Biz, ya da biz demeyeyim de benim gibi kendini solcu sayan Türkiyeli Ermeniler, böyle durumlarda kendimizi tuhaf bir yerde buluruz. Bir grup Türkiyeli aydının başlattığı “Ermeni kardeşlerimden özür diliyorum” kampanyasından bahsediyorum. Mutlaka duymuş olmalısınız. www.ozurdiliyoruz.com adıyla kurulan internet sitesinde başlatılan kampanyaya birçok aydın ilgi göstermiş durumda. Kampanyanın öncüleri arasında Ahmet İnsel, Baskın Oran, Cengiz Aktar da var. 16 Aralık Salı günkü Taraf gazetesine göre kampanyaya imza atanlara Hasan Cemal, Coşkun Aral, Derya Alabora, Lale Mansur, Yavuz Bingöl, Mahir Günşiray gibi isimler de katılmış. Şöyle deniyor metinde: “1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”
Ne diyordum, biz, ya da hadi kimse adına konuşmayayım, ben, böyle durumlarda kendimi bir tuhaf hissederim. Birkaç saniyeliğine yaşadığım o garip ruh halinden başlayayım mı? Kampanyayı ilk duyduğumda hemen “ben de imza atmalıyım” diye düşündüm. Birkaç saniye bile değil, bir saniye sonra “ulan benden özür dileniyor, imza atmam tuhaf olmaz mı?”dedim tabii kendi kendime. Ha, şu da var, nihayetinde Türkiyeliliğim, bu ülkenin yurttaşı oluşum tabii ki önde gelir, “ne var canım, imza atıversem de olur” diye de düşünebilirim. Ama takdir edersiniz ki, pek böyle bir durum değil.
Neyse kendimi bu tuhaf durumda yakalamışken “bari bunu yazayım” dedim kendi kendime bu hafta Agos’a. Şunu yazmaktı niyetim: Kampanya mutlaka tartışmalar yaratacaktır. Yaratmamasına imkan yok. Birkaç nokta var. Metinde “Büyük felaket” denmiş. Yani bu konuda bir kabahat işlendiğine inanmışsanız ama şu soykırım kelimesi sizi rahatsız ediyorsa, tamam kardeşim, soykırım demedik, deniyor Bu açıdan dikkat çekici ve önemli bir metin ve belli ki genel anlamda bu kampanyayı başlatan aydınlarla mutabık olup da şu bahsettiğim noktada ayrılanların da katılımı amaçlanmış. Kendi adıma olumlu buluyorum şüphesiz. Metinle ilgili olarak şu yazı için söyleyecek fazla bir şey yok. Fakat dedim ya, kendimizi tuhaf bir durumda buluruz diye. Oradan devam edeyim. Şunu düşündüm: Çok güzel de, e? Ben ne yapacağım şimdi? Şu memleketteki demokratik hayatın her türlü derdini sıkıntısı bir şekilde hisseden ben, bu durumda “evet çok güzel” deyip oturacak mıyım? Bu da ayrı bir tuhaflık.
O vakit geliyoruz işin benim ya da bizim cephemizdeki yansımalarına. Şu metni şu ortamda oluşturmak ve imzaya açmak ciddi bir iştir ve çok sayıda tepkiyi de göğüslemek anlamına gelir. Herhalde bu tepkileri ve göğüslenmek zorunda kalınan güçlükleri tarif etmeme gerek yok. Bu çapta bizi ilgilendiren bir konuda kampanyayı başlatanlar çok sert eleştirilere maruz kalırken/kalacakken bizim böyle rahat rahat oturmamız pek olmaz. Şu halde şunu herhalde tartışsak iyi olur kendi aramızda. Ne demiştik, şu işi başlatmak demek kendi memleketinde çok sert eleştirilere göğüs germek demekse madem, çoğunluğun görüşlerine, hele ki böylesine tabu bir konuda ters düşmeyi göze almak demekse madem, kendi memleketinde yabancı sayılmayı getirmek demekse madem, eh o halde biz de o çok parçalı çok bulutlu Ermeni milliyetçiliği ile ters düşmeyi herhalde artık göz almalıyız. Tamam çoğumuz zaten göze aldık, alıyoruz, bunu kendim keşfetmiş filan değilim. Ve tabii biliyorum, hemen bu iki milliyetçiliği ya da bu iki resmi görüşü bir elmanın iki yarısı gibi tam ortadan ikiye ayırıyor ve ikisini de birbirinin tıpatıp ikizi olarak kabul ediyor değilim. Zira bu bakış açısı zaten bizi klasik “e siz de yaptınız” mahsuplaşmasına götürür. Özetle her iki milliyetçiliğin ve her iki resmi görüşün yol açtığı acılar birbiriyle kıyaslanamaz. Ama tam da bu yüzden kıyaslanabilir de. Çünkü bir kişinin milliyetçilikten, şovenizmden, ırkçılıktan çektiği acı, bin kişinin çektiği acıyla aynı zamanda bir değil midir? Ateş düştüğü yeri yakmaz mı? Dolayısıyla bizim cephede de almamız gereken çok yol var herhalde değil mi?
Evet bunları düşünürken yine 16 Araık Salı günü Radikal gazetesinde Nuray Mert’in yazısına rastladım. O da kimileri gibi “özür dileme” kısmına takılmıştı ama farklı bir açıdan. Mesela Murat Belge de Türkler adına Ermenilerden özür dilemenin çok aklına yatmadığından dem vurmuştu ama genel tablo içinde bunu biraz ayrıntı gibi gördüğünden metni imzaladığını/imzalayacağını açıklamıştı. Mert ise bu ayrıntıya ciddi biçimde itiraz ediyor. Olabilir. Aklına yatmamıştır. Ancak yazısında şöyle bir bölüm var ki ne diyeceğimi bilemedim: “Son olarak, işin sonunda bir de, ailesi yok olup, bir şekilde Müslüman (dolayısıyla Türk) olmuş Ermenilerin torunların, bugün ‘Türk’ olarak, soyu sopu Ermeni felaketinden hiç zarar görmemiş tuzu kuru Ermenilerden özür dilemesi gibi bir garabet var..”
Yer darlığı nedeniyle şimdilik kısa bir cevap vermeye çalışayım. Mert inanıyorum ki/umarım ki Hrant Dink’in cenaze törenine katılanlara vaktiyle milliyetçi cepheden gelen “alayı Ermeni dönmesi bunların” denmesi gibi bir şey demek istemiyordur. Bu sonradan Türk olanlar derken imza atanlardan kimleri kastettiğini de anlamadım, merak da etmedim, ve bu yaklaşımını çok da çirkin buldum. Herhalde ne kastettiğini açıklayacaktır. Son olarak tabii ki tüm dünyadaki Ermeniler adına konuşamam ama Türkiyeli Ermeniler adına şunu söyleyebilirim sanırım: Emin olun Nuray hanım, neredeyse hepimizin “soyunda sopunda” zarar görmüş birileri vardır.
Agos, 19.12.2008