Buradayız!
“En alt noktadayken, başka insanların size yaşattığı bir sıkıntılar sonsuzluğuyla karşı karşıyayken, bir varlığın gelip, ışıklar içinde durup sizin için hakikâti ve adaleti getireceği düşüncesini bir kurtuluş hayâli olarak besleriz. Bunun siz hayattayken bile gerçekleşmesine ihtiyacınız yoktur, ne de size işkence edenler hayattayken, fakat bir gün, hangisi olursa olsun, her şey sonunda onarılacaktır. (...) Tanınmamış olmak ve karanlıkta ölmek acıdır. Bu karanlığı aydınlatmak, tarihsel araştırmanın onurudur.”[1]
(M. Horkheimer)

Geçtiğimiz günlerde, son zamanların en anlamlı eylemine/ânına tanık olduk. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında 1908-1915 yılları arasında mebus olan, 1915 yılında öldürülen Ermeni milletvekilleri fotoğraflarıyla, manevi varlıklarıyla TBMM’nin vekil sıralarındaydılar. Yüz yıl sonra gerçekleşen bu buluşma, tam da HDP’li vekilleri Meclis dışına atma, etkisiz bırakma girişimlerinin olduğu bir dönemde sembolik olmaktan öte bir anlam taşıyor. Devletin, “yok etme” geleneğinin hiç değişmeden sürdürüldüğü yüz yıl sonrasında, “mağlupların geleneği” de birdenbire ortaya çıkıp, katledilmiş Ermeni vekillerle Meclis sıralarında boy gösteriveriyor. Katledilen yedi mebus için, kendisi de bir “kılıç artığı” olan HDP’li vekil, tam da ırkçı, faşizan uygulamaların dizginsiz kol gezdiği, Kürtlerin katledildiği, Kürt illerinin yakılıp yıkıldığı bir dönemde, 1915’te gözaltına alınarak katledilen yedi Ermeni milletvekilinin nasıl öldürüldüğünü, naaşlarının akıbetinin soruşturulması ve itibarlarının iade edilmesinin sağlanması için Meclis Araştırması açılmasını gündeme taşıyor. “Büyük Felaket”ten yüz bir yıl sonra gerçekleşen bu “sembolik” eylem, iktidarın kirli emellerini gerçekleştirmek için engelsiz yol aldığı bir dönemde, yüz yıl kapalı kalmış bir kara kutunun ansızın açılıvermesi gibi bir işlevselliğe sahip oluyor. Bugüne kadar üstü örtülmüş, inkâr edilmiş bir katliamın kara kutusundan ortaya saçılanlar, yüz yıl sonra tekrarlanmak istenen “benzeri” bir girişimin vehametini gözler önüne seriyor.

Benjamin, Tarih Tezleri’nde* (XV. Tez), “Paris’te Temmuz devrimi (1830) sırasında, ilk çarpışma gününün akşamı Paris’in birçok yerinde, aynı anda ve birbirinden bağımsız olarak duvar saatlerine ateş edildiğinin” ortaya çıktığını yazar. Benjamin bu eylemi, “dünyanın seyrini kesintiye uğratmak”, “devrimci bilinçle tarihsel sürekliliği infilâk ettirmek” olarak tanımlıyor. Bu eylemden esinlenen benzeri bir eylem de; Löwy’nin aktarımıyla, “Brezilya’nın 1500’de Portekizli gemiciler tarafından ‘keşfinin’ 500. yılının resmi kutlamalarına karşı halkın protesto eylemlerinde, bir grup yerli 500. yılda, kalan saatleri ve günleri gösteren devasa saate ok atıyorlardı...”[2]

Brezilya’daki eylemlerin sadece sembolik olmasına karşın, TBMM’deki eylem geçmişteki katliamların hesabının sorulmasının, aynı geleneğin benzeri linç girişimleriyle çakışması, “geçmişin şimdi de güç olması” hasebiyle yeni bir başlangıcın önünü açabilir olmasıyla tarihsel bir anlam taşımaktadır. Katledilen Ermeni mebusların Meclis’teki manevi varlıkları, HDP’lilerin dokunulmazlık fezlekelerinin gündemde olduğu şu günlerde, vekillerin zihinlerinde ve vicdanlarında bir kıvılcım çaktırır umarız.

Büyük acıların yaşandığı bu coğrafyada, Ermenilere, Kürtlere ve diğer etnik topluluklara yapılanlar, muhtemelen toplumların hafızasını yok etmek üstüne kurgulanmış. “Büyük Felaket”ten, Dersim Katliamı’ndan bu yana, bulaşıcı bir hastalık gibi, meşum bir gelenek sürdürülüyor.

Bugün de AKP Kürt illerini yakıp yıkarak aynı geleneğin izini sürüyor; cansız “varlık” kırıntılarına bile tahammül edilemiyor; cesetler yakılıyor, sürükleniyor, deşiliyor, kesiliyor! Amaçlanan toplumsal belleğin dumura uğratılmasıdır; yaşayanların belleğini yanmış ceset parçalarıyla, acıyla, irinle doldurarak atıl bırakmaktır, ortak yaşanmış anıların mekânlarını başlara yıkarak tarumar etmektir.

“Belli bir dönemin iktidar sahipleri, daha önceki bütün galiplerin mirasçıları” iseler, ezilenler de bu belgeleri gelecek kuşaklara “miras” olarak aktarmak sorumluluğuyla yükümlüdürler. “Belgenin kuşaktan kuşağa geçişini sağlayan gelenek süreci de barbarlıktan uzak sayılamaz,” (VI. Tez) diyor Benjamin.

Bugün Kürt illerinde yapılan operasyonlardan sonra, yaşanan vahşeti tüm boyutlarıyla açıklayan STK raporları, diğer belgeler ve tanıklıklar, gelecek kuşaklara aktarılacak birer “vahşet belgeleri” olarak tarihteki yerini alacak. Toplumsal ve siyasi açıdan, geçmişin hesabının sorulmasında önemli işlevleri olacak. Tüm yaşanan acıların, vahşetin, tek bir bakışa, bir çığlığa sıkıştığı o resimler, görüntüler belki de en değerli belge/anı olarak belleklerde yer alacak.

Egemenlerin, tüm mağlupların kollektif belleğini silme girişimlerine karşı mücadelenin yanı sıra, karşı belleğin oluşmasının koşullarını yaratmak, önemli/önemsiz demeden her bir anıyı, bilgiyi, belleği korumak elzemdir. Vahşetin aktarılması yanında, en küçük direniş bile kaydedilmeli, saklanmalıdır. Böylesi topyekûn imhaya, saldırılara karşı direnebilmiş olanlar, birer “teselli” kaynağı olarak yer alacaktır hafızalarda. Evlatlarının cesetlerini almak için açlık grevine giren anneler... beyaz bezli sopalarla ölümüne sokağa çıkan kadınlar, “düşmanın kurşunlarıyla ölmektense” diyerek kendini öldüren Kürt gençleri... ve daha niceleri... Bugünün mücadeleleri binlerce yıllık ayaklanmalar, direnişler ve özgürlük savaşlarından güç ve enerji almaya devam etmektedir. Oluşacak karşı bellek (bireysel ve kollektif), “mağlupların geleneği”nin de, her türlü belge, bilgi ve direniş hikâyeleriyle, gelecek özgürlük savaşlarında birer rehber ve ilham kaynağı olacağı açıktır.

Hannah Arendt, Faulkner’in, “Geçmiş asla ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir,” deyişinden hareketle, “Geçmiş sırtımızda ölü bir ağırlık değil, bizi ileriye iten bir güçtür,” der[3]. Geçmişin bu gücü, Benjamin’de ifadesini bulur: “Geçmişi tarihsel olarak dile getirmek, o geçmişi ‘gerçekte nasıl olduysa öyle’ bilmek değildir. Buna karşılık bir tehlike ânında parlayıverdiği konumuyla, bir anıyı ele geçirmek demektir” (V.Tez). “Bugün geçmişi aydınlatır ve aydınlanmış geçmiş şimdiki zamanda bir güç olur.”

Benjamin’in kastettiği “tehlike ânındaki o anının ele geçirilmesi”, katledilen Ermeni mebusların TBMM sıralarında oturdukları o an olabilir mi? Kör inançla bağlılıkların dışında, vicdanlarda beliriveren o “insan” olma ânı mıdır!

“O an” Hrant Dink’in katledilmesinde ortaya çıkan “Hepimiz Ermeniyiz”de bütünleşen toplumsal muhalefettir. Yakın zamanda yaşadığımız Gezi Direnişi, geçmişin özgürlük savaşlarından güç alan, “şimşek gibi parlayan ‘o an’”dır; o anının ele geçirilip güç haline geldiği anlar, toplumsal belleğin de başlangıç anlarıdır. Geri döndürülemez güçteki “o an”lar, yeni başlangıçların fitilinin de ateşlendiği anlardır.

Kefaretin gerçekleşmesi için sadece hatırlamak, anmak yeterli değildir Benjamin için: “(...) Doğal olarak, ancak bütünüyle kurtuluşa erebilmiş bir insanlık geçmişine de bütünüyle sahip olabilir. Ancak kurtuluşa ermiş bir insanlık için geçmişi, her ânıyla alıntılanabilir nitelik kazanmıştır. Yaşanmış anlardan her biri, gündemdeki bir alıntıya dönüşmüştür” (III. Tez).

Hatırlanmak, tanınmak, onurlandırılmak: Yaşamlarını yitirmiş özgürlük savaşçıları ve tüm mağdurlar ancak böylece “gündemdeki bir alıntı” haline gelebilirler. “(...) kefaret, geçmişin bütünüyle hatırlanmasını gerektirir, ‘büyük’ ve ‘küçük’ olaylar veya bireyler arasında ayrım yapmadan. Bir tek insanın bile acıları unutulursa, kurtuluş gerçekleşemez.”[4]

Geçmişin tamamlanması için, bireysel ve toplumsal olarak yıkımın onarılması, ancak o kuşakların uğruna savaştıklarının kazanılmasıyla, yarım kalmış özgürlük savaşının devamıyla gerçekleşebilecektir.

Savaşlarda, katliamlarda yaşamını yitirenler geri gelmeyecektir. Ama geride kalanlar, öncelikle mağdurlar, hak kaybına uğramış olanlar için adaletin yerine getirilmesi, tazmin edilmesi ve aynı zamanda bu eylemleri yapanların, sebep olanların manevi olarak mahkûm edilmeleri toplumsal hafızanın yenilenmesi açısından önem taşımaktadır. “Büyük Felaket”in kurbanlarının torunları için hâlâ caddelerimizde Talat Paşa (vb.) adını görmek acı vericidir. Yüzleşme, tanınma, onarılma hepimiz için “iyileşme” olacaktır.

Pasajlar’da şöyle seslenir Benjamin: “Bizden sonra gelecek olanlardan galibiyetlerimiz için minnettarlık duymalarını değil, mâğlubiyetlerimizi hatırlamalarını istiyoruz. Tesellimiz budur: Artık teselli bulma umudu olmayanlara verilmiş tek teselli.”
[*] Tarih Tezleri alıntıları için bkz. Walter Benjamin, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, YKY, 2009.

[1] Akt. M. Löwy, Walter Benjamin: Yangın Alarmı, çev. Uraz Aydın, Versus, 2007, s. 40.

[2] A.g.e., s. 116.

[3] Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek Arasında, çev. B. Sina Şener, İletişim, 1996, s. 23.

[4] Akt. M. Löwy, Yangın Alarmı, s. 44.