Ne Yaşıyoruz?

Düşüncemi baştan söyleyeceğim: Tarihe “Türkiye’nin özgürlükçü seküler ve demokrat bir baş kaldırısı” olarak geçecek bir zaman dilimi içindeyiz. Böyle sıkışmış, yoğunlaşmış zamanlarda ne olduğu ancak sonradan anlaşılabilir. Bastırılabilir de bu isyan. Ama artık doğmuştur, oradadır. Öldürülemez.

Talep ettiği değerler tarihte Antik Yunan’dan Fransa’ya, İngiltere’ye, ama aynı zamanda Güney Amerika’ya, çağımızın bütün özgürlükçü, eşitlikçi, demokrat ruhlu hareketlerine uzanıyor. İnsanın doğal hukuku ve insan hakları temelinde yükselen bir “liberal ruh”tan besleniyor. Ders kitaplarının klasikleşmiş anlatısı içinde tarif edilmiş, büyük harfli Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik zemini. “Eşit yurttaşlık” ve “özgür birey” kavramı bazında bir yeni Türkiye talebini taşıyor.

Bu talepleri genç kentli ve iyi eğitimli kuşak cesaretiyle Gezi Park’a taşıdı ve orada canı pahasına savunmaya devam ediyor şimdi. Yanında Gazi mahallesi var. Demokrasi ve özgürleşme talebi, bunu çıplak gözle görmek mümkün, çok geniş bir rezonans buluyor. Orada Atatürkçü gençler Kürt gençlerle yanyana çadırlarda yattılar. Elinden iPad’ini düşürmeyen gençler yaratıcılıklarını cesaretle birleştirdi. Devrimci Müslümanlar Cuma namazına durunca etraflarında koruma çemberine katıldılar. Ahşap bir levha Taksim’de rüzgarla düşüp bir polisi yaralayınca parktan sedye getirip polisin üzerini battaniyeyle örttüler ve ilkyardım yaptılar. Unutmayacağız. Hiç unutmayacağız.

/

İnsanlar klişe deyimle 21. yüzyılda kendi kararlarıyla hareket etmek, kendi hayatlarında kendi hak ettiklerini düşündüğü gibi yaşamak istiyor. İnsanları kandırılmış görmekle hiçbir konuşma mümkün olamaz. Bu bir yana. Aslolan, “tek ülkede İslam” olmayacağı, bir “İslam Demir Perdesi” kurulamayacağıdır. Bugün eşitlik ve özgürlük isteyen Müslümanlar da dünyanın her ülkesine yayıldı. Özgürlükçü ve demokrat değerlerle bütünleşmenin dinin yenilenmesi ve cemaatin güçlenmesi açısından getireceği gücü de hiçbir bölgesel proje sağlayamaz. Yasaklarla mı yol alacak Müslümanlar, derin sevgi ve akılla mı? Yöneticileri üzerinde nüfuz kuracağı bir “Müslüman ülke”yle, Suudi Arabistan örneğinde onlarca yıl tanık olduğumuz gibi, dünyanın egemenleri seve seve yaşar.

Bu Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik vizyonu, “Kürt sorunu”nu da yakından ilgilendiriyor, “Müslümanların” özgürlüğünü de. Her ikisine de barışçı bir geleceğe açılma ve dünyayla çok daha ferah bir bütünleşme, kardeşleşme fırsatı sunuyor. Gezi Parkı protestolarında Kürtlerin varlığını ve bireysel haklarını kabul eden, onlarla bir arada eşit yaşamak isteyen demokrat ve eşitlikçi bir ruh vardır. Gezi Parkı, bu açıdan ırkçılığa varan tavırları şık zanneden Bağdat Caddesi’ne de yeni bir yol göstermiştir. Bu yakın vadede hemen pratiğe dökülmeyecektir elbette, zordur muhakkak, ama yeni Türkiye’nin istikameti budur.

Yeni ve özgürlükçü, demokrat değerlerle yaşamak isteyen, onlar temelinde dünyayla bütünleşmek isteyen genç Türkiye, “Benim baş örtüsüyle, dinle, dua ile hiçbir sorunum yok” diyor. “Ama bunu kamusal alana taşıyıp herkese dayatmayın.” Bu anlamda klasik seküler bir pozisyon savunuyor.

Fakat burada da teorik bir sorun önümüzde duruyor:

Seküler düzen de onu uygulayan bir kamu istiyor. Devletin okullarında son kertede “Tanrı var mıdır?” sorusunu bile tartışabilen özgür ve bireysel düşünceyi teşvik eden bir eğitim gerektiriyor. İnsan haklarının, kadın ve genelde cinsiyet eşitliğinin ve özgürlüğünün kamu eliyle de gerçekleşmesini talep ediyor. Kısacası, İslamcı düşünürler kadar birçok duruşun da yanıldığı şudur: Devlet “kokusuz renksiz” asla olamıyor. Demokrat, seküler, özgürlükçü düzen de inşa edilmek istiyor. Bu nokta bana teorik açıdan çok önemli görünüyor.

Bu açıdan bakınca devlet yani toplumun örgütlenmiş gücü, mutlaka bir “toplum mühendisliği”ne girişiyor. Hangi noktadan baktığınızla ilgili. Ona muhalif olanlar bunu mutlaka toplum mühendisliği olarak algılıyor. Çocuğunun okulda “Tanrının varlığını tartışmayı da öğrenmesini” (onun yanlış bir zanla ille ateist olacağından korkarak) istemeyenler için bu bir toplum mühendisliğidir. Demokrasinin değeri, bu itirazlara da hak vermesinden geliyor. Onun için Müslüman aileler Batı demokrasilerinde hak da alabiliyor. Ama bugün Türkiye’de şimdiden bu hakların ortadan kalkmaya başladığına somut tanığız.

Görece en özgürlükçü ve yaşanmaya değer devlet vardır: Toplum mühendisliğinin herkese en çok özgürlük veren tipine demokrat, seküler ve özgürlükçü değerlere dayalı anayasal demokrasi diyoruz. İnançların özgürce örgütlendiği, yaşandığı, ideal durumda herkesin birbirine saygı gösterdiği toplum. Devletin her kararının tartışılabildiği, yargıya götürülebildiği, barışçı protesto edilebildiği bir düzen. Onu yıkmak isteyenler son kertede önlenirken bile insan haklarına saygının elden asla bırakılmaması gereken bir düzen. Kimsenin düşüncesinden ve onu ifade etmekten korkmayacağı bir toplum. İnsanlığın şimdilik bulduğu en güzel düzen bu. Cumhuriyet Batı’nın liberalizmini örnek almış ve ama geçmişin kültürel, sosyal ve ekonomik yüklerinden de kurtulamayarak baskıcı bir taşra rejimine dönüşmüştü. Onun için de bu kadar kolay yıkılıp gitti. Şimdi onun içinde latan olarak var olan özgürlükçü seküler ruhun bugün yeniden doğuşuna tanığız. Alanlardaki gençlerin elindeki bayrağı ve Atatürk resmini böyle okumak ve elbette ırkçı ve darbeci heveslerden ayırmak gerekir. “Cumhuriyetçi prototip” bir düşman figürüne dönüştürülmüştür.

Gezi Parkı, her şeyi tartışmanın zeminini kurdu. Bu inanılmaz atmosfer değişimini geçtiğimiz iki haftada canlarını ortaya koyan ve hayatını kaybeden Abdocan’a olduğu kadar insanüstü bir mesaiye zorlanan ve pes eden polis memurlarına da borçluyuz. Pes etmese bile düşünen, düşünmek isteyen herkese borçluyuz. Bütün dünyada bugün Gezi parkları var. Komplolara karşı hepimiz uyanığız. Ama karanlık ve havasız odalarda para yığınları önünde el sıkışıp uykusuz kalmak nedir ki? Özgürlük rüyasının, eşitliğin, bir çadırda, bir battaniyeye ay ve yıldızın altında sarılıp kardeşçe uyumanın hiçbir alternatifi yoktur. Bu genç rüyayı boğarsanız bunu hiç unutmayacağız.