Kahire uçağında yanımda oturan Mısırlı genç adama yönelttiğim, "Neler oluyor" sorusuyla başlayan ayaküstü sohbet, az sonra uzun sürecek bir monoloğa evriliyor. Darbeden bir gün önce, Kahire semalarındayız. Hasan'a göre, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin çözüm getirememiş olmasından dolayı "sonunu getirecek" iki ana mesele var: Güvenlik ve ekonomi.
Hasan, devrimden sonra ülkesinde oluşan güvenlik zafiyetini anlatırken, aklıma üç ay önceki Mısır ziyaretim düşüyor. Gazze'ye gitmek için yol üzeri olması sebebiyle neredeyse 10 gün konakladığımız Kahire'de, mihmandarımızın defalarca "Sokağa çıkmamaya gayret edin" deyişini hatırlıyorum. Sebep? "Güvenli değil, yer yer çatışmalar devam ediyor. En önemlisi; polis yok!"
Hasan da, caddelerin tekinsizliğinden, eline kesici alet/silah geçenlerin sokaklarda kafasına göre 'racon' kestiğinden bahsediyor. "Tamam Mursi seçildi ama her şey sandık mı?" diye sorarken, askeri darbe ihtimalinden söz açmıyor. Yalnızca, Mursi'nin verilen sözleri tutmamış olmasından sitem ediyor.
Mısır'ın Müslüman Kardeşler tarafından desteklenen, sandıkla görev başına gelen ilk cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Hüsnü Mübarek diktatörlüğünün devrilmesinin ardından gerçekleşen düşük katılımlı seçimlerde yüzde 50 oy ile iktidara gelen bir lider(di). Darbeden hemen önce nabız yoklamak için gezindiğimiz Tahrir Meydanı başta olmak üzere, Mursi karşıtlarının sıkça dile getirdiği ise Mursi'ye oy vermeyen çoğunluğa tıkanan kulaklardı. Ki, diktatörlük sonrası Mısır halkının demokrasiyle imtihanı da aslında tam olarak burada başlıyordu.
Nilüfer Göle, İran devriminin hemen ardından Tahran'da sorguya alındığı günleri anlattığı yazısında (T24, 9 Temmuz), devrimin ülkesini daha iyi yerlere taşımak isteyen aydınlara değil, 'muhafızlara' teslim edildiğinden bahsetti. Göle'nin bu savı, Mısır'daki gelişmeler hakkında Hasan'ın söyledikleri ile örtüşüyor:
"İyi eğitimli, okur-yazar, aydın denebilecek entellektüel düzeye sahip birçok insanımız var. Hani, nerede onlar şimdi? Hiçbiri iktidarda değil. Ülkelerine dönerek burada hizmet verme şansı yakalayabilirlerdi."
Cumhurbaşkanı Mursi'nin bir yıllık iktidarında, ülkeyi -tecrübesizlikten de kaynaklı- yönetmekte sergilediği 'beceriksizlik', Tahrir'de muhaliflerin dillerine pelesenk olmuştu. Muhalif Hasan'ın iyi yönetişime sınıf perspektifinden bakan sözleri de, Batı'da eğitim görmüş orta sınıfın Müslüman Kardeşler iktidarında hak ettiği yeri bulamadığını anlatıyordu. Kendisi de orta sınıfa mensup olan Hasan, ülke çapında yaşanan sıkıntılardan şikayet ederken, iktidarda elitlerin safdışı bırakıldığını savunuyordu.
Ancak, 'ayak-baş' ayrımı yapanlar benzer bir şekilde Müslüman Kardeşler tarafında da vardı. Mısır'ın en köklü siyasi örgütü Müslüman Kardeşler'i destekleyenlerin, muhaliflerin protestolarına karşı toplandığı Adeviyye Meydanı'nda, büyük çoğunluğu erkek olan topluluk arasında üniversite mezunları hiç de az değildi. Adeviyye'deki Mursi destekçileri, Tahrir'in 'ayak takımı' olduğunu yineleyip duruyordu. Sınıf temelli ayrışmalar, 'devrimden sonra demokrasi' tartışmalarının hatırı sayılır bir bölümünü oluşturuyordu.
Mursi'nin istifasını isteyen muhaliflerin bir başka ortak tepkisi ise ülkenin 'İhvanlaştırılması'na idi. Müslüman Kardeşler'in temel sorunların çözümü için kapsamlı bir politika izlenmemesinden doğan yetersizlikleri bir yanda, devletin bütün kademelerinde kadrolaşarak bürokrasiyi ele geçirmeleri oldukça eleştirilen bir meseleydi. Özellikle Tahrir'in, İhvan hareketinin, siyaseti kendi çıkarları adına kullanmasına tepkisi hayli sertti.
Askerin, Mursi ve karşıtlarına uzlaşmaları için verdiği 48 saatlik müddetin sona erdiği saatlerde, Kahire sokaklarında ölüm sessizliği hakimdi. Dükkanlar kepenk kapattı, insanlar evlerine çekildi. Ordunun açıklaması beklenirken, koca şehir diken üstündeydi. Tahrir Meydanı yine coşkulu bir kalabalığa ev sahipliği yapıyordu. Ordunun insanlık dışı 'bekaret testi' uygulamasını savunmasıyla tanınan General Abdülfettah el Sisi'den beklenen açıklama nihayet geldiğinde, Mursi artık cumhurbaşkanı değildi. Tahrir, askerin yönetime el koymasıyla adeta kutlama alanına döndü.
Çok değil, bundan iki sene önce devrimi kutlayan kalabalık, şimdi havai fişekler ve lazer gösterileri ile seçimle görev başına gelmiş bir cumhurbaşkanının gidişini selamlıyordu. Avrupalı uzmanların televizyon ekranlarından, "30 milyon halkın sokaklara dökülmesinin ardından ordunun devreye girerek bir lideri alaşağı etmesi darbe değildir" iddiasını ateşli bir şekilde savunduğu dakikalarda, Tahrir de aynı fikirdeydi. Coşkulu muhalifler "halkın gücünü" bütün dünyaya 'yeniden' göstermiş olmanın mutluluğunu yaşarken, bir ağızdan haykırıyordu: "Darbeyi değil, ikinci devrimi kutluyoruz!"
General el Sisi'nin 'postmodern darbe' olarak da nitelendirilen açıklamasında, askerin amacının kontrolü ele geçirmek olmadığını defalarca vurgulaması boşuna değildi. Nitekim, darbenin ardından ilk gün, Sina Yarımadası'nda Mursi destekçisi Bedevi aşiretler ile yaşanan küçük çaplı çatışmaların haricinde, sakin geçti. Asker, sokaklarda yok denecek kadar azdı. Gündelik hayat olağan akışındaydı. Ancak, darbenin ardından tedirginlikle beklenen ilk cuma, benzer şekilde durgun geçmedi. Jetler gün boyu gövde gösterisi yaparak psikolojik tacizde bulunurken, askeri zırhlı araçlar cuma namazı için toplanan Müslüman Kardeşler'i çepeçevre sardı. Mursi destekçileri, basın-yayın organlarının sansüre uğramasından ve ordu tarafından başlatılan 'cadı avı' neticesinde yaşanan toplu tutuklamalara isyandaydı. Mursi istifa edene kadar evlerine dönmeyeceklerini dile getiren muhaliflerin yerini, Müslüman Kardeşler'in almasıyla işler bir anda tersine döndü.
Darbeden hemen önce sohbet ettiğimiz Mahmud bey, halkın taleplerinin yerine getirilmediğini belirterek, Mursi'nin hala istifa etmemiş olmasını eleştiriyordu. Mursi istifa ettiği takdire, destekleyeceği bir aday yoktu ama zaten önemli olan da bu değildi: "Adayımız yok. Liderimiz yok. Bu bir sivil hareket. Mursi bir gitsin, sonra halk ne istiyorsa o olur."
Bir sivil ayaklanma olarak başlayıp, ordu müdahalesi ile renk değiştiren gelişmeler, gidişatın ne yönde seyredeceği konusunda az çok ipucu vermişti. Ancak (şimdilerde her ne kadar bazı mecralarda askerin oynadığı rol sebebiyle tartışmalara sebep olmuş olsa da) devrim yapan Mısır halkının, esas talebinin ekmek, adalet ve demokrasi olduğunu unutmamak lazım. Bu noktada, darbe öncesi Cumhurbaşkanlığı konutu çevresinde düzenlenen Mursi karşıtı protestolara katılan Ahmed Osman'ın, halkın yönetimde aktif rol almasını istediklerini belirterek sarf ettiği sözleri hatırlatmakta fayda var: "Kanunları tek adam koymaz, halk koyar. Şu an ülkede bundan kaynaklı kriz yaşanıyor. İdare, halkın olmalı."