Aydın Israrcılığı ya da Bu Tartı Bu Ağırlığı Çekmez

 

Bu ülkede aydının konumu her daim zorlu olmuştur; elbette akıntıya kürek çeken düzenin öz uzman aydını olmak istemeyenlerin durumu için bu daha da geçerlidir. Ümit Kıvanç da bana göre bu tür aydınlardan. Birikim’deki yazılarından tanıdığım ve elbette bütün yazılarına katılmasam da birçok yazısında kendisi ile hemfikir olduğum bir entelektüel ve aydın. Her iki kavramı da birlikte kullandım: Aydınlatan, bilgi veren, rehberlik yapan anlamında bir misyonun temsiliyeti olarak aydın ile intellectten türetilen, yani nesnel aklın eleştirel temsilcisi olarak Entelektüel. Burada da kavramdan iktidarın yüzüne hakikati söyleyen ve söylenmesi zor hakikatleri toplumun anlayacağı biçimde anlatan bilgi ile yoğrulmuş kişiyi anlıyorum. Ümit Kıvanç bu iki misyona da uyuyor. Kendisi ile ilgili bu saptamalardan sonra onun Radikal’deki yazıları, özellikle de seçim sonrası yazılan ilk yazısı üzerinden kendimce bazı saptamalar yapmak istiyorum. Daha doğrusu sanırım ondan farklılaşan bir HDP ve Türkiye okuması yapmak istiyorum.

Son iki yazısından ilki olan “Ne yapacağız mücadele edeceğiz” adlı yazısında Kıvanç, seçimler sonrası yılgınlığa kapılan kentli orta sınıfa bir yerde ayar da veren yazısında, durmak yok mücadeleye devam şeklinde bir mesaj veriyor.

Bu kadar kurban verildiği ve bu kadar acı çekildiği içindir ki, her koşulda doğrulup uğraşmaya devam etmek vicdan borcudur. İnsanlık borcudur. Bu basitçe, enseyi kararttın karartmadın meselesi değil. Lüzumsuz iyimserlik yaptın yapmadın meselesi değil. Kimsin, ne istiyorsun, sen dâhil yakınındaki insanlar nasıl yaşasa daha güzel olur, bir fikrin var mı, varsa bunun için ne yapıyorsun? Öncelikle bu, mesele. Sonra da, işte, insanlık borcu.

Bu saptamayı yapıyor. Ama esas önemli ve doğru, lakin benin kendisinden farklı düşündüğüm kısmında ise şöyle soruyor:

Burada konuyu baştaki şımarıklık meselesine de bağlayabiliriz. AKP ya da demokrasiye, çoğulculuğa, özgürlüklere en az onun kadar saygısız başka sağ partilere oy veren toplum çoğunluğundan oy almaksızın iktidar olmak mümkün değil. Bu, basitçe oyu şuna değil buna atmaya ikna etme değil, bir dönüştürme faaliyeti demek. Milyonlarca insanın bu partilere makarna-kömür karşılığı veya cahilliğinden oy verdiğini ya da zaten faşizmin kitle tabanı olduklarını ve öyle kalacaklarını varsayarak varabileceğiniz yer neresidir?

Ümit Kıvanç bu saptamasında yerden göğe haklıdır. Ancak bu nasıl olacak? Bu HDP ya da CHP’nin dönüşümü ile mi olacak? Burada sanırım ayrışıyoruz. Çünkü evet, sağa açılmak gerek ama sağa oy verenlere açılmak, onlardan oy alacak bir söyleyiş biçimi geliştirmek için o kitlenin hassasiyetlerini dikkate alan, onlarla belli ölçüde dildeşlik oluşturmak gerekmez mi? Peki Türkiye’de halihazırda söylemleri ile liberal sol bir görünüm veren CHP’den tutun da HDP’ye kadar, sol cenahın dili ile sağ seçmenin dili arasında en ufak bir yakınlaşma var mı? Bu kesim sol dile ne kadar yakınlık duyuyor? Bu sorulara cevap verilmedikçe Kıvanç’ın tüm bu söyledikleri temenniden ya da daha olumlu bir ifade ile umut etmekten, umutlu bir bekleyiş içinde olmaktan öteye geçmez. Ümit Kıvanç, kanaatim odur ki, HDP’ye sıkletinden fazla bir umut yüklemesi yapıyor. Naçizane bu hali ile bu kantar, bu sıkleti çekmez.

HDP ve Sol Umut

HDP bir umuttu; ama bana göre yanlış toprağa ekilen bir umut. Çünkü HDP, teorik olarak ifade edersek, Negri ve Hardt’ın Alternatif Küreselleşme hareketinden etkilenerek ürettikleri “çokluk” kavramının hayata geçmesi yönünde bir denemeydi. Ya da batı Almanya’da Yeşiller hareketine kan can olan Alternatif Hareket’in bu topraklarda neşvünema bulacağını umut edenlerin hayata geçirmeye çalıştığı bir projeydi. Bir anlamda siyasi ve sosyal federalizm denemesi de diyebiliriz. Ama ne dersek diyelim, bana göre, HDP Nasrettin Hoca’nın bilgece bir mizahla ifade ettiği gibi göle çalınan bir maya. Tutacağı konusunda ise kuşkuluyum. Çünkü HDP tam da yukarıda ifade ettiğim gibi gecikmiş bir 68 dalgasının ideolojik temsiliyeti olarak vücut bulmuş durumda. Bunun ise bu topraklarda karşılığı var mı? İşte sorun burada. Çünkü Batı’da ortaya çıkan 68 başkaldırısının o ülkelerde somut sorunlardan doğan bir karşılığı bulunmaktaydı. Örneğin araçsal akılcılık olarak rasyonalizme dayanan klasik modernleşmeye karşı Batı’da, hem Anarşizmde hem de Faşizmde hayat bulan ve romantizmden kaynaklanan bir başkaldırıydı ama Batı’da bile hedeflenen siyasal dönüşümü gerçekleştiremeyen bu hareket daha bir postmodern vurgu ile güçlendirilerek bu topraklarda var olma çabasındaki HDP’de, üstelik de sağ seçmende nasıl karşılık bulacak? Çünkü ne klasik modernleşmeyi gerçek manada yaşamış ne romantizm gibi ona muhalefet eden bir karşı kültürel odak üretmiş. Oradaki ekonomik ilişkilerin bile tam olmadığı, bundan dolayı da oradaki sosyal sınıfların mevcudiyetinin olmadığı, kültürel olarak da sosyolojilerinin farklı olduğu bir yerde nasıl mevcudiyet kazanacak? Ümit Kıvanç gibi pek çok solcunun cevap vermediği esas mesele de bu. Çünkü bu ülkede sol, bölüşüm meselesine odaklansa bile üretim eksenli bir sol program, yani uygulanabilir bir sol ekonomik program ortaya koyabilmiş, dahası bunu sahada da test etmiş değil.

Öyleyse bir yandan 12 Eylül’ün sosyal mühendislik uygulamaları ile kanadı kırılmış, dahası tüketimci hevesleri kışkırtılmış bir yeni kentli orta sınıfa HDP ne vaat edecek ve bunun inandırıcılığını nasıl sağlayacak, ki kendisine atfedilen PKK’nin siyasi uzantısı şeklindeki iddiaları hem sağ seçmen, hem de CHP seçmeninin önemli bir bölümü nezdinde üzerinden silememiş bir HDP’nin bunu yapmasındaki ekstra zorlukları hiç saymıyorum. Şüphesiz PKK ile HDP aynı sosyal tabanı paylaştığından HDP’nin asli seçmeni nezdinde anlaşılır olan bu durum sözünü ettiğim seçmen nezdinde, “PKK teröre son versin, PKK bir terör örgütlenmesi” gibi radikal Kürt seçmenin asla kabul edemeyeceği sözler, batıdaki seçmenin beklentisi. Zorluk esas burada.

Solun temel sorunu kanımca pek değişmedi: Yaşadığı ülke insanını analiz edip bu insanla, tahayyül edilen sol dilin birbiri ile örtüştürülüp örtüştürülemeyeceği üzerine düşünmek. Öncelikle sol hâlâ bu ülkede ideolojik modernleşmenin temsiliyetini üstlenmiş bir halde. Hal böyle olunca da esas olarak buna dönük tepkiden doğan sağ modernleşmecilik karşısında tutunamıyor.

AKP bu topraklarda sağda temsil edilen ideolojik olmayan modernleşmenin has temsilcisi olduğu için bir kez yaşadığı göreli düşüş hariç, on üç yıldır yenilgi yüzü görmedi. Kemalizmde hayat bulan radikal modernleştirmecilik, Fransız Devrimi’nin atmosferi ile şekillenen topluma rağmen topluma dayatılan modernleşme ki bu modernleşme aklı ve bilimi mutlak kıldığından dinle arasındaki ilişkiyi sorunlu gören ve radikal bir laisizmi hayata geçiren bir programa dayanıyor. Oysaki sağ seçmen modernleşmenin radikal sekülerleşme şeklindeki tezahürünü reddedip modernleşmenin tüm nimetlerin faydalanmak isteyen bir seçmen. Kalkınmayı sanayileşmeyi, kentsel hayatı, teknolojik konforu istiyor ama bunların arka planındaki düşünceyi ise reddediyor. AKP tam da bu özlemlere hitap ediyor; ülkenin ekonomik gelişmesini, zenginleşmeyi, teknolojik konforu sonuna kadar sahipleniyor, dahası toplumdaki ezik bilinçaltının imparatorluk nostaljisinde hayat bulan güçlü devlet söylemini vaaz ediyor.

HDP, Sözcü’de temsil olunan ideolojik modernleştiriciliğin sözcüsü olmasa da Ümit Kıvanç’ın ayar verdiği kentli ve eğitimli orta sınıf ile ideolojik modernleşmeye hem sağ cenahtan yükselen muhalefetin, hem de bu kesimin batılı toplumsal değerlerinden doğan farklılaşma nasıl uzlaştırılacak?

Dahası ekolojiyi sahiplendiğini söyleyen HDP, ekoloji ile kapitalist modernleşme temelli refah beklentilerini nasıl uzlaştıracak, bunu da ifade edebilmiş değil, ki bu nokta apayrı bir eleştirel yazıyı hak edecek konumda.

Kısacası niyet has ama niyetin somut bir siyasete dönüşümü zor görünüyor. Bunun için bu birbiri ile pek uyuşmayan iki sosyal kesimin uzlaştırılabilmesi gerekiyor ki son on beş yıldır yaşanan dönüşüm göz önüne alındığında, her iki taraf için de çok ama çok zor bir çaba. Ümit Kıvanç bence HDP’den Atlas rolü olmasını bekliyor ama HDP bunu yapabilecek bir siyasal gövde değil.

HDP: Doğuda Başka Batıda Başka

Çünkü oluşturduğu koalisyon batıda başka, doğuda başka. Doğuda ya da doğru isimlendirme ile Kürdistan’da HDP, PKK’nin otuz yıllık mücadelesi içinde başkalaştırdığı radikal ve bir ölçüde etnisite temelli kimliksel milliyetçiliği benimseyen bir kitle tabanına hitap ediyor. Bu kitle federatif bir özgürleşmeyi, Kürdistan temelli bir anayurdun siyasal olarak vücut bulmasını isteyen ve bu uğurda da canını dişine takarak mücadele eden bir kitle. Bu kitle en hafifinden özerklik talep ediyor. Bu özerkliğin Avrupa Özerklik Şartı’nın ötesinde Irak Kürdistan’ında örneğini gördüğümüz otonomi biçiminde bir özerklik talebi olduğu açık. Yani HDP’nin bölgedeki kemik tabanı bu. Bu tabanının bir özelliği daha var: Bu taban aynı zamanda dinsel değerleri de içine alan bir değerler dünyasına sahip.

Batıda ise son Gezi isyanında vücut bulan esas olarak iyi eğitimli, batıya açık bir sosyal taban var. Bu taban içinde eski sosyalist örgütlenmeler, karnavalesk bir sosyal isyan yürüten gençler, kentli yoksullar, kentlerde yaşayan Kürtler ve sol Aleviler, Hıristiyan azınlıklar (bunların da ağırlıklı kesimi yine gençlerden oluşuyor), liberaller, çevre duyarlılığı olanlar, eşcinseller ve feministler var. Kısacası HDP’nin batıdaki yüzü ile Kürdistan’daki yüzü birbirinden oldukça farklı. Bu iki sosyal yapıyı birleştiren tek ortak nokta var: AKP karşıtlığı. Bu batı metropollerinde bir nefrete dönüşmüş durumda. Bunun yanında batıda anti-kapitalist ya da radikal reformist Müslüman sol, Kürdistan’da ise Kürdistan perspektifi ile hareket eden dindar Kürtler çekirdek kitleye eklenebilir.

Peki, sizce bu kitle ile sağ seçmen arasında bir siyasal yakınlaşma olanağı mevcut mu? Ümit Kıvanç’ı bilmem ama bu kitleyi az-çok anladığımı sanan ben, oldukça farklı düşünüyorum.

Öyleyse hâlâ sağdan oy alacak bir HDP tahayyülünde ısrar, eğer sadece bir umuttan ibaret beklenti değil ise nasıl olacak, sol aydınların bu konuda bir açıklama yapması gerekiyor. Benim elbette bu konuda söyleyeceklerim mevcut ve onu da bir başka yazıda dile getireceğim.