Medya Jeolojisi

Dünyayı bir obje olarak görmek biraz hayal gücü gerektirir. Objeler açısından bakıldığında, Dünya oldukça büyük bir objedir: (kutuplardan ölçüldüğünde biraz değişiklikle) Dünya’nın çapı yaklaşık 8.000 mildir. Ayrıca yaklaşık 4.5 milyar yaşındaki Dünya oldukça yaşlı bir objedir. Bunun yanı sıra oldukça da yoğun ve çeşitli kimyasal bileşiklerden oluşmaktadır. Çoğunluğunu silika oluştursa da önemli miktarlarda alümina, kireç, magnezyum oksit, su, karbon, karbondioksit, demir oksit vb. içerir.

Ancak ders kitaplarında yer alan verilerin ve ölçümlerin yansıtamadığı bir gerçek vardır. Atmosfer gibi birbiriyle iç içe ve bağlantılı bir sürü şeyden oluştuğu göz önüne alındığında, Dünya’yı sadece jeolojik bir obje olarak düşünmek insana yetersiz gelir. Dünya, ara yüzlerin oluşturduğu bir objedir: magma, yer, atmosfer vb. – derin uzayın bir parçası olarak içinde yaşadığımız bir sürü mektuptur.

18. yüzyıldan itibaren, giderek daha hatasız ölçmeyi başaran ölçüm teknikleri insanların Dünya’yı bilimsel bir obje gibi değerlendirmesine yol açmıştır. Algılamadaki bu değişim, dünyanın katmanlı yapısının kabulünü ve bu yapının geçicilikle eşleştirilmesini gerektirmiştir. Derinlik, zamanı kazıp deler ve dünyanın içine derin kazılar bir çeşit zaman yolculuğunu içerir.

İskoçyalı jeolog James Hutton, Dünya’nın bu muazzam zaman ölçütünü tasavvur etmiştir. Bu ölçüt kapsamında yeryüzünün görünüşteki katılığı aslında yaşam için elzem olan parçalanma ve ayrışma süreçlerinin oluşturduğu daha uzun bir zaman cetvelinin parçasıdır: Bitkiler “kendisinin de aslında katı yeryüzünün parçalanması sonucu ortaya çıkan materyallerin toplamından başka bir şey olmayan” topraktan beslenir. Dünya, milyonlarca yıllık bir geçmişe uzanan dinamik bir varlık olarak tekrar tasarlanmıştır. Katı yeryüzü, organik ve organik olmayan süreçlerin geçici olarak bir araya gelmesidir. Sadece ona biraz zaman vermek gerekir.

Bugün, Dünya’nın yukarı ve aşağıya doğru jeolojik katmanlardan oluştuğunu kabul ediyoruz. Ayağımızdan aşağıya hareket edersek sırasıyla litosfer, yerkabuğu, üst manto, manto, astenosfer, dış çekirdek ve iç çekirdek ile karşılaşıyoruz; kafamızdan yukarı doğru hareket ettiğimizde de troposfer, stratosfer, mezosfer ve termosfer ile...

Medyayı genellikle insan hayatından ayrı, gayri maddi bir iletişim alanı olarak görürüz: Telgrafın icadından beri, mesajlar elle tutulur dışavurumlarının olabileceğinden çok daha hızlı aktarılmıştır. Bilgiyi bazen kendisine ait bir dünyası olan bir alan olarak anlarız. Dijital kültürün, düşüncelerin bir ve sıfırlarla kodlandığı, maddi özden bağımsız, belirsiz ve sınırsız bir kanal olan “Internet” aracılığıyla aktarılabildiği tinsel bir bilgi alanı olarak konumlanmasıyla birlikte bugün bu anlayış süregelmektedir.

Ancak dijital kültür Dünya’nın var oluş uzunluğuna bağımlıdır. Medyanın giderek artan tinselliği, kablosuzluğu ve data servisleri tarafından sorunsuzca depolandığı yanıltmacasına rağmen, jeolojik dünyaya her zamankinden çok daha fazla bağımlıyız. Jeoloji medya ve kültür hakkındaki konuşmalarda fazla ortaya çıkmaz, ama jeoloji olmadan medya olamazdı. Bu, Dünya üzerinde yaşamasaydık Dünyamız hakkında konuşan üniversitelere veya Silikon Vadisi’ndeki datanın “mining”i ve “dumping”i gibi metaforik iş stratejileri hakkında planlar yapan sosyal medya uzmanlarına ihtiyaç olmazdı türünden basit bir şaka değil. Daha ziyade, jeolojik derinliklerden toplanan kaynak ve materyallerin medya teknolojilerimizin faalliğini sağladığını söylüyoruz.

Zaman zaman, inovasyonların akıllı insanların işi olduğunu kabul ediyoruz: elektrikten ağ mühendisliğine, işlemci teknolojilerden yüksek çözünürlüklü görsel-işitselliği nakleden ekranların özenle geliştirilmelerine kadar uzanan yüksek teknolojik endüstriyel süreçleri sağlayan bilim adamlarının ve mühendislerin...

Ancak medyanın maddiliği, bizim yanlış bir yorumla medyanın maddiliğinin son noktası olduğunu düşündüğümüz bilindik hardware katmanlarından daha “katıdır.” Elektronik eşyalarımızı minik mineral ve metal madenlerine benzetebiliriz: bakır, altın, civa, paladyum, gümüş vb. Dünya’dan maden çıkarılması bu süreci eşzamanlı olarak zehirlemiştir. Örneğin, Kongo’daki koltan (columbite-tantalite) madenleri ülkede kanlı savaşlara sebebiyet vermiştir.

Bu nedenle, Silikon Vadisi’nin kalıcı mirası kurumlar veya markalaşma veya bireysellik değil onun toprağı olacaktır: işletmelerden ve dijital heyecanın jeolojik ışıltı sonrası kalıntılarından çok daha uzun süre kalıcı olan toksinlerin yoğun derece konsantrasyonu, teknoloji şirketlerinin cihazların üretimi sırasında kullandıkları kimyasal madde artıkları...Benzene, Trichloroethylene ve Freon, bizim dijital medya ve kültürel geçicilikle ilişkilendirdiğimiz “şeyler”den değildir pek, ama bunlar disk sürücü üretiminin ortaya çıkardığı sağlık risklerinin tarihsel örnekleridir.

Gerçekten de, Dünya’nın dinamikleri giderek teknoloji kültürümüzün odağı haline gelmektedir: İklim ve jeoloji kaynaklarını ilgilendiren ölçüm teknolojilerinden başlayıp uydu yörüngelerinin iletişim kapasitelerini maksimuma çıkarmaya ve kablosuz ağ trafiğini havadan ölçmeye kadar – Dünya onu hâlâ parçalarına indirgesek de bir bütün olarak kullanıma sunulan bir şey.

Dünya’yı garip, yaşayan bir organizma olarak kurgulayan birçok doğal ve imgesel tarihler vardır. Arthur Conan Doyle’un “When the World Screamed (Dünya Çığlık Attığında)” adlı eseri, dünyanın bir çok katmanını delerek onu çığlıklara boğan deli bir bilim adamı modeline, Professor Challenge’a yer verir. Sonra, James Lovelock’un Gaia hipotezi, dünyayı alışık olmadığımız bir biçimde canlı kabul ederek gezegendeki ekosistemlerinin birbirine olan yoğun ve dinamik bağımlılığına işaret eder.

Dünya’nın medya kültürü açısından jeolojik önemini fark ettiğimizde, onun iletişimsel bir obje olduğunu da kabul etmiş oluruz. Dünya’yı medya sembolleri üzerinden istemli bir biçimde görselleştirdiğimiz, konuştuğumuz ve hayal ettiğimizden değil dünya jeolojisinin sağladığı kaynak tabanı olmadan medyanın da olamayacağını bildiğimizden... Hatta Dünya, ortaya koyduğu ve sunduğu kaynaklar vasıtasıyla bizlerle canlı bir varlık olarak iletişime geçer.

İster organizma ister iletişim vasıtası olsun, Dünya bizim ondan damıttığımız yeni materyalleri tasnif eder. Filozof Gary Genosko, dünyanın hava, su, ateş ve toprak dört elementinden oluştuğunu varsayan pre-Sokratik teoriyi elementlerin endüstriyel uygulamalarla ilişkilerine göre yeniden oluşturmayı önerir. Bugün endüstri, dünya elementlerini çıkarmak ve kullanmak için yüksek teknolojik süreçlerden yararlanmakta ve bu süreçte arkasında ürün sonrası bir fazla bırakmakta: azot oksit, karbon monoksit, hidrokarbon ve kükürt dioksit. Yüzyıllar ve milenyumlar sonra, I-phone’larımız çoktan unutulduktan sonra bile bu atıklar kalmaya devam edecek. Üstelik bu ticari jeolojik alan artık sadece Dünya’yla da sınırlı kalmıyor: uzay asteroitleri de, maden çıkarma teknolojisinin de dahil olduğu teknolojik kültürün yeniden üretimi için gerekli olan değerli maden ve materyallerin çıkarımı için popular bir hedef haline gelmeye başladı.Dijital kültürün uygulayıcıları ve teorisyenleri genelde farklı, sıradışı durumlara bakarlar; elimizin altında bulunan görülmemiş teknolojik imkanların altını çizmek için avangard bir medya sanatı üretmeye çalışırlar. “Glitch art” ve the “New Aesthetic”, bilgisayarların bizsiz de beklenmedik işler yaptıkları yeni uygulama alanları olarak ortaya çıkmıştır. Siegfried Zielinski gibi medya arkeologları, bugünün medya sanatlarının tarihinin genelde yazılandan daha uzun bir geçmişini ararken, medya kültürüne referans olarak “derin zaman” paleontolojik terimini ortaya atmıştır.

Ancak bunu daha da ileriye taşımamız gerekiyor. Bir fosil kalıntısının milyonlarca yıl sonra nasıl görüneceğini hayal etmeye çalışın. Gelecekteki bir medya arkeoloğu elektronik medya kültürünün yıkıntılarının derinliklerine daldığında medya aletlerinin, tuş takımları veya dokunmatik ekranların, kulaklık veya güç kablolarının izlerine pek de rastlamayacaktır. Bunun yerine, “ölü medya”nın gerçek artıkları olan büyüyen atık yığınlarını oluşturan bir dizi çevreye zararlı madde keşfedilecektir – bizim süresi dolmuş endüstriyel araç ve kişisel gereçlerimizin atıkları. Normal kumda bolca bulunan silikon, bilgisayar kültürü için de önemli bir buluştu. Belki de gelecekteki jeolojik katmanda bolca bulunan bozulmuş materyaller, geride bırakacağımız bilgisayar ve sair dijital objeden oluşacaktır.

* Orijinal metin için bkz. http://www.theatlantic.com/technology/archive/2013/10/the-geology-of-media/280523/