Zeynep Sayın'a ve Barış İçin Akademisyenler girişimine saygılarla, 71 yıl
önceden bir dayanışma metni niyetine...
İlim ve sanat rönesansının beşiği İtalya’yı, o beşikte büyüyen yavruyu geliştirip yetiştiren memleketlerden biri olan Almanya’yı bugünkü feci hale sokan Faşizmin bu iki memlekette ilme ve Üniversitelere karşı aldığı tavrı şöyle bir gözden geçirmek hiç faydasız değildir. Bu hususta vesikalara dayanarak yazı yazabilmek için elime bir esercik geçti. Geçen gün Vatan gazetesine yazdığım bir makalede söylediğim gibi, bu eser Faşist memleketlerinde fikir hürriyetine dair Norman H. Baynes tarafından verilen bir konferanstan ibarettir. Konferansçı tamim, terkip ve orijinal buluşlar arkasından konuşacak yerde büyük bir sabır ve tahammül ile İngiliz, Alman, Fransız ve İtalyan dillerinde yazılmış 80 kadar kitaba ve diğer birçok kaynaklara müracaat ederek Faşist liderlerinin önce ve sonra söylediklerini toplamış ve kendisinden pek az ilâvesile dinleyicilerine anlatmıştır. Ben de bu hazır kaynaklardan faydalanarak bir zamanlar dünyayı sistemlerine ram edeceklerine inanacak kadar kendilerini dev aynasında gören bu rejim liderlerinin ne gülünç tezatlara, ne ibret alınacak yanlışlara düştüklerini gösterirken siyaseti ilme hâkim kılmağa uğraşmanın acı neticelerini satırlar arasında sezdirmeğe çalışacağım.
Bu rejimlerin, ilme, Üniversiteye karşı aldığı tavrın başlıca karakteri, şüphe itimatsızlıktır. Mussolini (Scritti e Discorsi I. 111) bakınız ne diyor:
“Filozoflar kâğıt üzerinde on mesele halledebilirler, fakat hakikî hayatta onların bir tekini bile halle kadir değillerdir. Faşist mütefekkirlere, onların demokrasi, liberalizm ve sosyalizm aleyhine merhametsizce tenkitlerini yazacakları gazetelere ve mecmualara müsaade ettim. Fakat eğer o mütefekkirler okuyuculara bol bol Üniversite kültürü sunmağa ve faşist hareketi gibi muğlâk ve kritike müsait bir karaktere karşı düşmanlık ve zorlu tenkitler yapmağa kalkışacak olurlarsa, onlara bu Üniversite kültürünü sistemlerinden dışarı atmalarını ve kendi kendilerini süratle yeni rejime uydurmalarını tavsiye ederim. Tavsiye ile de kalmam, belki daha ileri giderek açıkça söylerim ki, bir becerikli squadrista’yı (Kara gömlekli faşist neferi) mıymıntı bir Üniversite profesörüne tercih ederim.”
Bu tercih Mussolini için pek tabiî görünmelidir; çünkü o kitab-ı mukaddeste “İptidada kelâm (akıl) vardı” âyetine, kendisini Faust gibi bir Titan edâsı vererek “İptidada fiil (becerik) vardı” şeklini vermeğe taraftar olduğunu Mussolini diye bir kitap yazan meşhur adamlar âşıkı muharrir Emile Ludwig’e söylemişti. Sabık İtalyan diktatörünün Üniversiteden, Üniversite profesörlerinden ne anladığını şu sözleri daha iyi gösteriyor:
“Talebenin şuuruna, heyecanına bir şekil verecek olan profesörün milletin hayatında büyük bir ehemmiyeti vardır. Binaenaleyh (!) profesörler devlet mekanizmasında ancak birer atom halinde kalmalı ve grup veya cemiyet teşkil etmemelidirler. Yol amelesi, şimendifer işçileri gibi iktisadî işler görenlere cemiyet teşkil etmek hakkı verilebilir” (Scritti et Discorsi, S. 241).
İşte ilmi, Üniversiteyi, profesörü bu suretle anlayan veyahut daha doğrusu hiç anlamayan İtalyan Faşizmi günün birinde profesörlerinden bir de sadakat yemini istedi. Bütün İtalya’da yalnız 12 profesör müstesna hepsi “Allah ve İtalya adına yemin ederim ki, Duçenin bütün emirlerine itaat edeceğim...” yeminini tekra ettiler. Fakat bu da kâfi gelmedi; Üniversitelere şu emir gönderildi:
“Üniveristenin içinde, dışında profesörlerin faşizme sadakatini şüpheye düşürecek sözleri derhal rektörler ve dekanlar tarafından Nazıra jurnal edilecektir.”
Bu da yetişmedi, nihayet 1930 senesi güz mevsiminde Faşist partisinin umumî kâtibi Giureti bütün İtalya Üniversiteleri talebesine yolladığı bir tamimde:
“Profesörlerin faşizme karşı söyledikleri sözleri ve yaptıkları hareketleri derhal casuslıyacaksınız. Bu sizin yalnız hakkınız değil, vazifenizdir de. Profesörleriniz hakkında vereceğini hükümler, faşizme yakışan sert uyuşmazlık zihniyetile verilecektir” (George Seldes, Sawdust Caesar, S. 334).
Namuslu, ahlâklı, insan mahiyetli vatandaş hüviyetinde gençler yetiştirmek bakımından bu tamimin ne çirkin, ne iğrenç olduğunu bilmem söylemeğe lüzum var mı? En ağır ceza kanunları bile evlâdı ana, babanın suçunu ispat için şehadete icbar etmezken bu sefil rejim talebeyi mânevî ana olan Üniversitede mânevî baba olan hocalarını casuslamağa teşvik, teşvik değil, memur ediyor. Fakat bunun sebebi var. Faşist liderleri doğru yoldan sapıtmak için henüz olmağa başlamış genç dimağlar üzerinde işlemeği daha kolay bulmuşlar ve onları, böyle fena ve çirkin vazifeler vermek suretile gȗya rejimin kurulmasına ortak etmek suretile koltuklamağı düşünmüşlerdir. İşte Faşist esas kanununu hazırlıyan Alfredo Rocco’nun International Conciliation adile İngilizceye tercüme olunan kitabın 408’inci sayfasında bizim bu iddiamızı teyit eden satırlar:
“Siyasî ve içtimaî ilimlerde başka bir yolda esaslı surette hazırlanmış olanlar tarafından faşizmin güç anlaşılması bu rejimin münevver, olgun kafalar arasında değil, ancak gençler, kadınlar, okumamış, yazmamışlar ve bir de muayyen içtimaî, siyasî terbiye ile zihnini yormamış iş adamları arasında pek ziyade muvaffak olmasını izah eder.”
Bunları söylerken müellif hemen biraz aşağıda gȗya tarihî, felsefî bir terkip yapmak istiyor ve diyor ki, “Faşizm, Orta Çağların sonudur”, yani rönesans Mussolini’nin eseridir. Alman Nazizmi de bundan geri kalır mı hiç, o da profesör Baeumler’in ağzından daha açıkça şöyle diyor: “Orta Çağlar, ne Amerika’nın keşfi, ne de reform hareketile nihayet buldu, o Almanya’da Adolf Hitler’in iktidarı ele almasile sona erdi.” Tarih çağlarının bu taksimine bakınca şu on beş, yirmi senelik pek kısa modern çağların uğradıkları âkibet karşısında uşaklığı efendiliğe, ikbali ilme tercih eden siyasetçilerin ve profesörlerin görüşlerine hayran olmamak kabil değildir....
Nisan, 1945
Birikim'in Notu: Metni bize ulaştıran Tuncay Birkan'a teşekkür ederiz.