Yüzleşme yaşamış insanlar “hakikatin sırlarına ermiş” ya da “ihya olmuş” insanlar değildir. Bana öyle geliyor ki, yöntemsel kuşkuyla yeni yüzleşmelere daima açık olabilmek gerekiyor. Bazen, “Ben kendisiyle yüzleşmiş bir insanım, artık neyin yanlış neyin gerçek olduğunu bütünüyle biliyorum,” diyenlerle karşılaştığım olur ki, ben bu tür “yüzleşmeleri” pek sağlıklı bulmam. Zira böyle “yüzleşmeler” olası yeni yüzleşmelerin kendisine kapıları kapatıp neticede yeni bir dogmatik duruma hapsolmayı beraberinde getirebiliyor. Oysa yüzleşilerek “yenilenen” ya da terk edilen eski tutumun yerine benimsenen, ikame edilen yeni tutumlar da gün gelir, gerçekliklerin yeniden farklı görülüp algılanmalarıyla, farklı yeni bilinç edimleriyle bir başka tutum adına terk edilebilir…
Ateistken “dönüp” bir dinle bağlananlar olduğu gibi; bir dinle, dinsel bir inançla bağlı iken dönüp ateist olanlar vardır örneğin. İdeolojik/siyasal açıdan da radikal düşünce değişimi yaşayan yığınla insan örneğini biliriz. Buna göre yüzleşme “akli” davranan, “yöntemsel kuşkuyla” düşünmeye açık hale gelebilen her kişi ya da kesimce gerçekleştirilebilir.“Kuşkuya” açık olmak… Evet, bu çok önemlidir. Bir gün, sonradan köktenci bir Müslüman dinci olduğunu anlayacağım biriyle kısa bir sohbetimiz, tartışmamız olmuştu. Kendisiyle, kavrayabildiğim kadarıyla “Batı akılcılığı”nı konuşabilmeyi denerken, bana “Niye, biz akılsız mıyız?” diye söylenmişti. Toplumsal hayatı insani akla göre kurmaktan, akıllararasılıkla kurmayı konuşmaya geçerken, aynı kişi “Vahiy dururken insan aklı da ne oluyor,” demişti. Böyle de olsa o “vahiy”i yine de ancak “aklıyla” benimseyip savunabiliyordu. Ona göre, “vahiy” kuşku dışıydı ama insan aklının yanılabileceği de bir gerçekti. Nitekim “vahiy”in kendisini yanlış anlayan, yorumlayan “akıllar” da vardı ve kendisince “kendi aklı” bunların dışındaydı! Bu haliyle, “vahiy”ci dünyanın farklı kesimleri arasındaki “iç etkileşime” de kapalı gibiydi. Buna karşın ben onun dikkatini, toplumsal yaşamın insanın eşit haklılık ve eşdeğerliliği gözetilerek üzerinde anlaşılabilecek ortak doğrular üzerinde oluşturulması gerektiğine çekmeye çalıştım. Ne ki ona göre toplum hayatı onun benimsediği inanç sistemine göre yeniden tanzim edilmeliydi. Kendileri dışındaki toplum kesimleri, onların belirlediği çerçeve dahilinde yaşayacaklardı, vb. Anlattığım bu durum üzerinden şunu söylemek istiyorum: “Hakikate dair” kendi metafizik inanç sistemlerini aynı zamanda dünyevi/insani yaşama uygulanabilecek ve uygulanması gereken “mutlak doğru”ya doğruya doğru şekillendiren ve onları her türlü kuşku dışında tutanların “kökten” yüzleşme yaşamaları mümkün değildir. Kökten yüzleşme için “mutlak” diye benimsenen doğruların ve bunları dayatan “metafizikler”in de “kuşkuya” açık olabilmeleri gerekiyor. Bu olmayınca, böyle inanç sahiplerinin, olağan olarak en çok yapıp edebilecekleri, ona “uyanmak” yoluyla ancak kendi “vahiy” kavrayışlarını, yorumlarını yenilemek olabilir ki bu da “sertlikten ılımlılığa doğru” olabileceği gibi, tersine de olabilir. Tabii bu da önemlidir. Buna karşın, akli inançlar, örneğin ateizm “kuşkuya” açıktır.
Vesselam, anladığım o ki, doğru diye bilinen ya da içselleştirilmiş bir tutumdan başkaca bir doğruya, bir tutuma geçilirken, bunu “geriye dönüp” “yüzleşme/hesaplaşma” denilen bir süreç olarak yaşarız.
“Bir gün değişik bir duruma tanık oldum; farklı bir süreç yaşadım; bir kitap okudum, hayatım değişti,” dendiğini duymuşuzdur ya da bizatihi kendimiz söyleriz. Bununla birlikte, yaşadığımız tanıklığın, farklı sürecin ya da okuduğumuz farklı kitabın bizi benimsediğimiz doğruyu, sahip olduğumuz düşünce ya da bilinci sorgulamaya nasıl götürebildiği, söz konusu mekanizmanın nasıl çalıştığı ya da çalışabildiği sorunu fevkalade önemli olsa gerek. Zira yeni bir bilinç, yeni bir düşünce edimi olmaksızın yüzleşme olmaz. Bu halde, sahip olduğumuz düşünce, diyelim ki dünya görüşümüz, kendinden başka bir düşünme biçimine, başka tür bir düşüncenin gelişimine, yeni bir dünya görüşüne ya imkân tanıyordur ya da yeni düşünceler, farklı yeni bilinç edimleri eskisine rağmen gerçekleşiyordur. Ve belki de, ikisi bir arada oluyordur. Öyle ya da böyle yüzleşme yeniyi tahkim ederken konu edilen eskiyi de “afişe” eder, çözer, aşar. Bununla birlikte, kökten yüzleşmelerde bile yeni düşünceler eski düşünce sistemine bağlı pek çok öğeyi ya olduğu gibi ya da onları yeniden yorumlayarak dolayımlar. “Komünizm eşittir demokrasi” önermesinin dayandığı zihniyette örneğin, bu net olarak görülebilir.
Öte yandan, bazı yüzleşmeleri, değişimleri çok hızlı bir şekilde yaşayabildiğimiz gibi bazılarını çok geniş bir zamana yayılmış halde yaşayabiliyoruz. Devrimci komünist fikirlerle tanışırken bunların bazılarını hızla bazılarını daha geniş bir zamanda benimsedim. Sözgelimi kapitalist düzenin, şeyhlik, ağalık düzeninin sömürücü ve kötü olduklarını hızla benimsedim ama bu sömürücü ve kötü mekanizmanın nasıl olabildiğini, nasıl işlediğini öğrenmem için ve en önemlisi de “materyalist felsefe”yi benimsemem ve bu bağlamda “eski bilişlerimle hesaplaşmam” açısından aynı şeyi söyleyemem. Bununla birlikte, geniş zamana yayılmış, sindire sindire olabilen değişimlerin/hesaplaşmaların daha sağlıklı olduğunu belirtmek isterim. Ya da en azından bu kanıdayım.
Yaşadığımız ilk yüzleşmelerimiz kendinden, içine doğduğumuz sosyal/kültürel ortamda aldığımız bilişlerle edindiğimiz “özbilinç” temelinde olur. Burada gerçekleşen yüzleşme “bizdeki toplumla/toplumsal bilinçle” yüzleşmedir. Diyelim ki, ilk gençlik yıllarımızda, yaşanan eşitsizlikleri farklı görme/düşünme yoluyla “ağalık düzeninin” sömürücü ve kötü bir düzen olduğu şeklinde bir yargı, bir düşünce, bir bilinç edinmeye başladık. Ve söz konusu düzenin aslında “doğal” olmadığını, insanlığın ilişkilerinin başka türlü oluşturulabileceğini, bunun için mücadele etmek gerektiğini benimsedik. Böyle bir hal bizde “bizdeki ağalık düzeni yanlısı bilişlerle” bir hesaplaşma içinde yol alır.
Sahip olunan yeni düşünceler, tabiatıyla yeni duruşlar gerektirir. Ne ki, bu noktadan itibaren tek tip insani davranıştan söz edemeyiz. Edindiği yeni düşüncelerin uluorta açık edilmesinin söz konusu düşünce sahibinin başına ağır belalar getirebileceği görüldüğünde, insanlar genellikle düşüncelerini “gizlice” ya da dolaylı yollarla yayma yoluna yönelirler.
Bir diğer yüzleşme biçimi, insanın doğrudan kendisiyle, bilinçli olarak benimsediği bir tutumla ayrımlı olarak ya da farklı bir düşünce ya da bilinç adına hesaplaşması şeklinde gerçekleşir. Bu, kişinin kendisindeki kendiyle, onun tüm veçheleriyle de olabilen yüzleşmesidir. Burada kişi, ayırdında olarak, bilinçli bir şekilde savunduğu düşünce ve yapıp etmelerini, edindiği yeni düşünce, bilinç ve doğrular temelinde sorgular. Deyim yerindeyse kişi burada, kendisini öyle ya da böyle reforme eder ya da “kökten” yeniden kurar. Bu tabiatıyla o kişinin tarihe, insani dünyanın bugününe, insani ilişkilerin “doğasına” dönük yaklaşımını da yeniden temellendirir.
Açıklık ve yeniden yapılanma temelinde yaşanan süreç ve ardından Sovyetler Birliği’nde ve bağlı olarak diğer ülkelerdeki “reel sosyalizmin” çöküşü pek çok insanı demokrasi, sosyalizm ve komünizm hakkında yeniden ve yeniden düşünmeye kışkırttı. Söz konusu süreçte, söz konusu konular babında, örneğin “demokrasi merkezli” düşünmede yoğunlaşanlar komünist eşitlik ve özgürlük değerlerini dolayımlarken, sosyalizm adına da olsa her türden diktatörlük uygulamasıyla, onların fikri kaynaklarıyla, otoriterizm ve totalitarizmle hesaplaşmaya çalıştılar.
Vesselam, kendi açımdan özgürlükçü, hakkaniyetçi, adil, eşitlikçi bir demokratikleşme yanlılığı temelinde dünümüz ve bugünümüzle yaptığımız ve çok daha yaygın olarak yapabileceğimiz yüzleşmelerin çok önemli ve değerli olduğu ortada olsa gerek.