Özür dileme girişimi kamuya mal olduktan sonra, birçok imzacı gibi ben de epey mesaj aldım. Arkadaş çevremden destekleyenler var, çeşitli nedenlerle desteklemeyenler de. Gelen mesajların çok büyük bölümü girişime karşı olanlar tarafından yollanmış. Bir kısmı böyle bir işe neden ihtiyaç duyulduğunu soruyor. Bazı lise arkadaşlarımız “hakkını helal etmeme” tehdidinde bulunuyor. Bir kısmı, Ermenilerin esas bizden özür dilemesi gerektiğini iddia ediyor. Bazıları bu talebi kanıtladığını düşündükleri belgeleri mesajlarına ilave etmiş. Bütün bunlar, çok önemli bir toplumsal olay karşısında farklı değerlendirmelerin doğal olduğu, bireylerin tarihe, bugüne ve geleceğe farklı baktıkları, çoğul toplumlarda olağan tepkiler.
Bu olumsuz tepkilerin çoğu, Türkiye’de ilk ve orta eğitimde tarih dersleri müfredatı dikkate alındığında doğaldır. Bireysel olarak özür dileyenler de, bu tarih anlatısı nedeniyle bugün dahi bu konunun rahatlıkla konuşulamıyor oluşu ve çoğunlukla inkar edilmesi nedenleriyle, bir başkası, bir millet, bir devlet, bir etnik veya dinî grup adına değil, sadece kendi adlarına özür diliyor.
Ne soykırım tabirini kullanan, ne herhangi bir sorumlu gösteren ne de bir başkasından aynı şeyi yapmasını talep eden, bir bireysel vicdani rahatsızlığı ifade eden bir özür dileme sözcüğüne gelen tepkilerin arasında dikkat çekenler, ülkemizde maalesef var olan ırkçılığın en bariz örneklerini sergileyenler.
Irkçılık, modern zamanlara özgü bir ruh halidir. Topluluğu ve o topluluğu oluşturan insanları ırk süzgecinden sürekli değerlendirir. Modern öncesi toplumlarda insan grupları dinsel-etnik cemaatler içinde yer aldıkları için, kimin ne olduğu açıktır.
Modern öncesi toplumların genelinde olduğu gibi, Osmanlı toplumunda da ırkçılık yoktu. Alevileri veya isyan etmiş göçer Türkmenleri kadın ve çocuk gözetmeden zaman zaman kılıçtan geçiren Osmanlı paşaları, bunu ırkçı bir nefret nedeniyle değil, hikmeti hükümet saikleriyle yapıyorlardı. Bizans imparatorlarının Hıristiyan heterodoksları katletmeleri gibi.
Osmanlı’da bir yanda hakim millet vardı, diğer yanda o hakim millete sadık olanlar ve olmayanlar. Ermeniler 19. yüzyıl son çeyreğine kadar sadık millet statüsündeydiler. Ama hakim millet de, 1856 Islahat Fermanından beri Osmanlı tebaları arasında eşitlik fikrinin avdetinin yarattığı şok ve dehşet içine girmişti. Sonrasını biliyoruz.
Osmanlı geleneğinde ırkçılık olmadığına göre, Türkiye’de göreli yaygın olan ırkçılık belli bir zamanda bizim toplumumuzda gelişti. Amacım bunun neden, nasıl geliştiğini ele almak değil, bu tartışma vesilesiyle sıradan ırkçılıktan kesitler sunmak.
Bir ırkçı için kendi ırk tasarımına aykırı gelen görüş sahibi ya haindir, ya da kirli kan sahibidir. Aksi takdirde ait olunan temiz ırka gölge düşecektir. Bu nedenle ırkçı yaklaşım için en büyük düşman, başka ırktan olanlar değildir. Kafasında tasarladığı homojen, üstün ve saf ırkın bütünlüğünü bozanlardır. Modern toplumda normal olarak bireyler ve iktisadi sınıf aidiyetleri hakim olduğu için, kimin esasta hangi ırktan olduğunun araştırılması ırkçı için en önemli meşgaledir. Geleneksel toplumdaki açık dinsel ve etnik aidiyet simgeleri günümüzde evrensel yurttaşlık kategorisi arkasında silikleşmiş, normal olarak özel alana ait olması gereken bir olgu haline gelmiştir.
Bu nedenle, ırkçı yaklaşıma göre, örneğin “özür diliyoruz” imza kampanyasını imzalayanlardan biri olarak benim, muhakkak nesebimin karışık olması gerekir. Ötekini dönmelikle, soyu sopu belirsiz olmakla, gizli Ermeni/Yahudi/Müslüman olmakla suçlamak, evrensel bir ırkçılık halidir. “Al sana sayın kendinin ne olduğu belli olmayan aydın” dedikten sonra, “senden şüphe duyuyorum senin temelinde varmı ermenilik” diye sorma gereği duyuyor S.N..(Bu ve sonraki bütün alıntıların imlasını düzeltmeden aktardım. Ayrıca adı bende saklı bu kişileri elaleme rezil etmemek için, yüzlerine bant çeker gibi sadece isim ve soyadlarının ilk harfini kullandım). Mesajın yollandığı kişi, yani ben Sünni Türk ismi taşımasam, adım Agop veya Moşe olsa iş kolay olacak. Ama iş biraz daha çetrefilli.
Bir ırkçı için, onun tasarladığı saf ırka, saf millete ait olduğu şüphesinin güçlü olduğu birisine karşı, hemen bir soysop araştırması yapılması gerekir. Bu nedenle M.A.S., yolladığı kısa mesajda bunu sorma ihtiyacı duyuyor: “Hiç KİM olduğunuzu sorguladınız mı?” Belli ki o bunu uzun uzun sorgulamış. Ayrıca ben sorgularsam ne çıkacağından o ve duygudaşları son derece emin.
Irkçılar soy sop yarışına girince, bunun nerede duracağı belli değildir. Irkçılar arasında bile “kim safkandır?” telaşı başlar. Kendisinin safkanlığından emin, “sade ve iddiasız türkmen Abdal’ı” Hasan Celal Güzel, bir cümle içine birbirine taban tabana zıt iki fikri sokmayı bu telaş nedeniyle beceriyor: “Bir kısım sapı silik aydın bozuntusunun soykırım iftirasıyla uğraşırken, CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, Cumhurbaşkanı’na açıkça ırkçı saldırıda bulunmasını anlamak mümkün değildir”. Bir yanda sapının silikliği konusunda emin olunan bir kısım aydın bozuntusu vardır ve bunu böyle söylemek ırkçılık değildir, ama ırkçı Canan Arıtman’ın Cumhurbaşkanının da sapının silik olabileceği imasında bulunmasını “anlamak mümkün değildir”. İnanır mısınız, bir cümlede bu kadar tutarsızlığı yanyana getirebilen şahıs milli eğitim bakanlığı bile yapmıştır. Irkçılığın bu ülkeye nasıl nüfuz ettiğini anlamak için önemli bir ipucudur bu. Hakkı Devrim’in tabiriyle bir saygı ve görgü fukarası olan bir kişinin, -buna bir de zeka fukaralığını ilave etmek gerekiyor- eğitimimize yapabileceği katkı, midesi gaz yapmış imamın yaptıklarının onun arkasında saf tutan cemaatte yaratacağı etkiye benzeyecektir. O.A.’nın işte bu cemaatte yer aldığına şüphe yok: “Pezevenkler, şerefsiz dönme ve devşirmeler, orospu çocukları; Ermenistan'dan özür diliyorlarmış!!!???? Oşt köpekler! Karılarınızı da alın ve Ermenistana gidin!! Özür yetmez .... Becerttirin sülalenizi...” İmamın gazının fazla kaçtığını teslim etmeliyiz.
Irkçılığın ikinci hali, nefret nesnesini satılmış ilan eder. İman ettiği doğruya aykırı bir görüş söyleyenin soyu sopu ile ilgili bir şüphe dile getirmediği zaman, bu kişinin ancak bir menfaat karşılığı hainlik yapacağına inanır. M.T. bundan çok emindir: “Siz aydın geçinen karanlık ve terbiyesiz bir insansınız. Ermenilerle olan ilişkilerini kamuoyuna açıkla.”
Yolladığı mesajda isminin yanına Prof. Dr. diye ilave etmeyi ihmal etmeyen İ.A, “Özür dileyen aydınlar hangi kuruluştan kaç para aldılar?” başlıklı bir mesaj yollamış. Bu mesaja, Y. D. imzasını kullanan bir şahsın, bazı derneklerin AB’den aldıkları proje desteği olduğunu tahmin ettiğim miktarları farklı imzacıların ismi altında tekrarlamasından oluşan metnini “bilimsel kanıt” olarak ilave etmiş. HYD’nin dernek olarak AB’den almış olabileceği aynı meblağın (107.414 avro) birçok kez tekrarlanmasına dayanan komik bir metin olduğunu Prof. Dr. sıfatını kalkan gibi kullanan şahıs demek ki okuyunca anlayamıyor. Irkçılık işte bu ellerde üretiliyor.
Soy sop gibi, bu konuda da kendini savunmak, ırkçıya haklılık teslim etmektir. Ama ırkçıların soy sop takıntısının bastırılmış kökenleri gibi, bu menfaat saplantılarını da sorgulayabiliriz. Başka ülkelerde ve çoğunlukla bu tür ırkçı saplantıların arkasında, bu saplantıyı taşıyanın geçmişte veya bugün nasıl bir haksız menfaat üzerine oturduğu ortaya çıkar. Ama Türkiye’de yakın tarihte kimsenin malına, parasına ve toprağına zorla el konmadığı için, böyle bir ilişki aramak nafiledir!
Irkçılığın üçüncü hali yok etmek üzerine kuruludur. E.K.’ya sözde ve özde kavramlarını kimin öğrettiğini biliyoruz: “yazıklar olsun sözde aydınlık özde karanlı ülkesini bazı emirlere gre satan vatansız sana sen ne Türk olabilirsin nede kurtuluş savaşında şehit olan atalarımız torunu ama biz daha ölmedik ermeni yalakası”.
D. E. için ise iş daha karışıktır. Çünkü bu satılmışlar fırıldak gibi dönmektedir: “Gun gelir ermeni olursunuz, gun gelir Turk bayrakli vatandasi linc etmeye kalkarsiniz. Gun gelir ozgurluk demokrasi diye terorist propagandasi yaparsiniz, gun gelir vatani karalayip Nobel alirsiniz. Ama oyle bir gun gelirki, hesabiniz gorulur vede sualiniz sorulur bundan hic supheniz olmasın SATILMIS KAHPELER!!!”
D.E. imzasını kullanan kişinin yansıttığı zihniyetin devletin en üst katlarına kadar temsil edilmediğini, üniversitelerimizde Prof. Dr. sıfatlı bazı şahıslar tarafından paylaşılmadığını, basın dünyasında bunun karbon kopyalarının olmadığını söyleyebilir miyiz?
Irkçılığın bu üçüncü hali zaman zaman sözden eyleme de geçer. Artık insanî duygunun bütünüyle yitirildiği, insanın hayvanî bir öldürme refleksine teslim olduğu aşamaya gelinmiştir. Bu aşamaya kim, nasıl gelir? Psikolojinin çeşitli dalları nicedir bunu anlamaya çalışıyor. Ötekinden nefret etmekle yetinmeyen, ona hayat hakkı tanımayan, ırkçılığın diğer iki halinde olduğu gibi ötekine gene de bir şeyler anlatmaya çalışmayan, sadece yok etme tehdidiyle ve belki bir adım sonra öldürme eylemiyle haz duyan bir ruh halidir bu.
Türkiye toplumunda bu ırkçılık halleri fütursuzca sergileniyor. Ama bu toplumda adı açıkça konmamış ırkçılık hallerine karşı, Zaman gazetesinde Senai Demirci’nin 21 Aralık’ta yayımlanan “ben de özür diliyorum” başlıklı yazısında dile getirdiği hakiki insan sesi de yankılanıyor. İçimizi ısıtıyor.
Radikal İki, 28.12.2008