12 Eylül ve Kenan Evren aleyhinde açılan bir hesap sorma kampanyasının bildirisini okudum; bildirinin ana bölümü, “Kenan Evren şu değildir, budur” kalıbının farklı alternatiflerle tekrarından ibaretti: Kenan Evren ülke kurtarıcısı değildir, ülke batırıcısıdır; kenan Evren babacan bir insan değildir, eli kanlı bir diktatördür, gibi...
Kenan Evren portresi yazacağımı duyan bir arkadaşım, “yeni ne yazabilirsin ki” diye itiraz etti önce, sonra da “yazacağın şeyin benim için de ilginç olmasını istiyorsan, onun son dönemdeki tuhaf ve 'cesur' politik çıkışlarını anlamama yardım edecek bir şeyler de olsun içinde” dedi.
Arkadaşımın aslında bana bir ipucu verdiğini düşündüm ve yazacağım portrenin, Kenan Evren'le ilgili olarak çoğumuzun kafasında bulunan ve fakat cevabını veremediğimiz sorularla cebelleşmesi gerektiğine karar verdim.
Arkadaşımın özel ricasına geleceğim, fakat ondan önce girişte ima ettiğim “cevapsız soru” üzerinde duralım biraz...
Siz etrafınızda Kenan Evren'den olumlu cümlelerle söz eden, onu saygıyla anan ya da ona karşı hayırhah bir tarafsızlık çizgisi benimsemiş birilerini gördünüz mü? Eminim çoğunuz hiç karşılaşmadınız böyle insanlarla ya da sayıları ihmal edilebilir kadar azdı. Peki, bu durumda neden onun “şöyle değil de böyle biri” olduğunu ispatlamaya çalışan kampanyalara gerek duyuyoruz? Kime ispat etmeye çalışıyoruz bunu? Benim cevabım: Sorulduğunda, Kenan Evren'den nefret ettiğini söyleyecek insanların büyük çoğunluğuna... Evet, tam düşündüğünüz gibi: Türkiye'de Evren'den nefret ettiğini söyleyenlerin büyük bölümünün aslında öyle düşünmediğini, öyle hissetmediğini iddia ediyorum.
Hemen saçmaladığıma hükmetmeyin, izah edeceğim... Geçenlerde bir başka portre vesilesiyle sosyal bilimlerde epeyce iş gören bir kavramdan söz etmiştim size: Tercih çarpıtması. Bu kavrama bir kez daha başvurmadan, size muhtemelen pek saçma gelmiş olan iddiamı temellendiremem.
“Tercih çarpıtması”, kişinin algıladığı toplumsal baskılar karşısında fikirlerini olduğundan farklı göstermesi ve ifade etmesi anlamında kullanılıyor. “Tercih çarpıtması”, akraba bir kavram olan “otosansür”den çok daha derin toplumsal sonuçlar doğuran bir kişisel ve toplumsal tavır.
Örneğimize uygularsak: Kenan Evren'e gerçekte antipati duymayan çok sayıda insan, “algıladığı toplumsal baskılar” nedeniyle “tercihini çarpıtıyor” ve ondan nefret ettiğini, en azından onaylamadığını söylüyor. Tercihini çarpıtmayabilir, asıl duygusuna otosansür uygulayarak hiçbir fikir beyanında bulunmayabilirdi. Fakat bazen susmak onaylamak anlamına gelebilir, “tercih çarpıtması” böyle durumlar içindir zaten.
Söylemeye gerek yok: “Tercih çarpıtması” en çok gerçek fikrini korkusuzca dile getiremeyen insanların çoğunlukta olduğu, demokrasisi yeterince gelişmemiş yarı-modern ülkelerde görülür. Zaten darbeler de böyle ülkelerde yapılır.
Bu ülkede Kenan Evren'le ilgili gerçek duyguların neden böyle olduğu ayrı bir fasıl. Burada Türkiye toplumunu değil, Evren'i konuştuğumuza göre o fasla hiç girmememiz daha doğru olur. Şimdilik şu tespiti yapmakla yeteniyorum: Kenan Evren, bu toplumun nefret ettiği değil, nefret edermiş gibi yaptığı bir diktatör!
NEFRETİ SAHİH OLANLAR
Hiç kuşkusuz, onun başında bulunan kurumun dayattığı rejim dolayısıyla büyük insani yıkımlara uğrayanların “nefret”i sahihti. Toplumun etkili bir kesiminin “öfke nesnesi” olarak seçtiği kişilerin başına gelenlerin hepsi onun da başına geldi. Mizahla taşlanmak, bunların arasında en hafifiymiş gibi görünse de, aslında etkisi ve biteyiveliği nedeniyle en ağırlarından biri olageldi.
Yapıp ettikleri arasında bolca “mizah” vardı zaten, o nedenle ona atfedilen hikâyelerin hangisinin gerçekten ona ait olduğu zaman içinde karıştı.
Mesela, bir resim sergisini gezerken müstehcen bulduğu bir resmin kaldırılmasını istediğini biliyoruz ama, izlediği bir klasik müzik konserinde “davula sadece iki kez vuran” davulcunun da diğer çalgıcılar kadar maaş alıp almadığını sordu mu gerçekten, bilmiyoruz.
Mesela, bir resepsiyonda karşılaştığı televizyon programcısı Aziz Üstel'le aralarında şu konuşmanın geçtiği gerçektir (Üstel'in kendisi anlatmıştı bunu):
Sen benim karşıma geçiyorsun, bacak bacak üzerine atıp sigara içiyorsun, kahkahalar atıyorsun...
Efendim zat-ı alinizi ilk defa görüyorum. Ben sizin karşınızda ne zaman sigara içtim?
Televizyonda içiyorsun ya, oraya çıkınca Kenan Paşa o televizyonu seyrediyor diye düşüneceksin.
Keza, 1 Mayıs'ın İşçi Bayramı olarak kutlanmasına “memurlar ve köylüler de isterler” gerekçesiyle karşı çıktığı da gerçektir (Yavuz Donat'a kendi anlatımı), fakat zamanın Başbakan'ı Turgut Özal'a “Cari açığı önümüzdeki aydan itibaren kaldırın” dedi mi gerçekten, bilmiyoruz.
EVREN'İN SAMİMİYET KRİZLERİ...
Gelelim arkadaşımın talebine... Sözünü ettiği “Evren'in son dönemdeki tuhaf politik çıkışları”nın gerçekten de hatırı sayılır bir sayıya ulaştağını müşahade ettikten sonra bunun nedeni üzerinde düşündüm epeyce. Sonunda, olan bitenin, yaşlılıkta içine girilen ve ancak onun tarafından meşrulaştırılabilen “samimi itiraflar” dönemiyle açıklanabileceğine karar verdim. Mesela "Kıbrıs'ta sonradan müzakerelerle geri veririz diye fazla toprak aldık" şeklindeki açıklamasını düşünün... Ya da “Türkiye bir gün eyalet sistemine geçecek” açıklamasını... Genç ve iktidar sahibiyken böyle şeyleri telaffuz edebileceği kimin aklına gelirdi?
Düşünün ki, o Kenan Evren, zamanında Türkiye haritası şeklindeki pastayı, görev nezaket gereği ona düştüğü halde “bölmeyi” reddetmiş biriydi. Bu olaya şahitlik eden gazeteci Yavuz Donat'tan şunu da dinleyelim:
“Eşim, bir ziyarette Evren Paşa’ya battaniye hediye etmişti. Paşa baktı, battaniye bayrak şeklinde. ‘Bunu ne yapacağım?’ diye sordu. Eşim ‘Biz Bodrum’da geceleri soğuk olursa üzerimize örtüyoruz’ diye yanıtladı. Paşa, ‘ama bayrak şeklinde, ben üzerime örtemem’ dedi.”
Yaşlılık fikirlerini değiştirdi ama bir fikrini hiç değiştirmedi: “12 Eylül idamları doğruydu, kararları imzalarken elim hiç titremedi.”
Demokrasi intikam almaz, hatırlar... Buna samimiyetle inanan biri olarak internet sözlüklerindeki, bloglardaki “idama karşıyım ama o asıldıktan sonra...” kıvamındaki Kenan Evren intikamcılığı beni ürküttü biraz... Bu kişilerin mahlaslarını izleyerek yazdıkları başka maddelere baktım; demokrasi, önemli bir bölümünün umurunda bile değildi. Nisan muhtırası günlerinde “Şeriat gelirse 200 yıl geriye gideriz, oysa darbeyle sadece 20 yıl” tezinin etrafında örgütlenmişlerdi.
Bu sonucu da bütünüyle “12 Eylül'ün kötülükleri” hanesine yazabilir miyiz? Hiç emin değilim.
Aktüel, 11-17 Eylül 2008, sayı 166