“Mutluluk her zaman keyifli değildir” (Das Glück ist nicht immer lustig) cümlesinin ardından 60 yaşlarında bir kadının yağmurda ıslanmamak için daha çok yabancıların gittiği bir bara girmesi ile film başlar. Kadın barda tanıştığı kendisinden genç bir göçmene aşık olur. Kadın yalnızlıktan kurtulup gençliğine duyduğu özlem duygusu ile, erkek ise öteki olma halinden kurtulup sıradan biri olarak Almanya'da yaşama arzusu ile bir ilişkiye başlar. Fakat zamanla bu ilişki başka bir iktidar alanı tanımlar ve bireyler kendileri ile ilgili yabancılaşmanın başka bir boyutunu yaşamaya ve başlarda hissettikleri mutluluğun keyif vermediğini anlamaya başlar. 1974 yapımı Rainer Werner Fassbinder yapımı “Korku Ruhu Kemirir” (Angst essen Seele auf) isimli film Almanya'da göç ve kimlik sorununu tartışan ilk filmlerden biridir. Bu film Münih'te geçer ve 1970'lerde Almanya'nın yabancılar konusundaki tutum ve düşüncelerini, Almanya'ya çalışmaya gelen asıl adı El Hedi ben Selam olan fakat herkesin Ali diye çağırdığı Fas kökenli bir göçmenle temizlikçi Alman Emmi'nin hikayesi üzerinden anlatır.
Şu sıralar Türkiye'den Almanya'ya göçün 50. yılı kutlamaları çerçevesinde özellikle iki toplum arasındaki “olumlu etkileşim”e vurgu yapılmaktadır. Elbette 1960'lardan günümüze Almanya'da Almanların ve göçmenlerin beraber yaşama pratikleri, tutum ve düşüncelerinde değişiklikler yaratmıştır. Fakat bu değişimin hangi boyutlarda olduğuna dair ve gelecek üzerine politik, sosyal veya kültürel yapılanma ile ilgili çok az gazete ve dergi yazısı ile televizyon programında haber olması, bol duygulu, az düşünceli bir etkinlik planı içinde 50. yılın kutlandığı fikrini güçlendirmektedir.
II. Dünya Savaşı dönemini ve sonrasını anlatan eserleri ile ünlü yazar Max Frisch “Biz işgücü çağırdık, insanlar geldi” (man hat Arbeitskraefte gerufen und es kommen menschen) cümlesi ile göçmenlerin Almanya'da nasıl algılandığını özetlediği ifadeyi 2011 yılında Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, İstanbul Sirkeci Garından kalkıp Münih 12. Peron'unda biten 50. yıl kutlamaları çerçevesinde Türk hükümetinin de benzer şekilde algıladığını ifade etmiştir:” İki ülke de bir şeyi unuttu: Bizim gönderdiğimiz insandı, sizin beklediğiniz de işçi değil insandı. Bizler bu gerçeği unutmuştuk.” Herkesin önce insan olduğunu unuttuğu göçmenler Almanya'da yaşadıkları süre içinde bugün hala gözardı edilmeye çalışılsa da kendilerine bir yaşam alanı yarattı. 50 yıl içinde Almanya'da yaşayan Türk nüfusu 2.7 milyon ile Litvanya veya Letonya'nın nüfusuna neredeyse eşit değere ulaşırken, Almanya nüfusunun da yüzde 8,8'ini teşkil etmeye başladı. Bugün hala Almanya'ya en çok göç veren ülke sıralamasında Türkiye 4.sırada yer almaktadır. (2008, Federal Almanya İç İşleri Bakanlığı, Göç Raporu).
20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Almanya nüfusunun yaklaşık 15 milyonluk göçmen nüfusuna rağmen bir göçmen ülkesi olduğu gerçeği ile yüzleşmek istemese de zamanla oluşan politik,sosyal,kültürel ve ekonomik sorunlar karşısında bu gerçeği inkar edemez hale gelmiştir. Ülkenin yaşlanan ama aynı oranda çoğalmayan nüfusu ve bununla bağlantılı oluşan sosyal güvenlik sorunları Almanya'nın gelecekte de göçmen ülkesi olmaya devam edeceğini göstermektedir. Fakat son yıllarda uygulanmaya çalışılan göçmen politikaları uzun zamandır var olan geç kalınmışlık durumu ile bağlantılı olarak henüz çözüme dair yeterlilik göstermemektedir.
Almanya II. Dünya Savaşı sonrası refah seviyesini yükseltmek için özellikle bedensel zorluğu olan işlerde çalışacak kişilerin az gelişmiş ülkelerden gelmesini sağlayan ülkeler arası antlaşmalardan birini de 1961 yılında Türkiye ile yapmıştı. Türkiye'den gelen işçiler sadece geçici süreli olarak Almanya'da bulunacakları için “Misafir İşçi-Gastarbeiter” sözcüğü ile tanımlamış fakat süreç hiçte başta planlandığı gibi gitmeyince ülkelerine geri gönderecek teşvik planları yapılmıştı. Bu süreci başlatan olay ise 1990'da Hristiyan Demokratların Almanya'nın birleşmesi ile efsaneleşen ve “Kara Dev” lakaplı lideri Helmut Kohl'ün 1982-1998 yılları arasındaki Başbakanlığı döneminde Avrupa'nın birleşmesine ve ABD ile güçlü ilişkilere adanmış neoliberal ve Hristiyanlığı temel alan politikaları nedeniyle Almanya'daki Türkiye'li göçmenlerin ülkelerine geri döndürme primi uygulasıdır. Bu politika her ne kadar pek çok Türkiye'linin geri dönmesini sağlasa da aynı zamanda Türkiye'lilerin Almanya'da yaşamaları konusunda karar vermelerini de sağlamıştır. Helmut Kohl ile başlayan Türkiye'li göçmenlerin Avrupa ve Almanya değerlerine “uyumsuz” olduğu konusundaki tartışmalar gün geçtikçe artmıştır. Son zamanlarda ise, Almanya'da yaşayan Türkiye'li göçmenleri çoğunlukla sorun yaratan bir grup insan olarak tartışıldığını söylemek sanırım abartılı olmaz. Türkiye'li göçmenler ise 50 yılın ardından önemli bir dönüşüm yaşamıştır. Almanya'ya ilk geldikleri zaman hiç bir yasal veya politik düzenleme yapılmaya gerek duyulmayan çoğu eğitimsiz,kırsal kökenli, yoksul ve her tür koşullarda çalışmaya kendini mecbur hisseden ilk göçmen grup yerini artık eşit vatandaşlık hakları eksenli ve kendilerini var eden her tür kültürel, dinsel, sosyal veya politik kimliklerine sahip çıkmaya çalışan bir göçmen gruba dönüşmüştür. Bu nedenle, şimdilerde çok eski bir ırkçı söylemden hareketle göçmenlerin uyum yasalarına gösterdiği “uyumsuzluk”onların düşük zekalı olmalarına bağlanıp, sürece dair gereken sorumluluktan kaçmak için rasyonel bir zemin aranmaktadır.
2010 yılında daha piyasaya çıkmadan tartışılmaya başlayan “Almanya Kendini Yok Ediyor” (Deutschland schafft sich ab) isimli Thilo Sarrazi'nin kitabı piyasaya çıkar çıkmaz satış rekorları kırdı. Almanya Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyesi ve Almanya Sosyal Demokrat Parti (SDP) üyesi Sarrazi, Almanya'nın 1960-70'lerdeki göç politikasının sonucu olarak Almanya'da 100 yıl sonra 25 milyon, 300 yıl sonra ise sadece 8 milyon Almanın kalacağını ve göçmenler yüzünden Almanya'nın aptallaştırıldığını ve küçültüldüğünü iddia etmektedir. Özellikle Türkiye'li göçmenler ile ilgili onların sadece manav ve dönerci olabileceğini, Türk gazetesi okuyan,Türk arkadaşları ile kahve içen, Türkçe televizyon izleyen kişileri nasıl topluma entegre edebilirsiniz? ifadesi ile de Almanya'da yaşayan Türkiye'li göçmen grubu konusundaki varolan genel bakışı yansıtmaktadır. Her ne kadar Sarrazin bu sürecin sonunda Merkez Bankasındaki görevinden istifa etmek zorunda kalsa da daha sonra Focus dergisine bu konuda açıklama yapan Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) Genel Başkanı Horst Seehofer'de “Çok kültürlülük öldü. Almanya bir göçmen ülkesi değildir. Uyumun yan yana yaşamak değil, Anayasamızda belirtildiği değerler doğrultusunda birlikte yaşamaktır “ifadeleri ile göçmenlerin sadece yasal çercevedeki konumlarına vurgu yaparken, sosyal, politik veya kültürel olarak göçmen olma koşullarının kendine özgü yapısının göz ardı edildiğini ifade etmiştir.
Peki Almanya'da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin “uyumsuzluğunun” temelinde ne vardır? 1960'lı yıllarda Almanya'ya ilk gelen grup ile 1980 sonrası Türkiye'deki siyasi yapının zorladığı göçmen kitle arasında oldukça büyük farklar bulunmaktadır. Fakat Almanya'daki Türkiye'li göçmenlerle ilgili en genel ve çarpıcı gerçek Almanya'da yaşayan göçmenlerden her üç işsizden birinin Türkiye'li olmasıdır. Bunun en önemli nedeni ise yeterli eğitime sahip olmamak ve yeterli eğitim alacak kadar Almanca öğrenememek şeklinde bir kısır döngü olduğu görülmektedir. Türkiye'li göçmenlerin Almanya'da eğitim görme ve nitelikli iş gücüne dahil edilme oranın düşük olmasına iki temel neden gösterilebilir: sosyal ekonomik sorunlar ve Almanya'daki eğitim sisteminin işleyişi .Her ne kadar Almanya'da eğitim parasız olsa da, eğitim sisteminin sınıfsal konuma göre ayrımı pekiştirdiği iddia edilebilir.
Önce “Gastarbeiter- Misafir İşçi”, sonra “Auslandaer-Yabancı” şimdilerde ise “Migrant-Göçmen ”olarak tanımlanan artık 3.-4. neslin oluştuğu Almanya'da 50 yıllık geçmişi olan Türkiye'liler konusunda, ne Türk hükümetleri ne de Alman hükümetleri tarafından sorunlarına gerçekçi çözümler üretilmediği görülmektedir.Türkiye Almanya'daki Türkiye'li göçmenleri maalesef AB süreci için kilit noktada görüp bunun üstünden siyaset yapmaya çalışmaktadır. Almanya ise hala nasıl olacağı konusunda fikir birliği yaratılmadan yürütülen entegrasyon tartışmaları ile Türkiye ile var olan daha çok ekonomik temelli ve AB süreci eksenli Türkiye'li göçmenleri tartışmaya devam etmektedir. Türkiye'li göçmenler ise özellikle 1990 sonrası artan şekilde farklı örgütlenmeler oluşturarak kendilerini var etme çabası içindedirler.
2011 yılı boyunca Almanya ve Türkiye arasındaki göç konulu organizasyonlar her iki ülkede de bütün hızı ile devam etmektedir. Münih'te 50 yıl sonra göçmenlerin taksim yeri olan 12. Peronda gerçekleştirilen kutlamalar bünyesinde dikkat çeken bir durum ise, ne Alman ne de Türk yetkililerin “aman biz ne kadar iyi dostuz” söyleminden öteye geçip Türkiye'li göçmenlerin varolan sorunlarına ve bu sorunların çözümlerine dair net olarak hiç bir belirlenimde bulunmamasıdır. Oysa ne Almanya'ya gelen Türkiye'li göçmen grubun ne de Almanların 50 yıl önce hissettiği mutluluk artık çok keyifli değildir.