Müessesemiz yirmidört saat açıktır abiler!
Bize hayat haramdır abiler!
Bir şarkı dinlemeye yoktur vaktimiz
"Yetmez oldu kendimize kendimiz!"(*)
Dünyanın en zor üç mesleği nedir diye sorulsa ilk iki seçenekte yüksek ihtimal uzlaşabiliriz. Birincisi Fahişelik ikincisi maden işçiliği. İlkinde bedeninizin hassas bölgeleri ekmek kapınıza dönüşürken “işi” ne kadar iyi yaparsanız yapın, takdir ne kelime, tekdir edilip aşağılanmanız kaçınılmaz. Üstelik sizi aşağılayanla “emeğinizi” “şehvetle” talep eden ve ahlak anlayışıyla bu talep arasındaki ilişkiyi sorgulamaya tenezzül buyurmayan da genelde aynı kişi olur. Maden işçilerine gelince kıt oksijenli dehlizlerde, her kazma ve matkap darbesinde sadece madenin damarından değil ömürlerinden de bir parça söküp ata,n her inişte akla gelen acaba patlar mı sorusunu unutmaya çalışan madenci için çalışmak sadece zahmetli değil ölümcül bir iş. Bu kısa girizgah bile ilk iki mesleğin ne olması gerektiği hakkında herhalde fikir vermiştir. Şimdi gelelim üçüncü mesleğe. Bu hususta şüphesiz herkes kendi mesleğini yazmak isteyecektir. Ancak bu yazıda ispat edileceği üzere dünyanın en berbat üçüncü mesleği eKSpErLİKTİR. Bu meslek kadar insanı pelteleştiren bir tür Sünger Bob oyuncağına dönüştüren bir başka iş bulmak zordur.(*)
Aziz Nesin, bir hatırasında, Türkiye gibi komedi cenneti bir ülkede mizah yazarlığı yapmanın en kolay iş olduğunu söyleyen arkadaşına nasıl da bozulduğunu anlatır ve dünyanın en zor işini yaptıkları hususunda herkesin ne hikmetse aynı fikirde olduğundan dem vurur. Üstad haklıdır. Herkesin işi kendine sahiden de inanılmaz zahmetli ve meşakketli gelir.
Acaba eksperlik denen ve bir kısım cahil okuyucunun “bu da nedir yahu’” dediği mesleğin zorluğu da bu bildik sübjektif-mesleki zaaftan mı nemalanıyor? Yoksa yazar şu Ağustos ayının sıcak pazar günü güneşin gölgesinde huzur bulmak yerine önüne dizüstünü koyup yazmak zorunda kalırken bıçağı kemiğe dayatan kahredici üretim ilişkilerinin tarihsel zorunu mu hissediyor etinde? Cevabı merak eden yazıyı okumaya devam edebilir. Diğerleriyle yolumuz burada ayrılıyor.
PEKE NEDİR BU EKSPERLİK?
Kelime anlamı uzman demekse de yapılan her iş uzmanlık ve ustalık içerdiğine göre bu terim, konudan uzak olanlara meslek hakkında fikir vermiyor. Üstelik piyasada eksperlik olarak ifade edilen birden fazla kategori var. Makine eksperliği, sigorta eksperliği vesaire. Sözü edilen bunlar değil. Dünyanın en zor üçüncü mesleği olarak ifade edilen Gayrimenkul Değerleme Eksperliği. Tavuk kümesinden beş yıldızlı otele, viraneden saray yavrusuna, bakkal dükkanından dev fabrikalara kadar taşınmaz olarak ifade edilen ve çoğunlukla toprağa bağlı bir mülkünüz varsa (belki bilmiyorsunuz gemiler de gayrimenkuldür) ve bu mülkün değerini resmi olarak raporlamak istiyorsanız işte tam bu noktada sırtında uzun pelerini, göğsünde ışıltılı E harfiyle Eksper çıkagelir. Tabii siz onu bu kıyafetiyle göremezsiniz. Çoğunlukla üzerinde Mahmutpaşa tarzı spor kıyafet omzunda askılı vinylex bir çanta elinde plastik bir föyle kutsal mülkünüze gelir çantasından çıkardığı lazermetreyle odaları kızıl ışığıyla ölçüp biçerek bir iki not aldıktan sonra geldiği gibi hızla ufukta kaybolur… Bunu Clark Kent ya da Peter Parker gibi süper kahraman hassasiyetleri için yapmaz tabii. Mesele tarihin itici gücünde yani ekmek parasındadır.Öyle sorumluluk getiren büyük bir gücü falan da yoktur. Gelir, bakar, inceler, gider ve raporu yazar sonra bir başka yere gelir, bakar, inceler;sonra başka bir yer... Sokak ,meydan, ilçe şehir dağ bayır demeden eksper her yerdedir. Aynı gün dört mahalle üç kasaba, üç şehir dolaşabilir. Belki Türkiye’nin her yerinde eksper yoktur ama Eksper ülkenin her yerinde her an hazır olmak zorundadır. Çünkü Büyük Efendi öyle istemektedir. Büyük Efendi’nin kim olduğun öğrenmek için okuyucunun biraz sabhretmesi gerekiyor! Ekmek köprüsünün başında bekleyen odur. İşi Efendi verir. Verilen iş her ahval ve şerait içinde dahi yapılmak –burası normal- ve zamanında – zurnaların senfonik rock yaptığı yer burasıdır işte- teslim edilmek zorundadır. Emekçi-Eksper’in bir de küçük efendisi vardır. Ünvanlarının sonunda Değerleme Danışmanlık A.Ş. yazan ekspertiz firmaları. Bu firmalar işlerinin yüzde doksandokuzunu büyük efendilerden temin ederler. İşin de yüzde doksan dokuzu ipotek rehni hadisesine dayanır. Yani şu bildik ipotek koyma hikayesi aslında ekspertiz mesleğinin ebesidir. Bu noktada büyük efendinin banka adı verilen finans teşkilatı olduğu zeki okuyucu tarafından derhal anlaşılacaktır. Bankadan kredi çeken müşteri, ev- barkına ipotek koydurur. Banka bu ev- barkın değerinin resmen ne kadar olduğunu bağımsız ekspertiz raporuna göre belirlemek zorundadır. Tam bu noktada devreye ekspertiz firmaları girer. Sonra da eksperler!
Yazının bu paragrafına kadar ya sabır çekerek gelmeyi başaran sıkıntılı okur, ihtimal şöyle düşünüyordur: “Benim eli kalem tutan güzel kardeşim. Gül gibi çalışıp gidiyorsun anlaşıldığı kadarıyla çalışırken gezip duruyorsun. Bizim gibi bir büroya kapanıp kırk kişinin ağız kokusunu da çekmiyorsun.Tamam yaz sıcağında kış kıyamette bu kadar yolun kahrını çekmek zor. Allah kolaylık versin ama bak ne güzel işin var. Herkes gibi sen de çorbana baksana!
Yazar bu noktada soluklanır. Beş yıllık eksperlik tecrübesinde kaç kez işsiz kaldığını ve kaç firma değiştirmek zorunda kaldığını düşünür. En son çalıştığı firmanın işten çıkarılma haberini kendisi henüz “saha”da iken nasıl verdiğini hatırlar. Üstelik aynı firma, primini maaş tutarından değil asgari ücret üzerinden yatırmıştır. Üstelik şirket patronu da ünlü bir avukattır.
Tamam okuyucu bunaldı. Derdimin derinini merak etmekten vazgeçmek üzere. O halde hemen konuya girelim ve 1 Mayıs 1886’ya dönelim. Hoppalaa diyen okura son bir sabır ihsan eyliyorum Emeğin Tanrısından. Bilen bilir 1Mayıs 1886’da Şikago şehrinde onbinlerce işçiyi meydanlara döken ve içlerinden en delikanlı dördünü Amerikan patronlarının emriyle darağacına çektiren o görkemli kalkışmanın sebebi sekiz saatlik iş gücü talebiydi. İşçiler günde sekiz saat çalışmak istiyordu. Patronlar ise ücretli kölelerin, Roma kölesinden hallice kalmaları derdindeydi. Nihayetinde işçiler kazandı. Yani biz kazandık. Sekiz saat çalışıp sekiz saat uyuyup sekiz saat de keyfimize bakacaktık. Yani ben öyle sanıyordum. Ta ki şu eksperlik mesleğini ifa edene kadar. Gerçek şu idi. 1886’dan 125 yıl sonra çalışma saati, uyku hariç tam gün noktasına gelmişti. Mesainin başlama ve bitiş saati yoktu. Meseleye uzak okuyucu inanmadı sanki. Yüzündeki zehirli tebessümden belli. O halde daha açık anlatalım: Sabah kalktınız. Diyelim ki İzmir’de çalışıyorsunuz elinizde değerlemesi yapılacak iki mesken var. Hazırlanıp yola çıkıyorsunuz. Eğer günü uygunsa ihtimal sabah belediyede öğleden sonra da Tapu Müdürlüğü’nde –bu iki kurum işin olmazsa olmazıdır.- gerekli bilgileri toplayıp evin bulunduğu yere gidiyor, fotoğraflarını çekip detayları not ediyor sonra çevrede emsal denilen daire benzeri satılık ilanlarını toplayıp araştırmayı bitiriyorsunuz. Bu işlemi diğer gayrimenkul için de aynı şekilde tekrarlıyorsunuz. Bütün bu işler, yerin uzaklığına tapu ve belediye inceleme saatlerine bağlı olarak akşam mesai bitimine kadar sürüyor. “Ne güzel mesaiyi de yedin işte!” diyen densiz okura sonraki cümleyi okumasını öneriyorum. Bütün gün süren bu koşuşturma neticesinde işin ancak yarısını tamamlamış oluyorsunuz. Ve geriye asıl yapılması gereken diğer yarısı kalıyor: Rapor yazmak. Fakat raporlama öyle beş on dakikada tamamlanan bir iş değil. Eğer işinizi ciddiyetle yapıyorsanız yani halk ağzıyla çin işi ucuz işçiliğe tevessül etmiyorsanız önünüzde her bir rapor için harcamanız gereken asgari 1,5 emek saat ten 3 saat var demektir. Eğer gayrimenkulün hukuksal ve teknik verilerinde sorun varsa rapor yazımı daha da uzayabiliyor. Bu durumda yaklaşık olarak mesainiz hergün iki “ekspertiz” geldiğinde gece yarısı 12’ye kadar sürüyor demektir. Bir de şehir dışındaki ekstra işler var ki mutlaka not edilmesi gerekiyor. Diyelim İzmir’de çalışıyorsunuz. Değerleme yapılacak yer ise Manisa’nın Sarıgöl ilçesinde. İşinizi bitirip şehre geri döndüğünüzde akşam sekizi etmiş oluyorsunuz. Bunun üzerine 3 saat eklerseniz bulacağınız rakam size günlük eksper mesaisini verecektir. Bu süreye ana haber bültenine göz atmak, iki satır gazete karıştırmak, ev halkına merhaba bugün nasıl geçti gibi sualler sıralamak yemek yemek ve çişe gitmek gibi insani hasletler dahil değil.Okuyucu burada da müdahil oluyor ve “Canım sen de çalışıver televizyon izleyeceğine. Devir şikayet zamanı değil! Hem bak İzmir’de sabahtan işini bitirip raporu da kolayından yazarsan değme keyfine , Üstelik her zaman böyle olacak değil ya, araya bir boş gün düşer sen de keyfine bakarsın” diyor. Yok, yok. Bizim okur’un cebinde ya Tüccar Kulübü üyelik kartı var ya da personel verimliliği üzerine şirketlere akıl satan danışmanlık firmasından ekmek yemekte… Neyse efendim, açıklamaya devam edelim.
Sadece tek iş yaparak –şehir içinde olmak kaydıyla- mesainizi akşam uygun bir saatte bitirmek mümkün ama tek iş sizin emek maliyetinizi ne yazık ki kurtarmıyor. Günde asgari iki iş yapmak zorundasınız. Üç iş olursa amenna. Dört iş ise, yeme de yanında yat kategorisinde. Tabii dört işin raporu en iyi ihtimalle 6 saat sürdüğü için bir dünya gününde bu kadar raporu yazabilecek yiğidi bir ana doğurmadı henüz. Doğuran analar varsa da yiğitlerden değil ama yazılan raporların kalitesinden derin şüphelerim olduğunu not ediyorum. Bu konuya daha sonra yine dönülecek. Yani iki fabrika ev daire artık o her neyse taşınmazın tüm incelemesini bitirip raporları yazmanız ve sabah dokuzda kontrol ekibine teslim etmeniz gerekiyor. Gece bilmem kaça kadar raporları tamamlayıp sabah tekrar işe çıkıyor ve aynı korkunç döngüyü yaşamaya başlıyorsunuz. Eğer üçüncü günün sonunda yine iki iş gelmişse rüyanızda kendinizi apartman dairesi olarak görmeye başlıyorsunuz. Sürekli aklınızda yetiştirilmesi gereken raporlar ve bir gün sonra gitmek zorunda olacağınız mahalleler ilçeler ve şehirler…
Böyle bir performansla çalışıyor olsanız dahi patron sizden şikayetçi olabilir. Mesela konusu fabrika olan – zor iş kategorisinden oluyor bu- iki raporunuzu sabaha kadar yazıp ancak öğleye doğru kontrol birimine göndermişseniz Patronla aranızda şöyle bir diyalog geçebilir: “Raporu sabah teslim etmemişsiniz!” “Evet ama Hanımefendi biliyorsunuz o raporlar çok kapsamlıydı ve aylık performansıma bakarsanız herhalde takdir edilmem gerekiyor. “Beyefendi sizden memnunuz ama çok iş olunca elbette yapacaksınız çünkü ben size iş gelmediği günler için de para ödüyorum.” Bu sözü söylediğinde kilitleniyorsunuz. Patron sizden iş geldiği sürece her gün mesela üç saatlik uykuyla durmanızı istiyor, çünkü biz birer makineyiz ve bu makineyi o gün iş yoksa kapının önüne koymuyor ve kahrolası maliyetine katlanıyor. Aslında hakikat hiç de böyle değil. Çünkü aynı patron bu konuşmanın geçtiği günden üç ay sonra çalışanların üçte ikisine iş olmadığı için bir gün içinde “yol veriyor”.
Şimdi kıt anlayışlı okuyucu için özetleyelim. 1. Dünyanın en kötü üçüncü mesleği Eksperliktir. 2.Eksper mevcut şartlar altında günde en az iki iş yapmak zorundadır. 3. İki iş yaptığında kendisine ait bir hayatı olmayacaktır. Geceleri ona ait değildir. Gündüzleri zaten iştedir. Rüyasında bile rapor yazmaya devam eder. 4. Neyse ki çalışma hayatı uzun sürmez. Şirket bir banka kaybettiğinde işsizlik kısa sürede alıcı kuş misali gelip kapısına dayanır. Kendisi sahada iş yaparken telefonla işten atıldığı haberini alır. Sonra çöker kaldırım taşına. Elinde fotoğraf makinesi dayar elini çenesine sukünet içinde sokağı seyre dalar.
Kısaca ölesiye çalışır. Ve ölesiye çalıştığı için üç kuruş ücret alır.
Kapital zihniyetli okuyucunun manidar suskunluğuna karşı zeki ve vicdanlı okuyucunun sesi yazı aleminde çınlıyor. “Şu maliyet meselesi ne oluyor da esnek mesainin gündeliği üç kuruşa tekabül ediyor ve eksperin firması sürümden kazanmak için masaya eksperin hayatını sürüyor. Yazar bu sesin sahibine gözyaşları içinde bakıyor. İnsan kalemi eline alıyorsa hep bu zeki ve vicdanlı okuyucular için inanın…
O halde biz de soru sorarak cevabı anlatmaya başlayalım:, “Suçlu Kim”. Eksper mi yoksa Ekspertiz Firması mı? Yoksa…
Kapitalizm her mülkiyetli toplum gibi pramidal örgütlenir. Pramidin geniş tabanı nüfusun çoğunu barındırırken üste doğru tırmandıkça tıpkı cennetin katlarında iman derecesine göre hiyerarşik olarak sıralanan müminler gibi sermaye gruplarıyla karşılaşılır. Piramidin zirvesinde ise finans kurumları en tepeden aşağıdakilere göz süzerler. Finans kurumunun asli unsuru bankalardır. Ve ekpertiz firmalarının ekmek kapısı da onlardır. Banka sayısı aslında az değildir. Ama sayıları yüze yaklaşan ekspertiz firmaları arasında rekabet keskindir. Buna bankaların her açıdan güçlü konumunu eklerseniz ortada eşit olmayanlar arası bir iş ilişkisinden söz etmek mümkün. İşte bu nedenle beş yıldır asgari bir dairenin ekspertiz rapor ücreti 250 TL’ iken (KDV hariç) son bir yıldır rekabet ortamında bu rakamın 200 TL’ye düştüğü görülmektedir. Halbuki çoğu bankanın müşterilerinden ekspertiz ücreti olarak aldıkları tutarın 500-600 TL olduğu bilinmektedir. Firma 200 TL ile hem sabit maliyetlerini karşılayacak öte yandan işçi ücretlerini ve sigortasını ödeyecek ayrıca faaliyeti anlamlı kılacak bir kâr (yani şu artı değer) elde etmeye çalışacaktır. Bu mümkün değildir. Ama eksper günde iki ya da üç işin altından kalkıp da aynı gün raporunu yazıp teslim edebilirse işin rengi değişir. Ve şirket vaziyeti idare eder hale gelir. Tabii bu durumda üç kuruşa (çoğunlukla asgari ücretin biraz üzerinde aylık ile) başı sonu belli olmayan ve neredeyse yirmi dört saate fırlamış çalışma süresi ile piramidin en altında yer alıp son tahlilde asıl işi sırtlayan eksper, Nazım’ın dediği gibi şarabını vermek için üzüm gibi ezilmeye devam eder.
Genç bir eksper bir konuşmamızda şöyle demişti: Her akşam eve geldiğimden işi bırakıyorum. Her sabah yataktan kalkarken lanet okuyup yeniden başlıyorum.Nasıl dayanacağım bilemiyorum!” Sesinde geleceğe dair derin umutsuzluk ve yarını belli olmadan yaşama hali üstelik hayatı yaşamadan es geçmenin mutsuzluğu vardı. Ama çıkamıyordu işte. Mesleğe yeni başlamış genç bir kadın eksper ise henüz beş aydır çalıştığı halde artık tükenme noktasına geldiğini söylemişti. “Ne gecem belli ne gündüzüm nereye kadar gider bilemiyorum!” diye eklemişti bu yirmi beş yaşlarındaki genç inşaat mühendisi. Otuz yaşındaki şehir plancısı bir kadın eksper ise tek kelimeyle halini özetliyordu: Mutsuzum. İşini titizlikle yapan ve üstelik SPK lisans belgesini alıp halen staj süresinin dolmasını bekleyen bir başka eksper ise mesleği değiştirmenin yollarını aradığını söylüyordu. Bu işi yapan çoğu mimar, inşaat mühendisi, şehir plancısı, iktisatçı ya da Siyasal Bilgiler gibi dört yıllık fakülteleri bitirmiş emekçiler, büyük umutlarla girdikleri sektörde bir yandan neredeyse tam gün süren çalışma süresi öte yandan her an kapının önüne konulma riski altında sadece günü kurtarmak üzere çalışmaya devam ediyorlar.
Kapının önüne konulma sebebi ise eksperin mesleki hataları değil çalıştıkları şirketin banka kaybetmesi… Bankalar binlerce rapor yaptırdıkları firmaları tek bir raporda çıkan hata yüzünden listelerinden çıkarttıkları zaman, bu çoğu kez o ekspertiz firması için yolun sonu anlamına geliyor. Eğer batmadan devam ederlerse de büyük kayıplara uğruyorlar. Tabii bu süreçte en büyük kayba yine piramidin dibindekiler uğruyor. Böyle durumlarda firma çalışanları çok kısa süre içinde kendilerini iş ararken buluyorlar.
Bu işten asıl zararı aslında Bankalar görüyor ama ya farkında değiller ya da umurlarında değil.
Şu ana kadar meselenin eksper yani emekçi tarafına baktık. Üzerimize o kadar vazife olmadığı halde bir de Büyük Efendi yani bankalar tarafına göz atmakta fayda var. İşin tuhaf yanı bütün bu süreçte en fazla zarar görme riski taşıyanlar da yine bu sürecin bu hale gelmesinin baş sorumlusu olan bankalar. Kasalarındaki paraları kredi olarak sağa sola verirken teminat olarak rehinlerine aldıkları gayrimenkullerin önemli bir oranının gerek teknik gerekse ekonomik açıdan yanlış raporlanma ihtimali herhalde bankaların hoşuna gitmeyecektir. Ama çok kısa sürede, çoğu zaman üstün körü bilgi ve belgeye dayanarak ve eksik incelemeyle üstelik önemli bölümü, işi yetiştirme baskısıyla gecenin ilerleyen saatlerinde ya da sabaha karşı yazılmak zorunda kalınan raporların doğruluğu büyük bir soru işareti olarak ortada duruyor. Gerek taşınmazın teknik incelemesinde gerek ekonomik değerinin tespitindeki yetersizlik sadece raporların kalitesini düşürmekle kalmıyor bankaların bilançolarında yer alan ipotek değerlerini de sorunlu hale getiriyor. Bu satırların yazarı, bugüne kadar yıkım kararı olan ya da kat irtifakı yanlış kurulmuş (trampa) çok sayıda evin bankalarca kredilendirildiğine tanıklık etti. Emsal değerleri normalin çok altında ya da üstünde gösterilmiş çok sayıda gayrimenkul gördü. Bankaların ucuz iş gücü adına bilançolarının güvenilirliğini tehlikeye atıyor olmasını anlamak sahiden güç. Demek daha çok kâr için yapılmayacak şey yok.
Bankalar kâr için bunu göze alıyor da peki piyasayı düzenlemekle görevli Bankalar Birliği ya da BDDK neden ekspertiz piyasasının içler acısı haline müdahale etmiyor. Bu denli düşük ücretlendirmenin sosyoekonomik sonuçlarının farkında nasıl olamıyor. Mutlaka Enron gibi vakaların olması mı gerekiyor yeni bir düzenleme için! Piramidin tepesine akıl vermek haddimiz değil tabii. Üstelik delinen ozon tabakası ve eriyen buzullara rağmen ısrarla üretimlerine devam eden, kanserojen slikonları kadınlara rahatça satan nükleer santraller ve GDO’lu ürünler meselesinde sonuna kadar gidip hayatı tarumar etmekte ne kadar pervasız olduğunu kanıtlayan Kapitalizmin bu gözkara cesareti kâr hırsına dayanmıyor mu? Ama sistem, “olabildiğince “sıhhatli” ve uzun yaşamanın yollarını da arıyor tabii… Sarkaç bir yandan öbürüne savrulurken görünen o ki Gayrimenkul ekspertiz sektöründe su uzun süredir kaynıyor.
Bu noktada iş her zamanki gibi meselenin asıl mağdur ve sahiplerine yani eksperlere düşüyor.Lisanslı eksperlerin bir derneği bulunmakla birlikte sektörün pür melaline ilişkin bir düzenleme çalışması sektörün örgütlü uzmanlar topluluğundan henüz gelmedi. Sektörde ekspertiz firmalarının örgütlendiği bir kuruluş –LİDEBİR- olmakla birlikte bu iki kuruluş da bankalar karşısında fena halde güçsüz ve –korunmasız- durumda. Geriye asıl büyük kitle yani lisansı olmayan ve ömrü rapor yazmakla geçen –lisanslı olup da sahaya çıkan eksperleri de not edelim- piramidin tabanı yani eksperler kalıyor. Sektördeki giriş çıkışların fazla olduğu düşünülse de birkaç yıldır mesleğe devam eden çok sayıda değerleme elemanı var bu emekçilerin artık bir araya gelmesi gerekiyor.
Daha düzgün çalışma koşulları,
Emeğin karşılığı olacak İnsanca yaşamak için yeterli bir ücret
Hayatla yeniden ilişki kurmamızı sağlayacak İnsanca çalışma saatleri ve
İki günde kapının önüne konulmamıza engel olacak iş güvencesi
İçin bir araya gelmemiz gerekiyor.Sosyal ağların bu denli geliştiği dünyada eksperlerin hala bunu becerememiş olması sahiden tuhaf.Ama geç değil.Bir şekilde yan yana gelmemiz gerekiyor.Böyle bir hayata daha ne kadar dayanmak zorunda kalacağız?
Girizgâhta Orhan Baba’nın bir dizesine de yer verdik madem o halde Müslüm Baba ile bitirelim.
“Bu benim mesele derin mesele
Ezelden ebede giden mesele
Hatırım çiğnendi kalbim kırıldı
Ömrümü verdiğim benim meselem”
Meselenin hepimizin olduğu bilinciyle..
(*) En zor üçüncü iş eksperlik dedik ya biz yine de Dünyanın bütün zor mesleklerinden, beş yüz santigrat dereceden çelik çeken işçilerden, çeltik’te tütünde ve toprağın karasına hayatlarını akıtanlardan, kimyasallar içinde kimya maddesine dönüşenlerden mesela taşlaşmış kot işçilerinden, hastalık riskiyle çalışan sağlık emekçilerinden velhasıl zor ya da değil dünyayı avuçlayan o büyük nasırlı-nasırsız ellerden özür dileyerek.