldı.
1980’lerde Chantal Mouffe ile Ernesto Laclau’nun geliştirdiği antagonizmacı olarak nitelenebilen “radikal demokrasi” ile Seyla Benhabip’in üzerinde yoğunlaştığı konsensusçu olarak tanımlanabilecek olan “müzakereci demokrasi” projeleri demokrasi krizinin yaşandığı bir dönemde ortaya atılan en önemli tezler olmuştur.[1] Modern kapitalizmin inşa edemediği demokrasi ve özgürlük arayışı reel sosyalizm’de ve ortodoks Marksist teoride de henüz ortaya çıkmamıştır. Reel Sosyalizm demokrasiden öte hiyerarşik ağlarla örülü yeni bir otoriter sistem bırakarak gerisinde dağılmıştı. Laclau ve Mouffe’a göre hiyerarşik bir toplum tasarısının yeniden kurulması karşısında solun alternatifinin, kendini tamamen demokratik devrim alternatifine yerleştirip, baskıya karşı verilen farklı mücadeleler arasındaki eşdeğerlilik zincirlerini geliştirmek olması gerekir. Dolayısıyla solun görevi liberal demokratik ideolojiyi reddetmek değil, tersine onu radikal ve çoğulcu bir demokrasi doğrultusunda değiştirmek ve geliştirmek olabilir.[2]
Post-Marksist düşünürler Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau Hegemonya ve Sosyalist Strateji kitabında radikal demokrasi kuramını tartışmaya açmışlardır. Ancak Mouffe ve Laclau’nun radikal demokrasi kuramı Benhabib ve Habermas’ın müzakereci demokrasi kuramında farklılıklar arz etmektedir.
2. Radikal Demokrasi Kuramını Hazırlayan Dönemin Özellikleri
Laclau ve Mouffe’a göre bu yeni dönem siyasal ve toplumsal yeni kimliklerin oluşturulmasından en önemli neden yeni toplumsal hareketler ve bunların açtığı alandır.[3] Radika demokrasi teorisinin bir çözüm olarak sunulduğu dönemde Sovyetler Birliği dağılmış ve dünya halkları sınıf temelli olmayan, kimlik siyaseti üzerinden kapitalizmin yeni adı olarak sunulan neo-liberalizme karşı bir mücadele hattı oluşturmuşlardır. Radikal demokrasi de tam olarak bu çizgi üzerinden yükselen bir siyasal perspektif önermiştir aslında.
Radikal demokrasi kuramı’nın şekillendiği Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de Ortodoks Marksist söylemin dışına çıkan Laclau ve Mouffe, bu durumu 1970’lerde Marksist teorinin açmaza girmesiyle açıklamaktadır.[4]Söz konusu açmaza Marksist düşünürlerin iki şekilde tepki verdiğini ifade eden Laclau ve Mouffe’e göre bu tepkiler şunlardır; Değişimlerin yok sayılarak ortodoksiye sığınılan ve bu tür tartışmalarda seçilen genel eğilim, yeni eğilimleri betimleyen kimi çözümlemeleri amaca özel bir biçimde bir teorinin yanına ilave edilmesini seçen yenilikçi eğilim.[5]
Laclau ve Mouffe şüphesiz yenilikçi bu iki eğilimin taraftarı olmuşturlar. Laclau ve Mouffe yenilikçi olmalarını Marksist teorinin Sovyetler Birliği tekelinde geliştirildiğinin ve dolaysıyla bu teorik gelişim uğraklarının birçok noktasında da Leninizm’in izlerine rastlandığının altını çiziyorlar. Oysa tek Marksist bir okumanın değil birçok yenilikçi Marksist okumanın mümkün olduğunun altını çizerler. Laclau ve Mouffe bu yeni stratejilerinin çıkış noktası olarak da “ tarihsel blok” , “mevzi savaşı”, “kolektif irade”, “hegemonya ve entelektüel önderlik” gibi kavramları seçerler. Laclau ve Mouffe bu yeni kuramsal açılımın Marksizm’in içinde bulunduğu sıkıntılı dönemin atlatılması için oldukça gerekli olduğunu ileri sürerler.
Toplumun sorunlarını açıklamak için yeni paradigmalar üretilmesinin gerekli olduğuna vurgu yapan Laclau ve Mouffe, kendi yeni yaklaşımlarının temelinin, siyasal eklemlenmeye tanıdıkları ayrıcalık olduğu ve bu siyasal çözümlemenin merkezinde de “hegemonya”nın bulunduğunu açıklarlar.[6]
3. Radikal Demokrasi Kuramı
Laclau ve Mouffe’un “demokratik devrimin geliştirtmesi ve derinleştirilmesi” üzerinden tanımladıkları radikal demokrasi projesinin esasını modern demokrasinin kurucu etik-siyasi veya demokratik imgelerin iki büyük teması olan herkes için eşitlik ve özgürlüğün toplumun tüm alanlarına genişletilmesidir. Radikal ve çoğulcu demokrasi demokrasinin çoğullaşmasını ve demokratik devrimin etkilerinin daha fazla toplumsal tabana dönük genişlemesini gerektirir. Demokratik devrimin toplumsal yaşamın yeni alanlarına genişletilmesi, radikal ve çoğulcu demokrasinin merkezi bileşenidir.[7]
Mouffe’a göre bugün hiç olmadığından daha fazla liberal demokratik kurumlara ihtiyacımız vardır. Sol için hayati sorun liberal demokrasi ile uyumlu bir sosyalizm’e nasıl ulaşacağı sorunudur.[8] Bu perspektife göre sosyalizm, liberal demokratik modelden toptan kurtulmayı gerekli kılmaz. Liberal demokrasinin içkin eleştirisi, yeni daha radikal demokrasi anlayışını üretecektir. Son kertede liberal demokrasi reddedilmemeli, taşıdığı kısıtlılıklar içkin bir eleştiri ile radikalleştirilmelidir. Sosyalist proje, modern demokraside zaten var olan etik-siyasal ilkelerin herkes için eşitlik ve özgürlük fikrinin radikalleşmesi olarak yeniden tanımlanmalıdır.[9]
Özünde yapılması gereken şey liberal demokrasinin en eşitlikçi uğraklarıyla sosyalizmin en demokratik alanlarını birleştirmekten başka bir şey değildir. Yani son kertede radikal demokrasi sosyalizm ve liberal demokrasinin demokratik bir uğrakta birleşmesini öngören bir model sunuyor. radikal demokrasi kuramı tartışmalarında Mouffe ve Laclau’nun merkeze aldıkları temel argüman “tikellik ve evrensellik ilişkisidir”.Laclau ve Mouffe’a göre herkesi kapsayacak evrensel bir sınıf iddiasından bir an önce kurtulmak gerekmektedir. Toplumsal aktörler, toplumsal dokuyu oluşturan söylemler içinde farklılık konumları işgal ettikleri için hepsi tikelliğe örnek olmalarına karşın toplum içi sınırlar yaratan toplumsal antagonizmalar da bulunmaktadır.[10]
Bu durumda baskıcı güçlere veya iktidara karşı bir tikellikler kümesi kendi aralarında eşdeğerlik ilişkileri kurmalarına rağmen bu küme tamamı/tümeli değil farklı tikelcilikleri temsil eder. Tikel, bir yandan kendine öz tikelliğini sürdürürken diğer taraftan da kendisini onu aşan bir evrenselliğin temsiline dönüştürmektedir.
Radikal demokrasi’nin söylemi artık evrenselin söylemi değildir, evrensel sınıf ve öznelerin içinde konuştukları epistemolojik yuva ortadan kalmıştır ve onun yerine her biri kendi indirgenemez söylemsel kimliğini kuran seslerin polifonisi almıştır. Onlar için klasik sosyalizm söylemi, belli toplumsal kategorileri siyasi ve epistemolojik ayrıcalıklarla donatan, tarihsel değişimlerin harekete geçirdikleri ayrıcalıklı noktalara ilişkin evrenselin bir söylemi idi.[11]
Radikal demokrasi anlayışına göre sistemin işleyişini tamamen bir kenara bırakmak ya da sistemi topyekûn ortadan kaldırmak bir çözüm değildir. Radikal demokrasiye ulaşım ancak sisteme içkin derinlemesine bir eleştiri ve bu eleştirinin ortaya çıkaracağı çoğulcu yapı yöntem olarak kullanılabilir. Son kertede yapılması gereken şey, farklı toplumsal tasarımları bir kenara bırakıp, liberal demokratik egemenliğin sembolik kaynaklarını (özgürlük ve eşitlik) kullanarak yeni tabiiyet biçimlerine karşı mücadele etmektir. Mouffe’a göre toplumun radikal demokratikleşmesi devlet organlarını hedef alan bir saldırıdan geçmediği gibi, liberal devletin pekiştirilmesi ve demokratik reformu gerçekleştirmek doğrultusunda şekillenecektir.[12]
Mouffe’a göre radika demokrasi projesi modernitenin demokrasi projesini izlemeyi ve derinleştirmeyi bir görev bilir. Bu türden bir strateji, Aydınlanmanın soyut evrenselciliğini, özcü bir toplumsal bütünlük anlayışını ve yekpare özne mitini terk etmemizi gerektirir. Bu bakımdan radikal demokrasi, post-modern felsefenin gelişimini bir tehdit olarak görmek şöyle dursun, kendi amaçlarının icra edilmesinde zaruri bir amaç olarak memnuniyetle karşılanır.[13]
Laclau ve Mouffe, antagonizmayı nesnel ilişkiler olarak değil nesnelliğin sınırlarını açığa çıkaran ilişkiler olarak açıklamaktadırlar ki toplumun etrafında oluştuğu bu sınırlar esasında antagonistiktir.[14]
Laclau ve Mouffe’e göre Kant’ta geçen antagonizma tanımındaki gibi antagonistik ilişkileri yoluyla oluşacak “Akıl’ın kurnazlığı” yoktur ve antagonizmaların bir kurallar sisteminin egemenliği altına alınması söz konusu olmaması sebebiyle siyasal olan Laclau ve Mouffe için, üstyapı değil, toplumsalın ontolojisi ayarındadır; radikal demokrasi kuramı’nın en önemli varsayımlarından biri de bu noktada ortaya çıkar. Toplumsal bölünme, demokratik siyasetin olanaklılığına ve süreğenliğine içkindir.[15]
Laclau ve Mouffe’a göre çatışmacı yöntem önemlidir; hala geçerlidir fakat antagonistik ilişkiler üzerinden yürümesi beklenen solun kullandığı siyasal söylemler arasında antagonizma yoktur ve bunun paradoksal bir durum yaratması beklenir ki öyledir; çünkü Lclau ve Mouffe’nin ortaya koyduğu üzere toplumsal bölünmeyi reddeden ve tersi hali ilerleme olarak gören solun bu tutumu, solun günümüzde yaşadığı sorunların esası olduğunu düşünmektedirler.[16] Laclau ve Mouffe’e göre “kimlik siyaseti” yapması beklenen sol, günümüzde “merkez sol” adıyla “üçüncü yol” dedikleri bir program geliştirerek toplumsal ve ekonomik dönüşümlerle küreselleşmenin antagonizmaları ortadan kaldırdığını dile getirmektedir ve solun bu söylemle aslında anlatılmak istenen, söz konusu dönüşümlerle birlikte artık sınırları olmayan bir siyaset oluşmuştur ve bu durum da toplumdaki herkesin lehine işleyen “kazan-kazan siyaseti”dir.[17]
Laclau ve Mouffe’un radikal demokrasi kuramı, Benhabib ve Habermas tarafından geliştirilen “müzakereci demokrasi” kuramıyla farklılıklar arz etmektedir. Mouffe ve Laclau kendi geliştirdikleri radikal demokrasi kuramını “konsensusçu” kuramdan ayırmışlardır. Mouffe kendi yaklaşımı ile diğerlerini ayırır ve müzakereci demokrasinin liberal demokrasinin bir çeşidi olduğunu iddia eder.[18] Ancak müzakereci demokrasinin kuramcılarından biri olan Benhabib iki kuramın bir araya gelebilmesinin mümkün olduğunun altını çizer.
Mouffe ve Benhabib’in demokrasi modellerinin metinlerarası yakınlığı en çok, yazarların liberalizm ve demokrasi kuramlarına yaklaşımları, bunların bir arada olabilme olasılıklarını değerlendirme biçimleri ve önerdikleri demokrasi modelleri arasındaki benzerlikler incelendiğinde ortaya çıkar[19]
Müzakereci demokrasi diğer demokratik deneyimler çeşitliliği içinde demokratik meşruiyetin kaynağı olarak kamusal eylem ve konuşma tarzlarına verdiği önem aracılığıyla, modern toplumlarda etkin yurttaş katılımının gerçekleşme koşullarına ilişkin ayrıntılı bir çerçeve çizmektedir.[20] Siyasetle ilgili sorunların kamusal alanda tartışılabilirliği, üzerinde fikir yürütebilirliği ve eleştirilebilirliği üzerine kurulan burjuva kamusallığının ayırt edici unsurları, özel kişiler arasında tartışmayı örgütleyen bir dizi ortak kurumsal ölçütler belirlenir. Bunların başında, statülerin varlığını yok sayan bir toplumsal ilişkiler dizgesi gelmektedir. Burada “rütbe ve mevki törenselliği”, yerini “eşdeğerlilik ölçüsüne” bırakmıştır. Bir diğer ölçüt, kamusal usavurum süreçlerinin daha iyi olan düşünce gücünden doğan bir kamuoyu düşüncesine ve bu düşünceyi belirleyen rasyonellik düşüncesine dayanmasıdır.[21] Burjuva kamusallığı üzerine bina edilen Habermas’ın düşüncesi, burjuva kamusallığının yeterince kapsayıcı olmaması ve bazı sınıf ve grupları dışarıda bırakmasından kaynaklı olarak eleştirilmiştir. Örneğin, Habermas’ın bahsettiği burjuva kamusallığı içinde proleter ve ezilen halklara dair nüveler bulmak oldukça güçtür bu bakımdan da gerçekçi bir demokratik ortam vaat etmemektedir.
Uzlaşma temelinde ve uzlaşma amaçlı yapılan liberal siyaset Mouffe için mümkün değildir. Ona göre liberal siyaset, kimliklerin kurulmasında temel olan antogonizma yokmuş ve uzlaşma mümkünmüş gibi yanlış bir varsayıma dayanır. Liberal demokrasi kuramı (“toplayıcı demokrasi kuramı”) siyaseti ekonomik modele uygun olarak tasarlar ve serbest piyasadaki girisimcilerin yerini siyasette profesyonel politikacılar alır. Bu, demokrasinin çıkar temelinde kavranmasıdır. Bireyler çıkarlarını gerçekleştirmek için seçim yaparlar ve bu anlamda siyasal katılım bir erdem ya da amaç değildir. Mouffe’a göre bu anlayış bazı kavramların değişmesiyle birlikte müzakereci demokraside de devam eder. Müzakereci demokrasi modeli, ahlâk ve adaleti siyasete dahil etmiş, demokratik yurttaşlığı daha farklı tanımlamış olmakla birlikte, yazara göre akla ve rasyonel akıl yürütmeye yaptıkları vurgu ile liberal demokrasinin toplayıcı modelini, ahlâkî olan ile değiştirerek, siyasetin özgüllüğünü kaçırır.[22]
Habermas ve Benhabib’in kuramını eleştiren Laclau ve Mouffe’e göre, aslında her iki kuram da bir araya getirici, farklılıkları yok sayan demokrasi modelini eleştirmektedir, zira bu model yenilikçi olmayan, güdükleştirilmiş bir demokratik siyasettir[23]
Sonuç olarak Laclau ve Mouffe geliştirdikleri radika demokrasi kuramında liberal demokrasinin vazgeçilmez unsuları olan uğraklara ısrarla işaret ederler. Ancak radikal demokratik siyaset içinde tanımlanan bir başka kuram olan konsensuscu ya da müzakereci demokrasi kuramıyla kendi kuramları arasına bir çizgi koyarlar. Çünkü onlara göre toplumsal antagonizmalar zaman içinde müzakere yolu ile aşılacak bir alan olarak tanımlanamaz, aksine antagonizma demokrasi için kaçınılmaz bir uğraktı ve yeniden ve yeninden sürekli olarak demokrasinin inşa edilebilmesi için elzem bir nitelik taşımaktadır. Ayrıca müzakereci demokrasinin Aydınlanma ve özcülük başlarından da kopamadığını ve son kertede normatif olanı öne çıkarmak (tartışarak) gibi bir misyon yüklendiğinin altı çizilmektedir Mouffe ve Laclau tarafından. Oysa radikal emokrasi projesinde uzlaşmaya yer yoktur, farklı toplumsal formasyonlardan gelen sınıf, kimlik, cinsiyet ve en küçük birimlerin çatışmacı ama antagonistik olmayan agonistik bir biçimde var olacağının altı çiziliyor. Ayrıca bu yöntem farklılıklarla bir arada yaşamanın da formülü olarak sunuluyor. Mouffe ve Laclau’ya göre demokrasi sürekli olarak uğruna mücadele edilecek bir alandır ve belirli bir sınırı yoktur, ayrıca bu mücadele hattı içinde kapitalist modern değerlerle barışık olmayan fakat liberal demokrasinin sunduğu olanakları kullanmak gerekmektedir. Özetle radikal demokrasi projesi sosyalizmden vazgeçmez ancak sosyalizmin liberal demokrasi ile barışık bir biçimde yeniden formüle edilmesini öngörür. Bu yöntem yazarlara göre 21.yüzyıl için halklar adına yeni sosyalizmin inşa edilmesi anlamına gelmektedir ve tek kurtuluş yolu olarak sunulmaktadır.
4. Kürt Siyasetinden HDP’ye Radikal Demokrasinin İzlerini Sürmek
Türkiye’de de siyaset yapmanın esas belirleyen aktörlerinin devlet, parti ve partiler arası ilişkilerle sınırlı olması 1990’lı yıllardan itibaren bir tıkanmaya yol açmış ve söz konusu ilişkiler değişen toplumsal yapının taleplerine yanıt veremez olmuştur.[24]
Türkiye’deki siyaset geleneğinin “tepeden inmeci” anlayış üzerine kurulu olması devlet ile toplum arasında 1990’lı yıllardan itibaren bir gerilim oluşturmuş ve taleplerini ileri süren toplumsal hareketlerin karar alma süreçlerine eklemlenmesi aşamasında bir temsiliyet sorunu ortaya çıkmıştır. Keyman’a göre ortaya çıkan bu sorunun aşılmasında “geleneksel” devletçi söylemin ve meydana çıkan krizin karşı tarafındaki aktörleri temsil etmeyen parlamenter sistemin araçları yeterli değildir. Türkiye siyasal yaşamında devlet-toplum eksenli oluşan bu sorunları ortaya çıkaran dinamikler olarak ise kültürel kimlikleri, laikliği (ve onun tartışılmasını), temsiliyet krizini, yönetimsel değişimleri sayabiliriz. Karşılaştığımız bu sorunların siyasal söyleme eklemlendiği antagonistik tarzlar ise teksesliliği hedefleyen bir şekilde veya başka bir ifadeyle seçenekleri en aza indirme amacıyla Türk-Kürt, Laik-İslami,
Doğulu-Batılı, Merkezi-Yerel şeklinde sıralanabilir. İki yönlü siyaset anlayışının ve esasında cephelerin birbirlerini sindirme anlayışı üzerine kurulu düşüncenin göreceği işlev, Türkiye toplumunu “disiplin toplumu”na dönüştürme, tekseslileştirmedir.[25]
7 Haziran 1190 günü bir grup milletvekili tarafından İçişleri Bakanlığına kuruluş dilekçesi verilen Halkın Emek Partisi (HEP) Türkiye’de kurulan ilk legal Kürt partisi olarak bilinir. Parti üç yıl sonra “ülkenin bölünmez bütünlüğü tehdit ettiği” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Ancak HEP bir Kürt partisi olarak tasarlanmamıştı başından itibaren. Parti Kürt etnopolitikasına öncelik veriyordu ama aynı zamanda sol ve seküler bir yapıdaydı.[26] HEP’i direkt olarak bir Kürt partisi olarak ifade etmek çok doğru olmayacaktır. Partinin kuruluş süreci asla bir Kürt partisi inşa etme temeli üzerine gelişmemiştir. Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) den ihraç edilen Kürt parlamenterler ve ihraca tepki olarak partiden istifa eden liberal ya da solcu Türk parlamenterlerin yeni bir parti kurma tartışmaları (ilk dönemlerde Yeni Demokratik Oluşum adını almışlardı) geleneksel Türk solunun Kürt kültürel haklarına bakışı ve Kürt dinamizmi arasındaki çekişmeye sahne oldu.[27] HEP’in 81 kurcu üyesi arasında tanınmış Türk solcuları ve SHP’den istifa eden parlamenterler de vardı. 91 Haziran’ında partinin ilk kongresinde genel başkan Fehmi Işıklar şöyle diyordu; “Bazı çevreler kurulduğundan beri HEP’i dar anlamıyla bir Kürt partisi olarak damgalamak istiyor… Biz ezilenlerin partisiyiz. Bu çerçevede bir Kürt partisi olarak damgalanmaktan gurur duyuyoruz.”[28] Dönemin parlamenteri Mahmut Alınak’ın şu ifadeleri ise HEP’in misyonuna ve ona giydirilmeye çalışılan misyona dair daha net bir çerçeve sunmaktadır. Alınak şöyle diyordu;
“HEP’in misyonu Kürt sorununu çözmek değildi. İnsan hakları ihlallerine karşı mücadele etmek ve demokrasi için savaşmaktı. Kürt sorununu en önemli mesele olarak görüyorduk tabi ki. Ama asıl demokrasi sorununu çözmeye azimliydik, sadece Kürt sorunu değil… Ama HEP durmadan saldırı altındaydı, bir biçimde daha çok Kürt olmaya zorlandı."[29]
HEP’in ve HEP’ten sonra kurulan diğer Kürt partilerinin program ve tüzükleri sol, sosyal demokrat, sosyalist, laik, özgürlükçü, eşitlikçi, evrensel karşısında tikeli ve yereli savunan bir muhtevadaydı. Çalışmanın bu bölümünde HEP’ten bahsetmemin amacı, HEP ve sonrasındaki Kürt ya da Kurdi partilerin program, tüzük ve pratiklerinde de radikal demokratik siyasetin izlerine rastlamanın mümkün olduğunu vurgulamaktır. Türkiye’de merkezileşmiş ve yüksek ölçüde siyasal yapıya bir alternatif olarak, Kürt yanlısı siyasi partiler Türkiye’de insan haklarına saygı gösteren ve barış içinde bir arada yaşamayı teminat altına alan, açık, katılımcı ve çoğulcu bir demokratik toplumu geliştirecek yeni bir siyasal çerçeve öngörürler.[30] Bu siyasal çerçeve HEP’le başlayan Kürt ya da Kurdi partilerin neredeyse tamamını az ya da çok kapsamaktadır. Örneğin 2009’da birçok Kürt ya da Kurdi parti gibi Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) tüzüğünde parti kendini şu şekilde tanımlıyordu;
DTP, demokratik uygarlık çağı değerleri olan özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı, çoğulcu, katılımcı, çok kültürlü toplumu zenginlik olarak gören ve yenileşmeyi savunan… Otoriter-merkezi-hiyerarşik siyaset yapma tarzı yerine, demokratik-yerel-yatay işleyişi benimseyen… her türlü ayrımcılığı ve ırkçılığı reddeden, insanlığın özgürleşmesini cinsler arası eşitlikte gören, bu temelde özgür, demokratik-ekolojik toplumu hedefleyen demokratik özgürlükçü eşitlikçi sol bir kitle partisidir[31]
Partinin kendini tanımlamasında etnik olana açıkça bir gönderme yoktur. Ancak çok kültürlülük ibaresinden başat olarak Kürt kimliğinin kast edildiğini çıkarsamamız mümkündür. Diğer taraftan ekoloji ve cinsler arası eşitliğe vurgu yapan, yereli siyasetin merkezine koyan ve özgürlükçü bir sol siyaseti merkezine koyan tanım radikal demokratik siyasete içkin bir tanımdır. HEP’le birlikte aynı zamanda “sandıkla meydan okumaya”[32]başlayan Kürt ya da Kurdi siyasi partilerin program-tüzük ve pratiklerinde radikal demokratik siyasetin izlerini sürmek oldukça mümkün. Bu bakımdan Kürt ya da Kurdi bir parti olarak değil, radikal demokrasi siyaseti yapan ve tüm Türkiye’yi kapsama iddiasında olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) üzerine bina edildiği siyasal zeminin (radikal demokrasi) kökleri aslında Kürt legal siyaseti içinde zaten vardı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), Kürt siyasal hareketi içinden çıkıp Türkiye siyasetine yeni dâhil olmuş bir politik organizasyon olarak karşımızda duruyor. HDP’nin kuruluş sürecinin izlerini 2007 yılına kadar götürmek oldukça mümkündür. 2007 yılında yine Kürt siyasi hareketi içinde oluşumu tamamlanan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) bugün var olan HDP’nin siyasal öncüsü olarak kabul edilebilir. Ancak HDP’den önce 2009 yılında Anayasa Mahkemesi tarafında kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP) yerine kurulan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) de program ve tüzüğünde radikal demokrasi kavramına açıkça yer vermiştir. BDP programında;
“Düşünsel, kültürel ve toplumsal çeşitliliği yok sayan ve tek tipleşmeyi esas alan siyaset kültürü artık değişmelidir. Türkiye’de farklılıkları kabul eden, kapsayıcı, demokratik bir dönüşümün yaşanması ve toplumsal eşitlik ve özgürlüğü geliştirecek yeni bir siyasal yapılanmanın varlığı kaçınılmazdır. Bu nedenlerle partimizin var oluş amacı, Türkiye’de toplumun siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir potada toplayarak yeniden yapılanmayı sağlamaktır.”[33]
Yer alan bu ifadelerde partinin radikal demokratik bir siyasal çizgiyi açıkça benimsediği görülmektedir. Kısa bir süre önce aynı program ve tüzükle Türkiye Kürdistan’ında Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ismiyle siyasal varlığına devam edeceğini deklare eden ve Türkiye’nin batısında HDP olarak yeniden inşa edilen partinin programı da yine bu çizgiye eşdeğer bir düzlemdedir. Ancak HDP’nin parti tüzük ve programına bakmadan önce 10 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP adayı olarak halklardan oy isteyen Selahattin Demirtaş’ın, dolayısıyla HDP’nin, Cumhurbaşkanlığı sçim kampanyası radikal demokratik siyasetin bugüne kadar en net şekilde temsil edildiği bir muhteva ve pratiğe sahne oldu. HDP adayı Selahattin Demirtaş’ın açıkladığı ve seçim çalışmalarının üzerine inşa edildiği “yeni yaşam çağrısı”[34] isimli bildiri HDP’nin savunduğu radikal demokrasi siyasetinin en somutlaşmış halini ortaya koydu. Kürt ya da Kurdi partilerden, bir Türkiye projesi olarak deklare edilen HDP’ye , radikal demokrasi siyasetinin izlerini sürmenin mümkün olduğunu belirtmiştik. Ancak bu sınırlı çalışmada radikal demokrasi siyasetinin en açık şekilde dile getirildiği HDP projesi üzerinde duruyoruz hatta çalışmanın sınırlılığı da HDP parti program ve tüzüğüyle sınırlı. Radikal demokrasi siyasetinin pratik alanda ne derece uygulandığı üzerine daha kapsamlı bir çalışma elbette mümkün. HDP program ve tüzüğünde radikal demokrasi izlerini takip etmeye devam edecek olursak, parti tüzüğünde;
“ Parti tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin, dışlanan ve yok sayılan tüm halkların ve yok sayılanların tüm inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trasns) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanı tahrip edilenlerin; aydın, sanatçı, bilim insanı ve tüm kesimlerle mücadele yürüten güçlerin her türden baskı sömürü ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yanaşır bir yaşam kurmak üzere bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını kurmayı hedefleyen bir siyasi partidir.”[35]
Parti tüzüğündeki parti tanımlaması radikal demokrasi kuramının köşe taşlarından birini oluşturan, sınıf dışındaki grup ve topluluklara özellikle yer vermesi ve klasik anlamda sınıf üzerinden siyasi program oluşturan sol partilerin çizgisinden ayrılarak çoğulcu bu yapısı ile radikal demokrasiye oldukça yakın durmaktadır. Ayrıca yine tüzükteki parti tanımında yer alana “demokratik halk iktidarı” özellikle Mouffe’un sürekli olarak vurguladığı demokratik devrim tanımlamasına oldukça yakın durmaktadır. Parti programında yer alan şu beyanlar önemlidir
“Mevcut merkeziyetçi, otoriter, hantal siyasal sisteme/düzene itirazcı olanların gücünü açığa çıkarmayı ve bu gücü örgütleyerek, demokratik ve özgürlükçü bir siyasal sistem yaratmayı hedefler. Bürokratik merkeziyetçi hantal yapıyı köklü bir biçimde değiştirmeyi, halkların yerelde karar alma ve uygulama süreçlerine en geniş katılımı amaçlar ve tüm farklılıkların kendilerini özgürce ifade edebilecekleri siyasi ve idari modellerin gerçekleşmesini hedefler”[36]
Parti programında yer alan “merkezi yapının köklü bir biçimde değiştirilmesi” ifadesi mevcut siyasal sitemde radikal ve köklü değişikliklerin yapılmasına işaret eder. Ancak buradaki “köklü değişiklikler” klasik anlamda sol siyasetin sistemin ve devletin mümkünse zor kullanmak yoluyla devre dışı bırakılması ve Marksist formasyon ışığında yeni bir siyasal sistemin inşa edilmesi anlamına gelmez. Ayrıca Laclau ve Mouffe’un da sürekli olarak vurguladıkları “solun kimlik siyasetine yönelmesi gerektiği” fikri HDP siyaseti içinde kendine yer bulur. HDP gerek parti programında gerekse tüzüğünde ve daha ileri bir aşama olarak patrik uygulamalarında kimlik siyasetini öne çıkararak siyasal süreçlere demokratik müdahale kabiliyetini arttırmayı hedeflemektedir. Bu yapısıyla ortodoks Marksizmin ve bu çizgide siyaset üreten kimi sol hareketlerin sınıf indirgemeci siyasal yapısının dışına çıkarak toplumdaki tüm ezilenleri demokratikleşme mücadelesinin merkezine konumlandırarak bu mücadelenin birer öznesi haline getir.
HDP’nin farklı toplumsal grupları içinde barındıran ve çoğulculuk üzerine inşa edilecek olan demokratik devrimi Mouffe ve Laclau’nun eşitlikçi ve çoğulcu yapısı ile direkt olarak örtüşmektedir. Çünkü Laclau ve Mouffe’a göre “demokratik devrim diye adlandırılan bu yeni proje aslında toplumsal çatışmaların en derinden ve üretken bir biçimde yaşandığı bir antagonizmalar çokluğundan ibarettir.[37]
Antagonizmaların çokluğu klasik sol söylem içinde kabul görmeyen bir yaklaşımdır. Ayrıca antagonizmaların nihai olarak uzlaşamayacaklarını ve dolayısıyla da antagonistik yapıların bir arada bulunamayacakları kavrayışı, başka bir ifadeyle var olan uzlaşmaz çelişkilerin ancak klasik anlamda bir sınıf savaşımın sonunda ortadan kalkacağına dair sol düşünce, radikal demokraside yerini tam aksine antagonizmaların varlığının elzemliğine bırakmaktadır. Ancak bu antagonizmalar dönüşerek bir tür agonizma içinde varlığını sürdüreceklerdir. Zaten Mouffe’a göre radikal bir demokrasinin var olabilmesinin koşulu antagonizmaların sürekli olarak var olmasıdır, zira radikal demokrasi bunun içinden çıkacak ve sürekli olarak kendini yenileyecektir.
HDP’nin çoğulcu ve özgürlükçü söylemi tam olarak toplumsal antagonizmaların ortadan kaldırılmasına değil bunların bir tür agonizmaya dönüşerek kendi özgül varlıklarını da koruyarak, var olmaya devam etmesini öngörmektedir. HDP’ nin parti programında vurguladığı çok geniş bir toplumsal kesimin kendi kimlik ve kabulleriyle kabul edilmesi tam da bu noktaya işret etmektedir.
Solun kendi hegemonik stratejisini geliştirebilmesi, Laclau ve Mouffe’e göre demokratik zemini teksesliliğe terk etmeye değil tersine demokratik mücadeleleri sivil topluma ve devlete doğru genişletmesine bağlıdır.[38]
Laclau ve Mouffe’un burada ifade ettikleri şey klasik anlamda bir “devrim” gerçekleşmesi değildir asla. Çünkü onlara göre, klasik anlamda “devrim”in hedeflerinden daha küçük hedefleri düşündüklerini belirten Laclau ve Mouffe, kendileri için demokratik ilerlemenin koşulu olarak baskıcı bir rejimin zor yoluyla yıkılmasının yeterli olduğunu ifade ederek, klasik anlamda “devrim”in bundan daha fazlasını isteyerek “devrimci eylemin kurucu karakterini, toplumun çıkış noktası olarak görüp, “rasyonel” bir biçimde yeniden örgütlenebileceği bir iktidar yoğunlaşması momentinin tesisini temsil ettiğini” ileri sürmüşlerdir.[39] Radikal demokratik kurama göre “devrim” yoluyla iktidarın bir grup ya da zümrenin eline geçmesi demokrasiyi inşa etmek yerine var olan güç ilişkilerinin “işçiler ya da başka herhangi bir grup tekelinde” yer değiştirmesi anlamına gelecektir. Bu da solun demokrasi karşında yeninden, bir kez daha iyi başarısız olması anlamına gelecektir. Oysa yapılması gereken şey var olan kurumların yani özellikle liberal demokrasiye içkin kurumların radikal bir biçimde dönüşüme uğratılmasıdır. Çünkü liberal demokrasinin “eşitlik ve özgürlük” gibi çok önemli kavramlarının ancak bu biçimde yeni bir toplumsal yapı içinde yer edinmeleri sağlanabilir, aksi türlü otoriterleşmenin gerçekleşmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir.
Radikal demokrasi kuramının öne sürüldüğü dönemin konjonktürü hakkında bu çalışmanın başında az da olsa bilgi sunmuştuk.20.yüzyılın son yarısı tüm dünyada kimlik ve onun etrafında şekillenen bir mücadele yumağı etrafında şekillenmiştir. Zaten çalışmanın muhtelif yerlerinde sıklıkla belirttiğimiz gibi radikal demokrasi projesine ilham kaynağı olan da aslında var olan ve kimlik üzerinden tüm dünyada sürmekte olan mücadele zeminidir. Sınıfın birleştirici ve evrensel söylem içerikli rolünün gitgide silikleştiği ve farklı toplumsal mücadele alanlarının ortaya çıkıp başarılar kazandığı bir süreçte teorinin önemi daha da iyi kavranabilir. Türkiye’de ise yaklaşık yarım yüzyıldır süren kimlik merkezli siyasal mücadele başlangıçta Kürt Ulusal kimliği etrafında şekillenmiş ancak geldiğimiz noktada HDP projesi ile Kürt kimliğini içeren fakat salt Kürt kimliğine indirgenemeyecek ölçüde kapsayıcı ve çoğulcu bir yapı arz eden bir siyasal yelpazeye dönüşmüştür. Bu çoğulcu, özgürlükçü siyasal yelpazenin içinde ekolojiden kadına ve farklı cinsel kimliklerin kendi özgünlükleri içinde tanınmasından ulusal azınlık ve dini grupların hak ve özgürlüklerini merkeze alan bir demokrasi projesi sunulmaktadır. Türkiye siyasal tarihinde ilk defa olarak, ki bunların içine sol ve Marksist kökenli siyasal partiler de dâhildir, bir siyasi parti programına farklı cinsel kimlikleri kapsayan ve oldukları gibi kabul eden ifadelere yer verir. HDP parti programında,
“partimiz heteroseksüelizmi bir tür ırkçılık olarak görür. Lezbiyen, gey, biseksüel ve taranseksüellerin (LGBT) maruz kaldıkları homofobi ve transfobi temelli ayrımcılığa ve şiddete karşı mücadele eder. LGBT bireylerin özgürleşmesinin transseksüelleri de özgürleştireceğini kabul eden partimiz, heteroseksüelliği zorunlu olarak gösteren ve dayatan nefret söylemine ve nefret suçlarına karşı mücadele eder”[40]
HDP’nin parti programında ne demokratik olmayan liberalizmin ne de mevcut haliyle sosyalist siyasetin kurumsal olarak yer vermediği LGBT bireylere yer vermesi ve onları toplumsal yaşamda var oldukları gibi kabul ettirmeye çalışması, çoğulculuk ve özgürlük kavramlarıyla direkt olarak ilişkilidir. Bu haliyle çoğulculuk belirli bir sınıf ya da zümrenin diğeri üzerinde baskı kurması ya da tersinden bakıya maruz kalan sınıf ya da grubun diğeriyle yer değiştirme çabasının ötesinde var oldukları biçimiyle kendileri koruyarak demokratik toplumda var olmalarını öngörür.
HDP parti programında yer alan inançların kendi özgünlükleri içinde toplumsal yapıda var olmasının savunusu da yine sol siyaset tarından ihmal edilen bir konudur. Klasik anlamda sol siyasetin dine yaklaşımı ontolojik bir çerçeveden ibarettir. Ayrıca klasik sol siyasetin din ve inanç perspektifi tamamen aydınlanmacı ve pozitivist bir zemin üzerine yerleştirilmiştir. Bu haliyle solun dinsel grupların inanç ve ibadet özgürlüğüne dair söyleyecek çok fazla sözünün olmaması ya da dinsel olan her şeyi Aydınlanmacı bir yaklaşımla reddetmesi Mouffe’un da ifade ettiği gibi sosyalist akım içindeki özgürlük ve demokrasi kavramlarını tartışmalı bir düzleme çekmektedir.
Radikal demokrasinin sınıf kimliğinin ayrıcalığı yerine toplumsal kimliklerin eşdeğerliliklerini vurgu yapan yaklaşımını HDP programın neredeyse tamamında görmek mümkündür. Programda toplumsal kimliklerin eşdeğerliliklerine yapılan vurgularda HDP, parti programındaki bu vurguları siyasal pratiğe de taşımaktadır. Bu yönüyle Mouffe’un da eleştirdiği klasik sol siyasetten de ayrılmaktadır. HDP’nin parti program ve tüzüğü esas alınarak radikal demokrasi ile olan bağını yakalamak oldukça mümkün ancak bu parti ve programında yer alan radikal demokrasi söylemlerinin ne kadar pratik siyaset içinde, görünür olanın dışında, ya da başka bir ifadeyle radikal demokratik siyasetin hangi ölçüde kurumsal olanın dışında pratik siyaset içinde özümsendiğini görebilmek için daha derinlikli bir çalışmaya ihtiyaç vardır.
Ancak HEP’ten HDP’ye kadar Kürt siyasi hareketi içinde giderek belirginleşen radikal demokratik siyaset anlayışı en belirgin hale geldiği HDP projesi bazı riskleri de beraberinde taşıyor. Öncelikle HDP he ne kadar Kurdi siyasetin yerini, Kurdi siyaseti de kapsayan, radikal demokratik siyasete bıraktığı ve tüm ezilen sınıf, kimlik, etnisite ve cinsiyetleri kapsayan bir muhtevaya sahip olsa da HDP içinde hem kütlesel hem de siyaseten baskın tarafın Kürt Özgürlük Mücadelesi olduğunu unutmayalım. Kürt Özgürlük Hareketi’nin kütlesel tabanı ve projenin mimarı olmasının karşısında, HDP’nin bileşeni olan sol-sosyalist ve başka demokratik oluşumların toplumsal ve siyasal hükümlerinin oldukça zayıf olması HDP’nin kendini üzerine bina ettiği radikal demokratik siyasetin öngördüğünün aksine bir süre sonra Kürt Özgürlük Hareketi tarafından yönlendirilen ve kontrol edilen bir forma evirilmesi riski oldukça muhtemeldir. HDP’nin bileşenleri ile kurduğu ilişkinin iki varlığın ayrılığı değil, birliği üzerinden hareket etmesi, doğal olarak, varlıklardan birinin önceliğini diğerine teşmil ederek gerçekleşiyor.[41] Taraflardan birinin yani Kürt Özgürlük Hareketi’nin önceliğinin Kürdistan sorunu olması bir sorun elbette değil ancak bunun karşısında Türkiye’nin batısında konumlanmış ve tüm ezilenler adına verilen mücadelelerde bolca başarısızlık deneyimi olan sol-sosyalist vd bileşenler için ortaya çıkabilecek muhtemel sorun şu olabilir: Türkiye’nin batısından bir demokrasi hareketi mi ortaya çıkarmak, yoksa Kürt Özgürlük Hareketi’ne tabii mi olmak? Başak türlü bir ifade ile zayıf olan tarafın güçlü olan taraf üzerinden kendini var etmesi riski ortaya çıkabilir. HDP’nin kısa pratiğinden görebildiğimiz kadarıyla, Kürt Özgürlük Hareketi demokratik mücadelenin Kürdistan’ın dışında, Türkiye’nin batısında yürütebilmenin adresi olarak HDP’yi gösteriyor fakat Kürt Özgürlük Hareketi’nin HDP içindeki baskınlığı Türkiye’nin batısında dahi “güya misafir olduğu yerde bile, ev sahibinden daha fazla yer işgal etmesi”[42] gibi bir gerçeklik ortaya çıkarıyor. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Mahir Çayan mirasının gerçek temsilcilerinin Kürt Özgürlük Hareketi olduğunu ifade etmesi ve bu mirasın sürdürüleceği adreslerden birinin de HDP olduğunu ima etmesi Kürt Özgürlük Hareketi’nin Türkiye sol siyasetinin yapamadığını yaptığını ima ediyordu. Ayrıca Yeni Özgür Politika Dergisi’nde Selahattin Erdem [43]imzasıyla yayımlanan yazıda HDP bileşeni olmayan Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin (ÖDP) radikal demokratik siyaset önünde engel olarak tanımlanıyor ve gerekirse müdahale edilmelidir deniliyordu. Bu durum Kürt Özgürlük Hareketi’nin radikal demokrasi siyasetine zıt bir biçimde Türkiye’deki sol-sosyalist vd demokrasi güçleri üzerinde HDP aracılığıyla “hegemonik” bir güç olup olmayacağı sorusunu beraberinde getiriyor.
5. Sonuç
Chantal Mourffe ve Eernesto Laclau tarafından geliştirilen radikal demokrasi projesini kısaca tekrar özetleyecek olursak; Radikal demokrasi, sol siyasetin tıkanıklık yaşadığı 20.yüzyılın son çeyreğinde bu tıkanıklığı giderebilmek adına ne sosyalist idealden koparak ne de liberal demokrasinin özgürlük ve eşitlik gibi temel kavramlarına sırtını dönerek yeni bir sol siyaset inşa etmeye çalışmıştır.
1989’da Doğu Bloku’nun çözülmesi ve 91’de Sovyetler Birliğiyle birlikte reel sosyalizmin bitmesi tüm dünyada sosyalizm adına büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. Zaten var olan sosyalist yönetim biçiminin giderek otoriter bir hal alması üzerinden yürütülen tartışmalar SSCB’nin dağılmasıyla birlikte dünya kapitalizmi açısından sosyalizmin uygulanabilirliğinin olmadığı yönündeki teoriyi de güçlendirdi. Tam da bu süreçte küresel dünyada yeni sağ olarak ortaya çıkan politikalara karşı kimlik temelli bir siyasal hat üzerinden kendini inşa eden Radikal Demokrasi var olan Marksist tartışmalara, hegemonya, evrenselcilik, tikellik gibi yeni alanlar dâhil ederek sosyalist stratejiye yeni bir boyut kazandırmıştır. Ortodoks Marksizm’in sitemi kökten değiştirme ve liberal teoriyi toptan reddetme yaklaşımı karşında var olan liberal demokratik değerlerin kabul edilmesi ancak derinleştirilip geliştirilerek radikal demokradik bir çizgiye doğru eğriltilmesi yeni sosyalist stratejinin temel unsurunu oluşturacaktır radikal demokrasi anlayışına göre. Radikal demokrasi kuramının odağında salt işçi sınıfı değil yeni sosyal toplumsal ve muhalefet hareketleri de yer alır çünkü bu hareketler toplumda sadece işçi sınıfının değil diğer kesimlerinde hegemonyanın kontrolü altında olduğunu göstermektedir.
Radikal demokrasinin sivil topluma ve bireylerin kendi alanları içerisindeki özerkliklerine verdikleri önem de küreselleşen dünyada yeni bir çıkış noktası oluşturmaktadır sol siyaset açısından. Yani mevcut düzen içinde herhangi bir kurum ya da kişinin düzene karşı girişmiş olduğu mücadele kendi içinde anlamlı ve değerlidir, ancak bunu belirli bir toplumsal formasyonun içine sokmak onun özerkliğine müdahale etmek radikal demokrasi anlayışı ile bağdaşmaz. Laclau ve Mouffe’a göre yeni liberal ve sağ politikalarla tüm dünyada etkisini gösteren kapitalist modern anlayışa ancak yerellikleri ve kimlikleri merkeze alan ve şüphesiz her birini kendi içinde özerk ve değerli kabul eden bir siyasal mücadele hattı kurarak karşı koyulabilir ve son tahlilde solun yapması gereken de budur.
Türkiye’de ise radikal demokrasi deneyimi yok denecek kadar az bir alan kaplamaktadır. Liberal demokrasi geleneğinin temel uğraklarına bile henüz dokunamamış Türkiye’deki siyasal hareketler üzerinden düşünecek olursak, bu güne kadar katılımcı ve özgürlükçü, en geniş anlamda ya da radikal demokrasi projesine yakınlığı bakımından, siyasal projeyi ortaya koyan yapı, orijinlerini bir kimlik hareketi olarak ortay çıkan Kürt siyasal hareketi içinde bulacağımız ve o hareket içinden evrimleşen HDP projesinde görmek mümkündür. Türkiye siyasal yaşamı için yeni bir alternatif olmaya aday HDP projesi ve radikal demokrasi siyasetinin ilk deneyimi 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. Tüm olanaksızlıklara ve engellemelere rağmen %9.76 oy alan HDP siyaseti, radikal demokrasi söyleminin salt bir retorikten ibaret olmadığını gösterdi.
Kaynakça
Doğanay, Ülkü, Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek, İmge Yayınları,2003
Demir, Gökhan, Postmarksizm ve Radikal Demokrasi, Patika Yayınları, İstanbul,2014
E. Fuat Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi, Alfa, 2000
Fahriye Üstüner, “Radikal Demokrasi: ‘Liberalizm mi? Demokrasi mi? Evet, Lütfen’”, ODTÜ Geliştirme Dergisi, S. 34, Ankara, 2007
Güneş, Cengiz, Türkiye’de Kürt Ulusal Hareketi, Direnişin Söylemi, Çev,Efla Barış Yıldırım, Dipnot Yayınları,2013
Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, 2010
Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim Yayınları, 2008
Laclau, Ernesto, Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme, Birikim Yayınları,
İstanbul, 2003
Şeref Kavak, Kürt Siyasetinin 2000’li Yılları: “Türkiyelileşme” ve Demokratik Toplum Partisi. Büşra Ersanlı vd (Ed),Türkiye Siyasetinde Kürtler, Direniş, Hak Arayışı Katılım, İletişim Yayınları,2012
Metin, Kayaoğlu, Yeni-HDP: Olmayacak dua veya simya, Teori ve Politika Dergisi,Yaz-Güz.
Nicole, F,Watts, Sandıkla Meydan Okumak, Türkiye’de Kürtlerin Siyasi Yolculuğu, İletişim Yayınları,2014
HDP,Parti Tüzüğü, http://www.hdp.org.tr/parti/parti-tuzugu/10 [Erişim: 16.16.2014]
HDP Parti Programı http://www.hdp.org.tr/parti/parti-programi/8 [Erişim: 16.06.2014]
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Programı
Yeni Yaşam Belgesi; http://selahattindemirtas.net/ [Erişim:15.08.2014]
[1] Fahriye Üstüner, “Radikal Demokrasi: ‘Liberalizm mi? Demokrasi mi? Evet, Lütfen’”, ODTÜ Geliştirme Dergisi, s. 34, Ankara, 2007, s. 313
* Kürt siyasetini Legal Kürt ya da Kurdi partileri kapsayacak nitelikte sınırlı bir anlamda kullanıyorum
[2] Gökhan Demir, Postmarksizm ve Radikal Demokrasi, Patika Yayınları, İstanbul,2014,s,167 [3] Ernesto Laclau, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim Yayınları, 2008, s. 7 [4] Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 8 [5] Laclau, Mouffe, a.g.e,.s.9 [6] Laclau, Mouffe, a.g.e,.s.11 [7] Demir, a,g,e,,s,168 [8] Demir,a.g.e,.s168 [9] Demir,a.g.e,.s,169 [10] Laclau, Mouffe,a.g.e,.s,15 [11] Demir,a.g.e,.s,169 [12] Demir,a.g.e,.s,170 [13] Demir,a.g.e,.s,171 [14] Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 16 [15] Laclau, Mouffe,a.g.e,.s,17 [16] Laclau, Mouffe,a.g.e,.s,17 [17] Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, 2010, s. 52 [18] Üstüner,a.g.e,.s,315 [19] Üstüner,a.g.e,.s,315 [20] Ülkü Doğanay, Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek, İmge Yayınları,2003,s,42 [21] Doğanay,a.g.e.,s,44 [22] Üstüner,a.g.e,.s,320 [23] Laclau, Mouffe,a.g.e,.s,21 [24] E. Fuat Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi, Alfa, 2000, s.7 [25] Keyman, a.g.e., s. 7 [26]Nicole, F,Watts, Sandıkla Meydan Okumak, İletişim Yayınları,2014,s,88 [27] Watts,a,g,e,s,99 [28] Watts,a,g,e,s,100 [29] Watts,a,g,e,s,101 [30] Cengiz Güneş, Türkiye’de Kürt Ulusal Hareketi, Direnişin Söylemi, Çev,Efla Barış Yıldırım, Dipnot Yayınları,2013,s,88 [31]Şeref Kavak, Kürt Siyasetinin 2000’li Yılları: “Türkiyelileşme” ve Demokratik Toplum Partisi. Büşra Ersanlı vd (Ed),Türkiye Siyasetinde Kürtler, Direniş, Hak Arayışı Katılım, İletişim Yayınları,2012,s,158 [32] Kavram Nicole. F.Watts’a ait [33] BDP Parti Programı, s,2 [34] Yeni Yaşam Çağrısı için Bknz; http://selahattindemirtas.net/ [Erişim:15.08.2014] [35] HDP,Parti Tüzüğü, http://www.hdp.org.tr/parti/parti-tuzugu/10 [Erişim: 16.16.2014] [36] HDP Parti Programı http://www.hdp.org.tr/parti/parti-programi/8 {Erişim: 16.06.2014] [37] Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 257 [38] Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 272 [39] Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270 [40] HDP Parti Programı http://www.hdp.org.tr/parti/parti-programi/8 [Erişim: 16.06.2014] [41] Metin, Kayaoğlu, Yeni-HDP: Olmayacak dua veya simya, Teori ve Politika Dergisi,Yaz-Güz,s,203 [42] Metin, Kayaoğlu,a,g,e,s,203 [43] Selahattin Erdem isminin müstear isim olarak kullanıldığı ve yazının KCK(Koma Cıwakên Kurdistan-Kürdistan Topluluklar Birliği) yürütme konseyi üyesi Duran Kalkan’a ait olduğu iddia edilmişti.