Günümüz toplumlarını anlamak için toplumbilimcilerin sıklıkla kullandıkları tanımlardan birisi “Tüketim Toplumu” kavramıdır. Tüketim toplumu, yaşamla ve varoluşla ilgili bütün aktivitelerin piyasa/karla ilişkilendirilmesi ve karın maksimizasyonu için yönlendirilmesi(manipule edilmesi) ve bütün bunların sonucunda ise güçlü bir ekonomik enerji/üretim elde edilmesini varsayar. İnsanın varoluşunda bedenin payının önemli olması nedeniyle, insan bedeni(biyolojisi) de tüketim toplumunun hedefleri arasındadır. Tüketim toplumu, varoluşun olmak yerine, sahip olmak/tüketimle özdeşleşmesi, insan mutluluğunun beden aracılığıyla oluştuğunun, tinsel olanın ikincil olduğunun varsayılması, insanın biyolojik varoluşuna içkin olan her şeyin (yemek, içmek, sevişmek, kendisiyle ilgili olmak gibi) ihtiyaç olmaktan çıkarılıp, bağımlılık derecesinde zevk aracına dönüştürülmesi, tüketim ile ihtiyaç arasındaki bağın koparılması ve bütün bunlara mutluluğun unutulması/yüzeyselleşmesi süreçlerinin eşlik etmesi gibi özellikler taşımaktadır.
Çocuklar ve gençler hem yarının erişkinleri olacakları hem de zihin ve bedenlerinin etkilenmeye/değişime açık olmaları nedenleriyle tüketim toplumu süreçlerinin en önemli hedef grubudur. Günümüzde besin endüstrisi (küresel “obesogenic” çevrenin yaratılmasında en önemli etkendir) yanında , elektronik oyun,iletişim teknolojileri, eğlence ve müzik, moda, giyim ve kişisel bakım, sigara, alkol ve uyuşturucu madde, cinsel stimülasyon ve “istismar” gibi bir çok sektör satışlarını çocuklar ve gençler üzerindeki etkileri sayesinde giderek arttırmaktadırlar. Bu sektörler, TV, sosyal ağlar ve internet, kentsel alanlardaki reklamlar gibi araçlar üzerinden bir “medya şiddeti” yaratmakta ve tüketim kışkırtması ile özellikle ekonomik olarak yetersiz toplumsal grupların çocuklarında huzursuzluğa neden olarak dolaylı da olsa “çocukların neden olduğu şiddetin” artmasında önemli bir rol oynamaktadır.
Tüketim toplumunun çocuklar üzerindeki etkilerini şişmanlık sıklığındaki artış üzerinden incelemek mümkündür. Obeziteye bakıştaki klasik model, enerjinin sabitliğine dayanır ve insanların çok yemeyi seçtiği için şişmanladığını varsayar. Bu durumda obezite, obez kişinin patolojik bir davranışı olarak kabul edilir. Bu bakış kişinin sorumluluğuna vurgu yapar ve hükümetlerin/endüstri toplumunun günahlarının bağışlanmasına izin verir. Oysa çocuklar obez olmayı seçmez. Obez çocuklar yaşıtlar tarafından dışlanır ve yaşam kaliteleri en az kemoterapi alan çocuklar kadar bozulmuştur. Bunların ötesinde çocuklar besin seçimlerinden sorumlu değillerdir, ayrıca kişisel sorumluluk kapasiteleri henüz gelişmemiştir. O zaman çocuklarda obezitenin bu kadar hızla artmasının gerisinde neler vardır?. Son yıllarda bu soru haz biyolojisi ile ilgili bilgiler çerçevesinde yeniden cevaplanmakta ve bu cevapta çocukların yağ ve/veya şeker içeriği yüksek besinlere yönlendirildiği görüşü giderek önem kazanmaktadır.
Epicurus’un sözleri ile söylersek “Hazzı içimizdeki ilk iyi içgüdü olarak tanırız; bütün seçim ve reddedişlerimizin başlangıcıdır haz. Ve sonra hazza geri döneriz; bu hissi hayattaki bütün iyi şeyler hakkında hüküm vermek için bir norm olarak kullanırız”. Besinlere olan ilgimiz ( yada “iştahımız”)yalnızca besin içerikleri (kalori miktarları vs) ile ilgili değildir. Bu ilgi büyük ölçüde “pleasure-haz” kavramı ile ilişkilidir.Cinsel çekiciliğin(hazzın) üremeyi mümkün kılması gibi, besinlerden elde ettiğimiz haz nedeniyle besinleri arayıp buluruz.Haz, mutluluk,hoşlanma,doyum gibi hisleri içeren kompleks bir deneyimdir ve bu nedenle de değerlendirmek(ölçmek) zordur.Buna benzer bir kavram olan ödül (reward) ise davranışlarımızın önceliklerini ve sürekliliğini belirleyen nesneler/hareketler olarak tanımlanır ve ölçülmesi daha kolaydır. Ödüllendirilmek, pekiştirmeye ve dolayısıyla gelecekteki davranışların şekillenmesine yol açar. İştah bir tür besinlerin ödül olarak algılanması olarak tanımlanabilir. İşte Besinlerin ödül olarak algılanmasında en önemli faktör-lezzetleri, tatlarının yoğunluğu, kokuları gibi duyularla ilgili faktörlerdir.Besinlerle uyarılan bu duyular, “Ventral Tegmental Area” (VTA) ve “Nucleus Accumbens” (NA) ile limbik sistemin çeşitli komponentlerinde işlenir. Bu sistem ve çevresindeki “nöronal devreler” bir tür “hedonik yolak” (haz yolağı) olarak adlandırılabilir. Bu sisteme insülin, leptin, ghrelin gibi hormonlar üzerinden sinyaller gelmekte ve dopaminerjik sistem sinyal iletiminde en önemli rolü oynamaktadır. İşte son yıllarda yağ ve/veya şeker içeriği yüksek besinlerin “kortikolimbik” sistemi güçlü bir şekilde uyararak, bu tür besinlerin yeniden arzulanmasını sağladığı (pekiştirme ve buna eşlik eden bağımlılık) üzerinde durulmaktadır. Bir başka deyişle şeker ve/veya yağ içeriği yüksek besinler hedonik sinyallerin ağırlık kazanmasına (homeastatik sinyallerin geçersizleşmesine) ve dolayısıyla besinlere olan ilginin ve alımın buna göre şekillenmesine neden olmaktadır. Yine son yıllarda bağımlılık yapan ilaçların merkezi sinir sistemindeki etkisi ile bu tür besinlerin ödül olarak algılanması arasında çarpıcı benzerlik olduğu, özellikle nucleus accumbens (NA) üzerinden ortak nörobiyolojik mekanizmaları ( dopaminerjik sistem) kullandıkları, bir doz uyuşturucun etkisi gibi bu tür besinlerin büyük seçim bir porsiyonunun da daha sonra aşırı yeme davranışına yol açtığı vurgulanmaktadır.
Günümüzde bir çok araştırmacı, özellikle ABD’de olmak ama bütün ülkelerde de geçerli olmak üzere çocuklardaki şişmanlığın artışında kızarmış patates, kolalı içecekler, dondurma, patlamış mısır, hamburger vs gibi “Junk Food” (abur cubur besin) tüketiminin çocuk menülerini istila etmesinin yattığını kabul etmektedir. Bu bilgiler temelinde obeziteyi ilaç bağımlılığı gibi hoşa giden besinlerin aşırı tüketilmesi ile sonuçlanan “kompulsif tüketici davranış”ın bir formu olarak tanımlamak mümkündür ve son yıllarda “besin bağımlığı” üzerinde duran çok sayıda araştırma yayınlanmaktadır. Başka bir deyişle, besin endüstrisi de tütün endüstrisi gibi stratejilerini bu bilgi üzerine kurmakta ve bağımlılık manipülasyonu için en önemli hedef grup olarak çocukları seçmektedir. Bu nedenle de çocukların tütünden korunması gibi, şeker ve/veya yağ içeriği yüksek besinlerden korunması için de güçlü toplumsal programlara ihtiyaç vardır.