İçinde yaşadığımız zaman diliminde dünyanın sosyal, siyasi ve iktisadi yapısının hızla değişmekte olduğunu gözlemliyoruz. Bu büyük kaymayı çeşitli şekillerde adlandırabileceğimiz gibi küresel-Güney ülkelerinin yükselişi olarak da anabiliriz. Küresel-Güney ülkelerinin yükselişi öylesine kapsamlı bir konfigürasyonel yeniden yapılanmadır ki âdeta bir ontolojik transformasyonun gerçekleşiyor olduğunu öne sürebiliriz. Böylesi büyük dönüşümler ampirik dünyayı algılayış biçimlerimizi farklılaştırdığı için ampirik örnekler üzerinden meta seviyede sürdürülegelen bu tartışmaya katkıda bulunabiliriz. Bu anlayış çerçevesinde, sözünü ettiğimiz epistemolojik yansımalara bir örnek üzerinden yaklaşmak amacıyla bu yazıda Uluslararası Kalkınma İşbirliği formlarından Üçlü Kalkınma İşbirliği’ni konu ediniyoruz. Bunu yaparken de konuya ilişkin öne sürülen normatif bir argümanı, yani Kalkınma İşbirlikleri alanının Üçlü Kalkınma İşbirliği modeliyle daha eşitçi bir karaktere büründüğü iddiasını, eleştirel bir biçimde ele alıyoruz.
He ne kadar 2008 kriziyle beraber ABD’yi dünyanın merkezi olarak görme eğilimi ciddi bir darbe yediyse de pek çok kişinin ABD’yi hâlâ dünyanın en ileri kapitalist modeli olarak görmeye devam ettiğini söyleyebiliriz. 2008 krizi bu bakış açısını değiştirmediyse bunun temel nedeni dünya sisteminin bu büyük dönüşümünün 2008 krizinden çok önce başlamış olmasıdır. Belki de içinde yaşadığımız dünya eskisinden çok da farklı görünmediğinden yeni bir dünya ortaya çıkarken eski bakış açılarında ısrar ediyoruz. Şunu ivedilikle anlamamızda yarar var, günümüz dünyasının arka planını oluşturan 600 yıllık Batı egemenliği ve bunun tepe noktası olan ABD’nin 100 yıllık dünya hakimiyeti bugün sona ermektedir. Siyasi ve askerî olarak ABD’nin halihazırda dünyanın süper gücü konumunu sürdürüyor olması, ABD’nin egemenliğinin diğer alanlarda sorgulanır hale geldiği gerçeğini değiştirmez. Ana motoru ekonomi olan bu dönüşümün hayatın hemen her alanında yansımalarını görmek mümkündür.
Genel çerçevesini bu şekilde çizdiğimiz bu küresel dönüşümün uluslararası kalkınma alanında önemli etkileri olduğunu gözlemliyoruz. Belki diğer alanlarda bu kadar net göremediğimiz bu etki, Uluslararası Kalkınma İşbirliği algısında ve pratiğinde kendisini dikkati çeker bir şekilde göstermektedir. Üçlü Kalkınma İşbirliği adını verdiğimiz ve nispeten de yeni olarak niteleyebileceğimiz bir Uluslararası Kalkınma İşbirliği modeli, meta seviyede götürdüğümüz bu tartışmaya ampirik bir veri sunuyor gibi görünmektedir. Üçlü Kalkınma İşbirliği daha önceden Kuzey-Güney ekseninde gelişen kalkınma işbirliklerinin artık yükselen Güney ülkelerinin oyuna aktif olarak girmeleriyle beraber Güney-Güney ve Kuzey-Güney-Güney modellerini de kapsayacak şekilde genişlemesidir. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, Üçlü Kalkınma İşbirliği merkez Kuzey ülkesinin periferde yer alan Güney ülkesiyle yarı çevresel bir ülkenin de katılımıyla bir kalkınma işbirliğine girmesidir.
Öyleyse sorulması gereken soru şudur: Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli Uluslararası Kalkınma İşbirliği alanına gerçekten yeni ve daha eşitlikçi bir yaklaşım getirmekte midir? Bunun ampirik bir soru olduğunu teslim etmemiz gerekir. Yani, Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli’nin getirdiği yenilikler ya da sürdürdüğü gelenekler, ancak detaylı bir saha araştırması sonucunda ortaya çıkabilir. Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli tartışması yeni olduğundan bu alanda bir açık vardır. Zira öncelikle bu kuramsal çerçevenin kavranması, daha sonra da bu kuramsal çerçeve arka planında değerlendirme amaçlı göstergelerin oluşturulması ve bunların deneysel olarak uygulanması gerekir. Henüz bu yapılmadığı için tartışmayı eldeki mevcut verilere dayanarak yarı kuramsal, yarı deneysel olarak sürdürebiliriz. Bu bakış açısıyla bu soruya üç çeşit cevap vermek mümkündür. (1) Bu yeni işbirliği modeli eşitlikçi bir işbirliği için samimi bir çabadır. (2) Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli’nin Uluslararası Kalkınma İşbirliği alanına getirdiği tek yenilik, eski hegemonik düzenin yeni formda sürdürülmesidir. (3) Hegemonik düzen kendisini sürdürmeye çalışırken, yeni işbirliği modeli tarafından eleştirilmekte ve diyalektik süreç olumlu şekilde ilerlemektedir. Üçüncü cevabın geçerli olduğunu düşünmek için pek çok neden var.
Uluslararası Kalkınma İşbirliği’nde Üçlü Kalkınma İşbirliği gibi modellerin deneniyor olması, mutlaka eşitlikçi prensipleri merkezine alan normatif bir anlayışın uygulandığı anlamına gelmez. Güçlü Kuzey kalkınma partnerlerinin daha doğru ve ahlâklı bir yaklaşım olduğu için farklı işbirliği modellerine yönelmiş olduklarını destekler nitelikte elimizde veri olduğu da söylenemez. Aksine reelpolitik bir yaklaşımın söz konusu olduğunu düşünmek için daha çok neden bulabiliriz. Zaten, her ne kadar bu eşitlikçi normatif retorik kendini zaman zaman özellikle uluslararası toplantılarda gösteriyor olsa da sahadaki oyuncuların aslında hiçbirisi son analiz noktasında böyle bir iddiada bulunmamaktadırlar. Aktörlerin tümü dünya sisteminde yaşanan yapısal dönüşümden kaynaklanan kapsayıcı topyekûn bir etkinin Uluslararası Kalkınma İşbirliği’ne yansımalarının farkındadır ve konuya rasyonel çıkar ilişkileri açısından bakmaktadırlar. Özetle, Kuzey ülkeleri perspektifinden bakıldığında Üçlü Kalkınma İşbirliği gibi modellerin denenmesi en basit ifadesiyle bir zarurettir. Dolayısıyla, konuya temkinli yaklaşmamız ve modelin artı ve eksilerini göz önünde bulundurarak bir sonuca varmamız daha sağlıklı olacaktır.
Kalkınma alanında tekil tecrübelere sahip olan küresel-Güney’in ve küresel-Kuzey’in Uluslararası Kalkınma aktörleri çoğu zaman kolay olanı yaparak kendi tekil perspektiflere körü körüne bağlı kalırlar. Bu düşünce tembelliğinin doğrudan bir sonucu yerel koşullardan desteklenen kendine has perspektiflerin kalkınma aktörlerinin söylemlerini büyük ölçüde domine ediyor olmasıdır. Dünya sisteminin eski düzenine takılıp kalmaktan kaynaklanan, birbiriyle bağlantılı iki tip yanlış soru sorma alışkanlığı bu duruma ilişkin ideal bir örnek olarak sunulabilir. Bu sorulardan birincisi genel olarak Güney-Güney İşbirliği’nin ve özel olarak da Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli’nin kalkınma alanına yeni ne getirdiğini sorgulamaktadır. Kalkınma alanının Kuzey partnerlerinden farklı formlarda bu sorunun ısrarla sorulduğunu görüyoruz. İkinci tip sorular ise genelde küresel-Güney ülkeleri tarafından sorulmaktadır ve bu sorular Kuzey bakış açısına göre zaman zaman paranoyaya varan, Güney bakış açısına göre ise tamamen tarihsel gerçekliğe dayanan, hegemonya karşıtı bir savunma refleksini içerir. Eğer son noktada Kuzey-Güney işbirliği formları tarafından kapsanacaksa, Güney-Güney İşbirliği modeli aslında var olan güç dengelerinin özünün değişmeden farklı bir formda ısrar ettiği anlamına gelmez mi?
Açıkça birtakım ön kabuller tarafından desteklenen ilk soru kendi cevaplarını daha soruyu sorarken zaruri olarak dayatmaktadır ve şu iddiada bulunmaktadır: Güney partnerlerinin tekil deneyimleri sadece yerel sınırların ötesine geçebildikleri, yani Güney-Güney kalkınma bakış açıları, geleneksel Kuzey-Güney işbirliği modellerini destekledikleri ölçüde anlamlıdır. Bu yaklaşıma göre, Güney-Güney modeli ya da Güney ülkelerine daha aktif rol veren diğer modeller, ancak Kuzey-Güney işbirliği tarafından bünyesinde toplanarak değerlendirildiği zaman anlamlı bir katkıda bulunabilir. Yani, Kuzey’in kendi tekil deneyimine bağlı olarak geliştirdiği ve evrensellik iddiasında bulunduğu kalkınma modeli bir üst kategori olarak muhafaza edilmelidir. Kalkınma İşbirliği tartışmalarına özgü gibi görünen bu durum aslında uluslararası işbirliğinin çeşitli formlarında çalışmış kimselerin hepsinin malumu olan güç dengeleriyle ilgili bir konudur ve akla ister istemez hegemonya tartışmasını getirir.
İkinci soruyu şu şekilde açmak mümkündür: Eğer ortak amaç elle tutulur yeni bir işbirliği modeli önermekse, yani kalkınma aktörlerinin tümü tekil tecrübelerinin hepsini bir araya getirip tikele dayanan analitik bir çerçeve kuracaklarsa, daha sonra da bu bakış açısı sahada uygulanacaksa, bütün bu tekil perspektifleri tikele öteleyerek bir araya getirmenin Kuzey’in keyfî evrenselciliğinin ötesinde daha eşitlikçi bir modeli bulunamaz mı? Bu soruya tatmin edici bir cevabın bulunması fevkalade önemlidir. Zira bu soru düşünürlerin ampirik realiteden bağımsız olarak meta seviyede kendi kafalarının içerisinde yarattıkları sanal bir konuyla ilgili değildir. Konu tamamen içersinde yaşadığımız, hızla değişen ve çok merkezli bir hale gelen dünya sisteminin meşru bir şekilde nasıl algılanacağı ve yönetileceğidir. Bu açıdan bakıldığında, aslında küresel-Güney’in kalkınma aktörlerinin hegemonik gördükleri eski modelleri eleştirme konusundaki çabaları, kolonyal geçmişte yaşanmış mutlak tahakküme duyulan öfkenin çok ötesine geçen analitik bir tutumdur.
Uluslararası Kalkınma İşbirliği alanındaki Kuzey ve Güney aktörlerinin perspektifleri her ne kadar kendi tekil tecrübelerine dayansa da, bütün bu kalkınma aktörlerinin topyekûn bir şekilde Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli’ni benimsemiş olduklarını görüyoruz. Bu durumdan doğrudan çıkarılacak bir sonuç, bu iki tip sorunun diyalektik vazifelerini yerine getirdikleri ve tartışmanın başka bir seviyeye taşındığıdır. Bunun temel nedeni, Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli’nin çeşitli adlarla anılan fakat topluca post-okullar olarak adlandırabileceğimiz eleştirel düşünce okullarının gayretlerinden gerekli dersleri çıkarmış olmasıdır. Güney aktörleri tarafından hegemonya karşıtı bir model olarak neo-kolonyal çabalara karşı eşitlikçi bir çözüm gibi algılanmaya başlanan Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli, Kuzey aktörleri tarafından da etkili stratejik bir araç olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla, Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli çok merkezli bir dünyada Kuzey ve Güney aktörleri bakış açılarını özgürleştirdikleri zaman pratiklerin nasıl gerçekleşebileceğine dair bizlere bir laboratuvar ortamı sunuyor olabilir. Tam da bu nedenle ilgimizi hak etmektedir.
Çok merkezli bir hale gelen dünya sisteminin nasıl okunması gerektiği günümüzün en önemli sorularından birisidir. Böylesi temel bir soruya aceleci cevaplar vermemiz yarardan çok zarar getireceğinden, küresel dönüşümün nasıl olgunlaştığını yakından takip etmemiz, Üçlü Kalkınma İşbirliği Modeli gibi temsil gücü olan ampirik örnekleri tespit etmemiz ve meta seviyede kendimizi yitirmeden sorularımıza tatmin edici cevaplar aramamız gerekmektedir.