Modern okul tıbbının dayandığı biyomedikal modelin eleştirisine, okul tıbbını bütünsel (holistik)[1] tıpla karşılaştırmalı olarak ele alarak devam etmek istiyorum.
İki yaklaşım arasındaki temel fark kullandıkları enstrümanların farkından öte, teorik altyapılarından ve temel felsefi yaklaşımlarından kaynaklanıyor.
İnsanı fiziksel bir bedene indirgeyen, hastalığı insan varlığının doğal bir parçası olarak “olgunlukla” karşılamak yerine onu “kökü dışarıda”, kişinin iradesi dışında oluşan tehditkâr bir fenomen ve insan bedenini de bir savaş alanı olarak gören biyomedikal anlayış, modern tıp pratiği ve eğitimini de hastalık ve hastalığın bertaraf edilmesinden ibaret kılıyor; sağlığın kendisi ve korunması ihmal ediliyor. Bu anlayışın doğurduğu hastalık ve tedavi diskurunun eleştirisinin yükselişi de neoliberalizmin verimlilik ve performans prensipleriyle yönetilen tıp sisteminin özellikle kronik hastalıklar söz konusu olduğunda artık insan sağlığına hizmet veremiyor olduğunun daha açık hale gelmesiyle yaşanıyor. Bu tartışma, Geleneksel Çin ve Hint Tıbbı (Ayurveda) gibi kadim tıp yaklaşımlarının yanı sıra, geleneksel halk tababeti yaklaşımlarının da büyük ölçüde dayandığı bütünsel sağlık yaklaşımlarını yeniden gündeme getiriyor. Bütünsel bakış, insanı sadece biyolojik değil, psikolojik ve sosyal boyutlarıyla da ele alan biyopsikososyal bir model öneriyor. Bütünsel tıp bize tıp tarihinin 19. yüzyılda değil, binlerce yıl önce başlamış olduğunu hatırlatır.
"Bütün iyi olmadan parçayı iyileştirmek mümkün değildir." –Platon
Bütünsel (holistik) tıbbın iddiası, insanın beden, akıl ve ruhtan oluşan çok boyutlu bir varlık olduğu, tek tek organlara ve sistemlere indirgenemeyeceği ve insanın tüm bu parçaların toplamından daha fazlası olduğudur. Bu yönleriyle bütünsel tıp, gerek fiziksel bedeni kendi içerisinde, gerekse zihin ve fiziksel bedeni birbirinden ayıran biyomedikal modelin aşılarak, insanın parçalara ayrılmadan tüm varlığıyla ve şahsiyetinden soyutlanmadan ele alınmasıdır. Hastalığın nasıl tedavi edileceğinden önce, insanı hasta eden süreçlerin tespit edilmesidir. Hastalıkların seyrinden çok, hastalığı doğuran nedenleri sorgulayarak öncelikli olarak bu nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini savunur. Tek tek bütünü oluşturan parçaları değil, o parçaların oluşturduğu bütünü ve parçaların birbiriyle karşılıklı etkileşimini, yani bütünün kendisini görmeyi önemser.
Tedavi etmek yerine iyileşmesine ortam hazırlamak...
Biyomedikal terapötik kültüre dayanan modern okul tıbbının olağan hedefi tedavidir. Burada hastalık süreçlerinin tedaviyle kontrol altına alındığı ve beden fonksiyonlarının manipüle edildiği bir anlayış hakimken, bütünsel tıpta “tedavi” değil, “iyileşme” esastır. İyileşme de bedenin kendi rezervlerinin kullanılarak, belli yaşam tarzı değişiklikleri ve doğada var olan iyileştirici ajanların da yardımıyla kişinin kendisinin de rol aldığı bir süreçtir. “Tedavi etmek” bir hastaya yapılanları, yani kişinin edilgenliğini işaret ederken, iyileşmek insanın sağlığını yeniden kazanmak yolunda aktif katılımını gerektirir.
Bütünsel tıbbın ana teması “hastalığı nasıl tedavi ederiz” değil, “sağlığı nasıl koruruz”dur. Bu anlamda bütünsel tıbbın temel meselesi hastalık değil, sağlıktır.Bütünsel tıp insanların birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerinin, yaşam tarzlarının, zihinsel durumlarının genel sağlıkları üzerindeki belirleyiciliğine vurgu yapar. Hastalık, tüm bu unsurlardaki dengesizlikten kaynaklanır. İnsan, kendi içinde bu dengesizliği yenebilecek iyileşme potansiyeline sahiptir. İyileştirme rolünü üstlenen kişinin öncelikli görevi, insanın içindeki bu iyileşme yeteneğini canlandırmaktır. Bu görev, ortada akut bir müdahaleyi gerektirecek bir durum yoksa, cerrahi veya ilaç tedavisi gibi herhangi bir dışsal müdahaleden önce hastayı bilinçlendirerek başarılır. Bu açıdan doktorun öncelikli görevi hastanın bedenine müdahale etmeden önce onu eğitmek ve ona kendi sağlığının kontrolünü devretmektir. Böylece bütünsel tıp insanın kendisini, çevresini ve dolayısıyla sağlığını yönetebilme kabiliyetini harekete geçirmeyi amaçlar. İnsanlara o anki acılarını dindirecek geçici çözümler sunmak yerine kalıcı hayat tarzı değişiklikleri önerir.
Semptomları tedavi eden tıbbın ötesine geçebilmek
Bütünsel tıp, insan bedenini bütünü oluşturan parçalarına indirgeyerek, her parçada oluşan bozukluğu “parça başı” yaklaşımla tedavi etme yaklaşımının, hastalık ve sağlığı sığ bir fiziksel ve kimyasal indirgemecilikle açıklamaya çalışan tıbbi yaklaşımların ötesine geçen bir felsefenin ürünüdür. İnsan vücudunu bir “makine”, hastalığı “makinenin bozulması”, doktorun görevini de “bozulan makineyi tamir” olarak gören tıp yaklaşımını reddeder. Bütünsel tıbbın modern okul tıbbından ayrıldığı önemli bir nokta, modern tıp sağlıksız bir yaşam tarzının neden olduğu pek çok kronik hastalığı, hastalık belirtilerini (semptomları) ortadan kaldırarak tedavi etmek iddiasındayken, bütünsel tıbbın bu belirtileri bir neden değil, temelde yatan asıl sorunu haber veren bir sonuç olduğu şeklindeki yaklaşımıdır. Bu nedenle bütünsel tıp prensiplerini benimsemiş bir hekim ağrı, alerji, stres, fazla kilo, tansiyon vb. kronik durumları kimyasal ilaçlarla çözmeye çalışmaz. Çünkü rahatsızlık belirtilerini ilaçla yok etmenin asıl sorunu çözmeyeceği ve ilaçların yan etkilerinin yeni hastalıklar doğuracağı anlayışını benimser. Bütünsel tıbbı benimsemiş bir hekim öncelikle kişinin yaşam tarzını sorgular ve burada değişiklik yapılmasını önerir.
Bütünsel tıp, hipertansiyon problemi için ilaçlara sarılmadan önce bu teşhisin doğru konulup konulmadığını tespit ederek ilk etapta kişinin bir dış müdahale olmaksızın kendi başına gerçekleştirmesi gereken yaşam tarzı değişiklikleri olup olmadığını sorgular; devasa bütçeli kanser araştırmalarına fon ayırmadan önce insanoğlunun doğadan kopuşunu, gıdalarla birlikte alınan kimyasalları, kontrolsüz kentleşmeyi, su ve hava kirliliğinin, işyerlerimizdeki elektrik kirliliğinin, baz istasyonlarının ve nükleer santrallerin insan sağlığı için yarattığı tehditleri, bağımlılıklarını, kişinin günde kaç saatini televizyonun, bilgisayarın veya direksiyonun başında ve hareketsiz geçirdiğini sorgular. Bu anlamda bütünsel sağlık sadece tıp mesleğinin değil, tüm toplumun yaşam tarzına ilişkin bir sorunudur.
Okul tıbbının konusu hastalık, bütünsel tıbbın konusu sağlıktır
Bütünsel tıp hastalıkla değil, sağlıkla ilgilenir. Oluşmuş bir hastalığın semptomlarını yok etmekle değil, ona neden olan koşulların ortadan kaldırılmasına öncelik verir. Bu anlamda geçici değil, kalıcı ve sürdürülebilir yaşam tarzı değişikliklerinin önemine vurgu yapar. “En doğrusunu doktor bilir” anlayışının yerine soru soran, kendilerine yazılan reçeteleri sorgulayan, sağlığını başkalarına havale etmeyip sorumluluk almayı kabul eden bireyler yaratmayı amaçlar. Sağlığı kaybetmeden önce korumanın önemini kavratmayı ve bu yolda neler yapılması gerektiği konusunda toplumu bilinçlendirmeye önem verir. Bu amaçla beden-zihin dengesini ve bütünlüğünü sağlayacak yaşam tarzı değişikliklerini öğretmek, bütünsel tıbbın öncelikli konusudur.
Eski bir kanser hastası, hasta hakları temsilcisi ve yazar Donald Watson’ın belirttiği gibi teknolojik tıbbın iyice geliştiği günümüz dünyasında tıbbi faaliyetlerin odak noktasına “hastalık” konulmakta, beden hastalığa karşı mücadele edilen bir “savaş meydanı” haline getirilmekte ve insanın kendisi büsbütün unutulmaktadır. Oysa insanı merkeze alarak, insan sağlığını fiziksel, zihinsel, kültürel ve sosyal tüm boyutlarıyla ele alarak tedavi sürecinde insanı edilgen bir gözlemci değil, aktif bir katılımcı ve söz sahibi hale getirmek, kişiye gerçek anlamda sağlık kazandırmanın önkoşuludur. Tıp otoritesi tarafından hakkında “fermanlar verilen” bedenin sahibi olan insanı etkili, bilgili ve yetkili kılmak, bütünsel tıbbın en önemli önceliğidir.
Sağlıkta PPP'nin sağlıkla ne ilişkisi var?
Bütünsel tıbbı incelerken, Türkiye'deki sağlık sisteminin hal-i pür melâline göz atmakta yarar var. Ülkedeki “hastalık ekonomisi”ne ve sıklıkla AKP'nin en büyük başarılarından olduğu ileri sürülerek sağlık politikası denildiğinde gündemde ağırlıklı yer teşkil eden “sağlık yatırımları” diskuruna bir örnek teşkil etmesi açısındanHürriyet'in “Patronlar bu sisteme ‘hasta’ oldu” haberi yararlı olabilir.[2] Haberde 4 şehir hastanesi ihalesini kazanmış bir inşaat şirketinin grup başkanı, ülke genelinde kamu-özel işbirliğiyle yapılmakta olan ve yapılması planlanan milyarlarca euroluk şehir hastanesi projelerinin “kamunun tecrübesiyle özel sektörün finansman kabiliyeti ve dinamizmini buluşturacağı” ve “bu model sayesinde ülkemiz[in] çok daha nitelikli sağlık altyapısına kavuşacağı”nı söylüyor. Haber metnindeyatak sayısı, kapasite, şehir hastanesi, holding, proje gibi kavramlara çokça vurgu yapılıyor. Ancak ne bu haberde, ne de bütün bu sağlık (!) yatırımlarına ilişkin herhangi bir ana akım gazete haberinde, bu kadar büyük yatırımlı ve yüksek teknoloji ürünü donanıma sahip binlerce yataklı binalarda nasıl bir sağlık hizmeti öngörüldüğüne ilişkin bir iz bulmak mümkün. Türkiye'de sağlık yatırımlarından anlaşılan dün de buydu, bugün de kapitalin “dizginlenemeyen gücü”yle girişimcilerimiz sağlığa katkı sunmaya devam ediyorlar!
Sağlıktaki atılımdan kastın daha çok hastane binası ve daha yüksek yatak sayısı olarak sunulduğu bir ülkede, o yatakları boş tutmayacak her türlü önlemin (!) alınması da kaçınılmazdır. Sağlık yatırımından hastanelerdeki yüksek doluluk oranlarının, işleyen bir performans sisteminin, dolayısıyla daha çok hasta ve daha yüksek kârlılığın anlaşıldığı bu sistem aslında sağlıktan çok mevcut hastalıkları yeniden üretme, yeni hastalıklar türetme, bunları kurumsallaştırma ve yaygınlaştırma sistemidir. Bu sistemde son teknoloji ürünü, ultramodern görüntüleme cihazlarının maliyetini ödeyebilecek bir işleyişe ihtiyaç vardır ki, o da hastalığın iyileştirilmesinden değil, hastalığın her daim mevcudiyetinden ve insanların hastalık ve ölüm korkularından beslenen bir sistemdir. Tahlil-tetkik, check-up çılgınlığı işte bu korku sarmalının önemli parçalarıdırlar. Gelir getirmeyen uygulamalar ve kişinin kendi başına gerçekleştirebileceği sağlıklı yaşam tarzı değişikliklerine bu sistemde yer yoktur. Kişi aciz kılınmıştır ve aciz olduğu oranda da bu sistemin müşterisidir. Performans sistemi de hekimin daha kısa süreler içerisinde daha çok hasta “görmesini” sağlayacak bir sistem olarak hastalık ekonomisine en önemli katkıyı sunar. Hekimlerin zanaatlarını uygulamak yerine, onlarca hasta başına ancak birkaç dakika ayırabilmesine neden olur. Dolayısıyla sağlıkta PPP'nin sağlıktan çok, hastalıkla ilişkisi vardır. Amacımız bu sisteme etkili bir muhalafetse, acil ihtiyacımız hastane binalarının inşaatlarına yapılan harcamalar ve kullanılan kredilerden önce -ama elbette bunları da kapsayacak şekilde- sağlık ve hastalığa hakim bakış açısıyla ilgili temel sorunları sorgulamaktır.
İnsanın varlığının görüldüğü, anlattıklarının işitildiği bir sağlık anlayışı
Hız ve edilgenlik modern insanın en büyük teslimiyet alanları. Hastalığa hızlı çözümler ve hazır reçeteler aranıyor, hasta kişi sağlıksız yaşam tarzı nedeniyle hiçbir şekilde sorumlu tutulmuyor, hastalığının iyileştirilmesi işi hekime havale ediliyor. Modern okul tıbbında kişiye kendisine atfedilen “hasta” rolü nedeniyle oynaması istenen sorumluluktan muaf, edilgen patient rolünden ve semptomların ortadan kaldırılacağı dönemsel iyileşme beklentisinden sürekliliği olan, genel bir beden ve zihin sağlığının hedeflendiği, insanın kendini ve çevresini yönetme becerisini kazanmasını amaçlayan, sivil bir bütünsel sağlık yaklaşımına ihtiyaç var.
Biyomedikal tıbbın özellikle acil tıp ve cerrahi alanlarında göz ardı edilemeyecek başarıları olduğu tartışılmaz; ancak açıktır ki, bu model daha çok akut hastalıklarda etkilidir; kronik hastalıklarla ve gittikçe yaygınlaşan neoliberal tıp yatırımlarının ve pratiklerinin neden olduğu artan tedavi masraflarıyla baş etmek konusunda başarısız olmuştur. Bunun en temel nedeni, kronik hastalıkların tedavisinin tıbbi bir müdahaleden ziyade yaşam tarzı değişiklikleri gerektirmesi, böyle bir değişikliğin de hastalık ekonomisinin kâr hanesine yazılamayacak olmasıdır.
Öncelikli olan, sağlık ve hastalık konusundaki yaklaşımlarımızı değiştirmektir. Sağlık, daha çok sayıda şehir hastanesi kurulması ve sağlık profesyonellerinin artan tıbbi müdahaleleriyle değil, koruyucu sağlığı (prevensiyon) ön plana çıkaracak bütünsel bir yaklaşımla mümkündür. Bütünsel (holistik) anlayışı yerleştirebilmek, öncelikle tıbbın insanı salt biyokimyasal bir varoluşa indirgeyen pozitif bir bilimden ibaret olmayıp, disiplinlerarası bir çalışmaya ihtiyaç duyan bir alan olduğunu fark etmekle mümkündür. Zira indirgemeci yaklaşımlar, yukarıda anlatılan ve sağlığa katkısı tartışmalı olan “sağlık yatırımları”nın da en büyük meşruiyet kaynaklarıdırlar. İnsanların varlığının görüldüğü, anlattıklarının işitildiği bir sistemdir bütünsel tıp. Böylesi bir tıp pratiği, tıbbı, teknolojik gelişimin hegemonyasından kurtaracağı gibi tıbbın zanaat boyutunu da yeniden canlandırabilir.
[1] Bu yazıda “bütünsel/holistik” kavramını bugün wellness sektöründe yaygın olarak kullanıldığı anlamından farklı olarak, herhangi bir alternatif tıp akımının parçası, ortodoks tıbba tepki olarak gelişen bir kavram ya da bağımsız bir okul olarak değil, yaklaşımlarımın üzerine kurulduğu, tarihi binlerce yıl öncesinin kadim tıp pratiklerinin felsefi altyapısına dayanan, daha kapsayıcı bir felsefi yaklaşım biçimi olarak kullanmayı tercih ediyorum. Nihayetinde sağlık söz konusu olduğunda farklı düzeylerdeki bütünselliklerden -beden-zihin bütünselliği, insan-evren bütünselliği, parçaları/organları gözetmeden bedenin kendi içindeki bütünselliği gibi- bahsetmenin mümkün olduğunu vurgulamakta yarar var.
[2] Haberin ilk cümlesi “Sağlık sektöründe önemli bir dönüşüm başlatan ‘Kamu Özel İşbirliği –PPP’ (Public Private Partnership) projesine ilgi artıyor.” “Patronlar bu sisteme ‘hasta’ oldu”, Gülistan Alagöz, 20 Haziran 2016, Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/patronlar-bu-sisteme-hasta-oldu-40119998