Bu yıl Ekim ayına kadar, New York sokaklarında hep o his hâkimdi: İnsanlar nerede? Evet, şehrin her yerinde metrolar, sinemalar, konser ve festival alanları insanlarla dolu ama iş sokağa geldi mi herkes nereye kayboluyor? Sokak kültürü olmadan, herkesin kendini, kendine benzerlerle beraber, kendi mahallesine kapattığı bir metropolün ne anlamı var? Amerikan bireyciliğinin ruhsuzluğundan birkaç hafta içinde sıyrılacağımızı bilmiyorduk.
Occupy Wall Street protestoları 17 Eylül günü Wall Street yakınlarında bir parkta başladığında ne yüzde 99’dan ne de basından kayda değer bir destek gördü. Parkta toplananlar ABD’de geleneksel olarak ötekileştirilmiş halktan ziyade, bir grup orta sınıf beyaz Amerikalıydı ve ana meseleleri hükümetin bankaların borçlarını ödemesine rağmen, orta sınıfın yok oluşuna seyirci kalışıydı.
Protestocular çeşitlendikçe New York’un finans merkezindeki kalabalık, ABD basınının görmezden gelemeyeceği bir hal almıştı ancak basın protestocuları dinlemek yerine, onların ekonomi bilgilerini sınayarak cehaletlerini ortaya çıkarmayı tercih etti ve protestocuları “bir grup ne istediğini bilmeyen hippi” diye geçiştirdi.
Hareketin kısaca “yüzde 1” olarak adlandırdığı ABD’nin en zengin kesimi, alıştıkları dilde konuşulmasını istiyorlardı ancak Occupy Wall Street hareketi, kendini belli bir siyasi ideolojinin düşmanı ya da yandaşı olarak konumlandırmadı. 5 Ekim’deki ilk büyük yürüyüşün başladığı Folley Square’de stant açan, kendi yayınlarını dağıtan siyasi partilerin isimleri ise bir daha ne Zuccotti Park’ta ne de protesto yürüyüşlerinde görüldü.
Böylelikle hippiler, komünistler, beyaz yakalılar gibi beraberinde bir sürü klişeyi de getiren tanımlamalara tâbi olmadılar. Bilinçli ya da değil, hareketin gücü de bir taraf seçmemesinden geldi.
Üstelik ne istediklerini söylemiyor da değillerdi. İlk günden itibaren çağrılar “Pankartınızı hazırlayın ve orada olun” notuyla yapıldı; protestocular da öyle yaptı. Kimi ödediği verginin bitmek bilmeyen bir savaşa harcanmasından şikâyetçiydi, kimi oy verdiği liderlerin siyaseti bankalara teslim etmesinden, kimi okul fiyatlarındaki artıştan.
“Ekonomi konusunda cahil olmayan” katılımcılar ise ekonomik adalet için üç şart öne sürüyordu: Vatandaş haklarıyla donatılmış tüzel kişiliklere son verilmesi, uluslararası spekülasyonlara vergi konması ve Wall Street’teki yatırım bankalarının ticari bankalara yatırılan paralarla kumar oynamasını engelleyecek Glass-Steagall Yasası’nın yeniden yürürlüğe girmesi.
Occupy Wall Street oluşumu başından beri şiddet karşıtı tavrını bozmadı; kendilerini bir hareket olarak tanımlasalar da kampları boşaltılana kadar hareket ettikleri bir yer yoktu. Hareket etmek yerine bulundukları yeri “evlerine” dönüştürmeyi, bununla da alternatif bir yaşam biçimini temsil etmeyi tercih ettiler.
ABD’nin finans merkezinde çalışanların her gün önünden geçtiği Zuccotti Park’ta “herkes için” bir yaşam alanı inşaa ederek, artık yolları pek kesişmeyen sınıfları aynı alanda birleştirdiler. Kendi mutfaklarını kurdular, ihtiyacı olanlara yemek verdiler. Atık sularını filtreleyip yeniden kullanmak için düzenekler geliştirdiler. Parkta 24 saat hasta bakan doktorlar, ABD’nin en pahalı hizmetini hiçbir karşılık beklemeden herkese sundular. Veterinerler de daima parkta hazır bulundu. Zuccotti Park, hareketin başlamasından kısa bir süre sonra, mağdur durumdakilerin sığınağı haline geldi. İlk günden itibaren toplanmaya başlanan kitaplar iki ayın sonunda 4.000’i geçmiş, Occupy Wall Street hareketinin kendi kütüphanesi oluşmuştu. Parkın en büyük çadırları aile içi şiddetten, baskıdan kaçanlara, kalacak yeri olmayanlara ayrıldı. Güvenlikleri için bu çadırların kapılarına görevliler yerleştirildi.
Zuccotti Park her geçen gün daha fazla insan için, hiçbir gelecek güvencesi vaat etmeyen bir sistemin alternatifi haline geldi. Bu durum, kendisi de yüzde 1’in en iyi temsilcilerinden olan belediye başkanı Bloomberg’in elbette ki işine gelmiyordu. Bloomberg’in işgalcileri parktan kovmak için bahane bulamadığı, bu nedenle sorun çıkarmaları için suçluları parka gönderdiği dedikoduları dolaşıyordu. Ancak iki aydır parkın işgaline net bir karşılık vermeyen belediye başkanından “sağlık tehdidi” gibi inandırıcı olmaya bile çalışmayan bir sebeple, gecenin bir yarısı parkı boşaltacağını kimse düşünmemişti.
Bloomberg’ün emniyet teşkilatından “ihlalleri bahane et”, “parka gazetecilerin olmadığı zamanda gir”, “polisi isyan teçhizatıyla donat” gibi tavsiyeler aldığı sonradan teşkilatın kendisinden sızan bilgiler arasındaydı. 15 Kasım gecesi saat 12.50’de polis park sakinlerine “eşyalarınızı toplayın ve gidin yoksa tutuklanırsınız” dedi. İki aydır sahip oldukları tüm eşyalarla beraber Zuccotti Park’ta yaşayan işgalcilere, 45 dakika süre verildi. Ardından çadırlar, bilgisayarlar, kütüphaneye ait 4.000’den fazla kitap, binlerce dolarlık ilaç, işgalcilerin özel eşyalarıyla beraber çöpe atıldı. Saat 04.00’da parkta sonbahar yaprağı bile kalmamıştı. İşgalciler ise yalnızca “Siz de yüzde 99’sunuz” demekle yetindiler.
Polis memurları yüzde 1’e dahil olmasa da, New York Polis Teşkilatı için aynısını söylemek mümkün değil. New York Polis Teşkilatı ekim ayının başında, ABD’nin en büyük yatırım bankası JP Morgan Chase’ten 4.6 milyon dolarlık bir bağış kabul etti. Aynı hafta içinde Brooklyn Köprüsü’ne yürüyen OWS protestocuları polis tarafından önce yasak yola doğru yönlendirildi, ardından 700 protestocu yasak yola girdiği için tutuklandı. New York’ta protestoculardan birinin ağzının içine biber gazı sıkan polis; California Üniversitesi’nde oturma eylemi yapan gençlere hiçbir sebep yokken biber gazı sıkan polis; emekli polisi, tekerlekli sandalyedeki bir protestocuyu, devlet memurları sendikası başkanını, gazetecileri tutuklayan, belediye meclis üyesini döven polis görüntüleri yayıldıkça, polis de protestocuların hedefi haline geldi.
Polisin hedefinde ise, protestocular kadar gazeteciler de var. 17 Eylül’den bu yana New York polisi, 20’si boşaltma sırasında olmak üzere, 26 gazeteciyi tutukladı; polis tutuklamalar sırasında gazetecilerin tamamının haber yapmak için orada olduklarını biliyordu. Zuccotti Park’ın boşaltıldığı 15 Kasım gecesi ise gazetecilerin parkta olmadığı saati beklemiş, gazeteciler olay yerine akın edince de görüntü almalarını engellemek için güç kullanmaktan çekinmemişlerdi. Park boşaltılırken televizyon kanallarına ait helikopterlerin, görüntü almasını engellemek için hava sahası kapatıldı. Zuccotti Park’a giden bütün sokaklar barikatlarla kapatıldı. Barikatları aşmaya çalışan gazeteciler tutuklanmakla tehdit edildi, kısa bir süre sonra da New York Times ve National Public Radio muhabirlerinin tutuklandığı haberi ulaştı. Ancak basının engellenmesi haberlerin cep telefonu videolarıyla anında internette yayılmasını engelleyemedi.
Olayların ardından New York Basın Kulübü, polisin gazetecilerle ilişkisini denetlemek için Amerikan Haklar Bildirgesi Birinci Maddesi Koalisyonu’nu kurdu. New York Temel Haklar Birliği ise Zuccotti Park’ta ve tüm OWS protestolarında tarafsız gözetmenler bulundurmaya başladı.
Zuccotti Park’ın boşaltılmasından sonra mahkeme, protestocuların parkta toplanabileceğine ancak burada kamp kuramayacaklarına karar verdi. Parka kamp eşyasıyla ya da “büyük kutularla” (müzik enstrümanlarının kutuları dahil) girmek yasak. Ancak Zuccotti Park mutfağını, kütüphanesini, evlerini kaybettiyse de OWS ruhundan bir şey kaybetmiş değil. New York’un dışında Washington, California Üniversitesi, Philadelphia ve Oklahoma’da da işgaller sürüyor. Şükran Günü’nde Zuccotti Park, Harlem, Brooklyn ve Bronx’taki sığınaklarda OWS katılımcıları 4.000’den fazla kişiye yemek verdiler. Aralık ayı başlarında ise Occupy Homes hareketi başlayacak; ABD’nin her yerinde bankaların el koyduğu evlerin önünde oturma eylemleri yapılacak.
En hareketli sokaklarında bile bireyciliğin insanı yapayalnız hissettirdiği New York’ta bir Pazar günü diğerlerine hiç benzemiyor. Önce Zuccotti Park’ta çoğunluğun tanımadığı iki işgalcinin evliliği kutlanıyor, sonra birbirini hiç tanımayan insanlar nereden geldiği bilinmeyen on kutu pizzayı paylaşıyor, parkın bir tarafında dantel dersleri başlarken, bir tarafında günlük fikir toplantısı hararetle devam ediyor.
Occupy Wall Street oluşumunun, iki hafta içinde yalnızca New Yorkluları değil, ABD’nin her yerinde insanları sokağa dökmesine, en başından beri hareketin içinde olanlar bile inanamıyor. OWS fikir toplantılarının moderatörlerinden John, “Birisi bana üç ay önce, bir parkı işgal edip böyle bir hareket başlatacağımızı, polisin coplarına, spreylerine rağmen buraya her gün geri geleceğimizi ve bu tartışmaları düzenleyeceğimizi söylese aklımı kaçırırdım,” diyor.
Ama acele de etmiyorlar. OWS’de ilk fikir toplantısına katılan Brandon, “ABD basınında sesimizi duyurmamız gerek, ne istediğimize karar verelim, bunu kelimelere dökelim ve televizyonun bize vereceği 30 saniyeyi daha fazla katılımcı çekmek için kullanalım,” diyor ancak OWS destekçilerinin medyanın oyununa gelmeye de niyeti yok. Bu hareketin hedefi bir iki yasa değişikliği değil, bir düşünce yapısını kökünden değiştirmek. Brandon’ın aldığı cevap çok net: “Yurttaş Hakları Bildirisi bir gecede yazılmadı.”