Aleviliğin Müstehcenliği

“On dört yaşında bir çocuk Alevi olabilir mi?” Ahmet Hakan, canlı yayında, Gezi eylemleri sırasında öldürülenlerin tamamının Alevi oluşundan bahisle, muhtemelen bir söz söyleyecek, cinayetlerle tarihsel/toplumsal bir gerçekliği birbirine bağlayacak olan Orhan Kemal Cengiz’e bu soruyu sordu; sorduğu soruyu çok beğenerek Berkin Elvan’ın sadece çocuk ve insan olduğuna peş peşe vurgu yaptı. Sonra hepimiz, herkes utandı. Kutuplaştırmayalım. Konuyu hiç oralara taşımayalım. Ne demek Alevi? On dört yaşında bir çocuk Alevi olabilir mi?

Olur. Pek güzel olur.

Berkin Elvan’ın ölümü, bir kez daha çocuk ölümlerini hatırlattı çoğumuza, değil mi? Twitter’da Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol ve Gezi’de kaybedilen çocuk / gençler anıldı. Ben de andım. Sevinç Altan’ın “Bölge” sergisinden bir resimle Ceylan Önkol’u ve ressamın çalışmasını andım. “Bölge” üzerine Sevinç Altan’la Amargi Feminist Dergi’ye bir söyleşi yapmak üzere buluştuğumuzda, bir harita göstermişti Altan –sanatçılar, akademisyenler, çocukların öldürülmesine karşı duranlar bir çalışma yürütüyordu o sıra; 1989-2012 tarihleri arasında öldürülen çocuklarla ilgili bir çalışma. Türkiye haritasının üzerinde, birbirini ezercesine yoğun kırmızı noktalar, bir bölgede toplanmış, bir bölgeye mıhlanmıştı. Bölge dışında ölmüş tek bir çocuk vardı. Bu resim, bir şey söyler. Tıpkı, Gezi’de öldürülenlerin tamamının Alevi olmasının bir şey söylemesi gibi. Ne söyler, söylediği şeyle biz ne yaparız, bu yazının meselesi değil. Bu yazının meselesi: Bir çocuktan Alevi olur mu, olmaz mı? Ölen bir çocuğun Alevi olduğunun vurgulanması neden ayıp kaçar? Gezi’de öldürülen tüm çocukların Alevi olduğunun söylenmesi bizi neden kutuplaştırır? Hem, bizzat güvenlik birimleri dememiş miydi Gezi eylemlerine katılanların yüzde 78’i Alevi’dir diye?

Sonra, ben niye utanıyorum Ahmet Hakan’ın çıkışından? Berkin’in çocukluğunu ve insanlığını unutmuş olabilir miyim? Alevi olduğunu neredeyse ilkokulu bitirecekken öğrenen, sonrasındaki ilk birkaç yılı Aleviliğini gizlemek zorunda kalarak geçiren, üniversite yıllarında Okmeydanı’nda yaşayan ve incinmeleri yarıştırmaya hiç lüzum yok –kendini kendi hikâyesi üzerinden biriktiren biri olarak, ben, Berkin’in çocuk ve insan oluşunu unutmuş olabilir miyim?

Aleviyim, ve çok iyi biliyorum, bir çocuktan Alevi olur. Okmeydanı Alevi’si olur, Gazi mahallesi Alevi’si olur, Cevizli Alevi’si olur –içinden iyi kötü geçtiğim, bildiğim bu yerler dışında başka birçok yoksul mahallenin Alevi’si olur. Biz Gazi’ye gittiğimizde yer gök Alevi’ydi. Çocukluğumun Kartal Cevizli Mahallesi Alevi’ydi; yetmez, Yalova’dan feribotla Alevi taşınırdı mahalleye. Okmeydanı Dersim, Sivas, Erzincan Alevi’siyle kaynıyordu, hâlâ öyle. Bu mahallelere girdiğinizde, kafasına gaz fişeği atacağınız her çocuk Alevi olur. Annesi babası, soyu sopu Alevi değilse bile, tam da o gün, tam da orada kafasına gaz fişeği yediği için, yine Alevi olur.

Yazı boyunca kaç kez Alevi kelimesi geçti, kaç kez daha geçecek, ben Aleviliğin “müstehcenliği” konusuna, bu kadar çok Alevi demişken nasıl varacağım, bilmiyorum. Müstehcenlik, yazının ikinci sorusuyla ilgili: Ölen çocuğun Alevi oluşunun vurgulanması neden ayıp kaçıyor? En zor soru bu. Psikanalistler, sosyologlar, siyaset bilimciler, sanatçılar yardım eder umuduyla kitaplığıma bakmayı düşündüm önce; belki “müstehcenlik” üzerinden, kelimelerle uzak yakın eğleşmek yol açar diye… Vazgeçtim. Şuradan devam edebilirim belki: Kızımı Cemevi’ne götürmedim hiç çünkü cem’in içinde olmadıkça, cem, 500A ile senede bir gidilen bir dergâhta, belirli gün ve saatlerde izlenmesi / dinlenmesi gereken bir şeye dönüşünce, ancak turistik bir ilgi ve entelektüel bir yaklaşıma mahkûm edilmiş oluyor. Cenazelerimiz bile ancak son birkaç yıldır Cemevleri’nden kalkıyor. Beni cem’imden ve dilimden ayıran devlet, Alevi’nin Aleviliğiyle ilişkisindeki en temel bağın siyaset (cem) ve kültür (dil) olduğunu biliyordu. Bunun neticesinde, ben, marjinal falan değil, basbayağı münasebetsiz kaldım Aleviliğimle ortalıkta. Politik bir tavır olarak Kürt, Ermeni, ibne olduk, oluyoruz. Son birkaç gündür fark ettim ki, politik bir tavır olarak bile Alevi olamıyoruz –sözüm başkalarına değil, kendime, ben bile olamıyorum sanki! Alevi, Aleviyim derken her defasında, hep, kendimi müstehcen bir laf etmiş gibi buluyorum; huzuru kaçıran, münasebetsiz bir şey yapmış olan, eyyh! konuyu yine buraya getiren… Arkamızdaki siyaseti çekip aldılar, bizi arkasız bıraktılar! Hepimizi insanlıkta ve Ali’yi sevmekte, sözüm ona, eşitlediler. Acısı hududuna varmış kişinin karşısında had bilmek, yeterince büyük bir erdemdir oysa. Bir de “aynı kitaba, aynı peygambere, aynı Allah’a inanıyoruz ne de olsa” dediler, -Allah’larımızı yarıştırmaya hiç lüzum yok –gördüğü her insana “Allah belki de onun içindedir” diye yaklaşan biri olarak, anladım, bizim Allah’larımız farklı. Bence siz, Allah’larımızın aynı olmadığını seziyorsunuz ve bizi tam da bu yüzden müstehcenleştiriyorsunuz.

Berkin’in ölümü Gazi Mahallesi’ndeki ölümlerin yıldönümüne denk geldi; sadece Gazi’yi gündeme getirmek için öldü tam da o gün Berkin. Demek, hatırlamaya niyet yoktu. Gizlenmesi, unutulması gerekeni hatırlattığı için, Berkin Alevi olmamalı zaten. Sadece çocuk olmalı ve biz sadece “bir çocuk öldü” demeliyiz ve böylelikle kutuplaşmamanın çağrısını yapmalıyız.

Toplumsal reflekslerimizi yarıştırmaya hiç lüzum yok –kendi kendime, edep, ar, hayâ özüyle izaha çalıştığım sessizliğimizle biz daha ne yapalım, bilmiyorum. 1937’den bu yana öldürülüyoruz, yakılıyoruz, sürülüyoruz, fişleniyoruz ve artık müstehcenleştiriliyoruz.

Benim durduğum kutup, burası. Münasebetsiz bir yer.