Otoriter Devletin Araçsal Modülü: TMSF ve Akşam Gazetesi

AKP hükümetinin kamu mimarisindeki en önemli uygulamalarından birisi mevcut üst kurulların[1] varlığını devam ettirmek ve yenilerinin kurulması için hukuki zemini teşkil etmek oldu. “İdari ve mali açıdan özerk” statüsünde kabul edilen ve doğrudan hükümete veya kabineye bağlı olmayan üst kurullar, kamu ve özel sektördeki pek çok kritik hizmeti ve ilişkiyi kontrol edebilecek yetki alanları ile donatıldı. Üst kurullar “kamunun küçültülmesi gerek” söylemleri eşliğinde mininal devlet/girişimci devlet/düzenleyici devlet kavramlarından ayrı düşünülemez araçlar haline geldi; bu araçlar, siyasi iktidar mantığının ve rejimin dönüşümünde ekonomik ve ideolojik zemini hazırlamaya dönük birincil roller üstlendi. Ne var ki, kendi zamanında üst kurulların sayısını arttıran AKP, kendisinden önce kurulmuş ve kendi eliyle kurduğu üst kurulların özerkliğine bile tolerans gösteremedi. 17 Ağustos 2011’de çıkartılan kanun hükmünde kararname ile 3046 sayılı bakanlıkların kuruluş esaslarını düzenleyen kanuna bir fıkra eklenerek üst kurulların bazıları kabine denetimine sokuldu. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nu Bülent Arınç, Telekomünikasyon Kurumu’nu Binali Yıldırım, Sermaye Piyasası Kurulu’nu ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nu Ali Babacan, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nu Taner Yıldız, Kamu İhale Kurumu’nu Mehmet Şimşek, Rekabet Kurumu’nu Hayati Yazıcı, TAPDK’yı Mehdi Eker’in denetlemesine karar verildi.[2]

EKONOMİK-İDEOLOJİK KEŞİF

Üst kurulların kurulması gerçekte AKP’nin bir tesadüfî keşfi (chance discovery) değildi. Türkiye’nin uluslararası kapitalist işleyiş içerisinde kamu aracılığıyla piyasa ilişkilerini daha kolay entegre edebilmesi ve düzenleyebilmesi için küresel koşullar tarafından sermaye mantığınca dayatılan, AKP öncesine uzanan, dışsal bir zorunluluk idi. Nitekim AKP siyasal iktidarını perçinleyecek bir mekanizma olarak gördüğü üst kurulların varlığını sorgulamadı; ta ki 2011 genel seçimleri arifesine kadar. Başbakan Erdoğan’ın ve dönemin başbakan yardımcısı Babacan’ın seçim süreci esnasındaki “kurumların başarısız olduklarında siyaseti sebep olarak gösterdiklerini” ifadeleri, AKP’nin üst kurullarla kurdukları gerilimli ilişkiyi yansıtıyordu. AKP’nin pek çok devletin ideolojik ve baskı aygıtını kullanarak her kuruma ve ilişkiye müdahale etmeye çalışması şaşırtıcı değildi. Ancak “idari ve mali açıdan bağımsız” üst kurullardan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF) sicili, AKP’ye ve Türkiye’deki devlet modeline ilişkin pek çok izdüşümü içerisinde barındırıyordu.

Öncelikle “yaptırım gücünü ise ülke mevzuatına dayalı hukuk kurallarından almaktadır.” şeklinde belirtilen, resmi olarak 1983 yılında kurulmasına karşılık, nihai tüzel kişiliğine “5020 sayılı Bankalar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” ile kavuşan TMSF, şuan için en kritik ekonomik ilişkileri düzenleyen kurumların başında gelmektedir. 2003 yılında sıkça tartışılan Kamu Yönetimi Reformu kapsamında yönetişim mantığının[3] bir ürünü olan ve bu mantığın “şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık” jargonuna uygun tasarlanan TMSF, ilk başlarda devletin ekonomik aparatlarından birisi olarak piyasa ilişkilerinin rasyonalitesini sağlamakla görevli kılınmıştı. Bir önceki cümlenin yükleminde geçmiş zaman kullanıyoruz çünkü zaman içerisinde TMSF, AKP’nin ileri demokrasi sürecinde devletin bizatihi yapmaktan çekindiği hukuksal operasyonlar için araçsal kurumu haline dönüştü.

TMSF’nin ekonomik bir aparattan ideolojik bir aparata dönüşen salınımlı seyrinde en önemli icraatı, medya kuruluşlarına el koymak oldu. Hükümetin yörüngesi dışında kalmak isteyen yahut tamamen çekim alanına girmek istemeyen medya kuruluşları/holdingleri için TMSF, havucu çıkartılmış bir sopa olarak devletin ekonomik-hukuki zoru olarak işledi. Duruma göre kimi borçlu medya patronlarının borçlarını yapılandırdı, duruma göre yapılandırmayı askıya alarak kuruluşlara el koyarak onları doğrudan hükümet güdümüne yerleştirdi. Ekonomik aygıttan ideolojik aygıta helezonik bir ilerlemeden bahsetmemizin nedeni tam da burada açığa çıkıyor; idari açıdan özerk bir üst kurul olan TMSF’nin el koyduğu şirketlerin başına ya AKP’li isimlerden birileri getirildi ya da AKP’ye yakın işadamlarının şirketlerine satıldı. Böylelikle medya öğeleri aracılığıyla AKP’nin içerisinde olduğu hegemonya projesinin bileşkesindeki kimi boşluklar doldurulamaya çalışıldı.

MEDYANIN HÜKÜMDARI KİM?

AKP’nin TMSF gibi kurumlar aracılığıyla “hür teşebbüs” mottosunu askıya almasını anlamaya çalışmak için Nicos Poulantzas’ın “otoriter devletçilik”[4] kavramsallaştırmasına bakabiliriz. Hepsini burada yazmaya imkan bulunmamakta ancak medya kuruluşlarının önemi otoriter bir devlet için şundan kaynaklanmaktadır: Klasik teknokratik ve burjuva-liberal meşruiyet biçimlerindeki dönüşüme paralel, popülist rıza teknikleri hem kamu hem de özel sektör içerisinde güçlenmeye başlamıştır. Araçsal akılcılık çerçevesinde kamu hizmetlerinin piyasadaki iş-alışveriş ilişkisine indirgendiği bir ortamda rızayı ve siyasal meşruiyeti sağlamak için kitle iletişiminin ve medyanın öne çıktığı süreçte, devlet, otoriter devletçilik modelinin özelliklerine uygun olarak telekomünikasyon ve haber ağları üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışır. Bu aynı zamanda kültürel hegemonyanın tesisinde önemli bir yer tutar. Bu süreçte medyanın hâkimiyeti gerek yatırım teşvik paketleriyle, gerekse hukuksal imtiyazlarla geniş erişim alanlarına kavuşur ki, hükümetler bunu kontrol etmeye çalışır. İşte AKP’nin, kendi dönemselleştirmeleriyle, çıraklık döneminden itibaren medyaya ağırlık verme nedenleri arkasında bu durum yer almaktadır ve medya ekonomik bir getiri kapısıdır da. Ancak siyasal meşruiyeti örgütleme/koruma misyonu, AKP için dana önceliklidir.

Otoriter devlet, tüm bu süreçlerde söylemsel formasyonundan “özgürlük, hür irade, çoğunluğum temsili” kavramları dışlamaz. Aksine hukuksal ya da ekonomik zor biçimindeki tüm uygulamalarını bu söylemleri iğdiş ederek tekrar dolaşıma sokar. “Formel özgürlükler”, yani konumuz bağlamında özel ve tüzel kişilerin haber alma ve yayma hakkı, tamamen devlet kontrolünde gerçekleştirilmeye çalışılır ve “demokratik söylemlerin” yaşayabilmesi için çıplak devlet zoru yerine hukuki (legal) otoriteryanist[5] modüllerle, yasal karşılıkları bulunan, görev ve yetkileri bir hukuki metinle düzenlenmiş kamu kurumları ve üst kurullar işe sürülür.[6]

TMSF’nin otoriter devlet aparatları içinde sayılabileceğini gösteren medya kuruluşları ile olan ilişkisini özetleyelim: Çağlar Grubu bünyesinde yayın yapmakta olan Olay TV ve radyosu; Aksoy Grubuna ait CINE 5, Gala TV, Maxi TV ve Nostalji radyoları; Uzanlara ait Star TV; ATV-Sabah grubu; son olarak SHOW TV, Akşam gazetesinin de aralarında olduğu Çukurova Grubuna ait Digiturk, Skyturk, Güneş Gazetesi ve Alem FM’e el konuldu. Şuan için satışı gerçekleştirilmemiş olanlar hariç, TMSF’nin ekonomik istatistiklerinden görüleceği üzere 1 milyar 574 milyon dolar satış geliri elde edilmiştir.[7] Medya el koymaları ve satışlarında en çok dikkat çeken iki işlem vardır: Aralık 2007 tarihinde ihaleye çıkan, ATV-Sabah Ticari ve İktisadi Bütünlüğü, 1 milyar 100 milyon dolar karşılığında hükümetle ve başbakanla yakın ilişkisi herkes tarafından bilinen Çalık Holdinge ait Turkuaz Radyo TV Gazetecilik ve Yayıncılık’a satıldı. CINE 5 ise Katar merkezli yayın kuruluşlarından El Cezire’ye 40 milyon dolara satıldı.

Çukurova Grubunun durumu için muamma sürüyor. Grup Başkanı Mehmet Emin Karamehmet daha önce de borçları nedeniyle TMSF’nin gündemine gelmişti. Pamukbank’ın sahibi olduğu dönemde TMSF’ye 1 milyar 650 milyon dolar borcu olan Karamehmet, Yapı ve Kredi Bankası ile Turkcell’in % 27’sinin satışından elde ettiği geliri yine TMSF’ye borçlarını kapatmak üzere ödedi. Bu süreçte ilginç olan TMSF’nin mevcut borç yükünü düzenlemesi, Karamehmet için borçları vadeye yayan bir ödeme planı/takvimi çıkarmasıydı. Şimdi ise benzer bir süreç işletilmek yerine kuruluşlarına doğrudan el konuldu.

Ekonomi ve siyaset arasındaki dolayımlanma ilişkisinin cisimleştiği anlardan birisi burada başlıyor. Çukurova grubuna bağlı SHOW TV’nin ana haber bültenini sunan anchorman Ali Kırca yerine Kanal 7’den Erhan Çelik getirildi. Bu önemsiz gelebilir. Akşam gazetesi özelinde düşünürsek tablo netleşiyor: Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya yerine 23. dönem AKP’den milletvekilliği yapmış ve Star Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Mehmet Ocaktan getirildi. Akşam’ın yazıişleri Müdürlüğüne Star Gazetesi’nde aynı görevi yürüten Murat Kelkitlioğlu’nun getirilmesi planlanıyor. Akşam’dan devam edersek, Gezi Parkı süreciyle ilgili Dolmabahçe Camii’ne ilişkin hükümetin açıklamalarını yalanlayan bir yazı yazan muhabir Gürkan Hacır işten çıkarıldı. Hükümetin dış politikasını destekleyen yazılar yazmış, Suriye sorunu ile hükümetin proaktif dış politikasını eleştirmeye başlamış gazeteci Hüsnü Mahalli de görevinden alındı. Bunların dışında pek çok istifa ve transferler yaşandı. “Akşam’ın Ak’laştırılması” olarak yorumlanan bu süreçte, gazetenin bağlı olduğu Çukurova Medya Grubunun TMSF tarafından el konulması sonrası akıbetine ilişkin çeşitli senaryolar üretildi. Ancak komplo teorilerinden kaçınarak odağımızı hegemonya projesi bağlamına çevirdiğimizde TMSF’nin merkez medya üzerindeki operasyonunu rahatlıkla gözlemleyebiliriz.

MERKEZ MEDYA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM VE EPİLOG

Otoriter devlet modelinde ideolojik devlet aygıtlarındaki hâkimiyetin, kitlesel rızayı sağlama, kitleleri seferber kılma, tabandan gelen muhalefeti izole etme gibi işlevler eşliğinde medyaya geçtiği bir dönemde “merkez medya” açıktan müdahale sahası haline geldi. Gazetecilikte kullanılan “amiral” tabiriyle değerlendirilen “merkez medyada” yer alan basın yayın kuruluşları, çoğunlukla yandaş profilinden ziyade “objektif”lik düsturuna tutunmaya çalışmışlardır.

AKP dönemine kadar medya patronları koalisyon hükümetlerinin siyasi farklılarından yararlanarak kimi çıkarlarını maksimize etmişler; ihalelere girmişler, pastadan pay almışlar ama daha da önemlisi koalisyon halindeki partilerin kısa vadeli uzlaşmazlıklarından yararlanarak kendi konumlarını garantilemeye çalışmışlardır. Elbette bu tespit, reytingleri ve tirajları on binlerin üzerindeki, kimi zaman hükümetlere göz kırpan, kimi durumlarda “nesnel” imajı çizmeye çalışan merkez medya için geçerlidir. Pek çok ekonomik ve siyasi avantajdan yararlanılmak istenmesinin altında ise merkez medya patronlarının aynı zamanda sanayi, ticaret ve finans-kapital patronu olması yatmaktadır. AKP ile birlikte medya-iktidar ilişkinin düzleminde kaymalar yaşanmaya başlamıştır. Koalisyonlar yerine tek partinin mecliste çoğunluğu yakalaması, “tekil ve şahsileştirilmiş” düzenlemelere imkân tanıyan yürütmenin aşırı güçlenmesi, mali ve hukuki kaynakların kontrolünün ve zor kapasitesinin tek partiye bağlı/bağımlı kılınması, medyanın merkezinde kalmak isteyenleri baskılamaya başlamıştır. TMSF’nin Gezi sürecinde eylemcileri destekleyen köşe yazılarına ve haberlere yer veren Akşam gazetesi üzerindeki hükümet-bazlı operasyonunu ancak buradan anlamlandırabiliriz. Aksi takdirde Çukurova ve diğer medya kuruluşlarına el konulması basit bir ticari işlem/siyasa olarak olağanlaştırılmaya, daha da önemlisi hükümetin söylemlerinde ne kadar kozmopolit görünümünü korumaya çalışsa da kitle iletişim alanında kurmak istediği monolitik yapıyı kanıksamamıza neden olur. Aslında bu tam da kapitalizmin ruhunda olan ekonomik ve siyasi ilişkileri kompartımanlaştırmasından kaynaklanan bir durumdur. Ne var ki, otoriter devlet siyasalarının üst kurulları yönetişim zihniyetine uygun kodlama girişimleri açıktan el koyma pratiklerini nedeniyle boşa düşmekte; ilgili ilişkilerin kompartımanlaştırılmasının gizemini dağıtmaktadır.

Bu durumu netleştiren epilog niteliğinde örnekler vermekte fayda var. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç Nisan ayında katıldığı bir törende kalabalık içerisinden birisi ile gerçekleştirdiği medya üzerine sohbette, kişinin “ama niye, medya da sizin elinizde” cümlesine, “henüz hepsi değil daha bir kısmı” karşılığını vermişti.[8] Bunu ister Freudçu dil sürçmesi olarak bilinçdışının tecessümü diyelim, ister muktedirliğin bir parçası olarak siyasal cüretkârlık diyelim, olmakta olan bir durumu özetlemesi nedeniyle TMSF’nin ve hükümetin medyaya bakışını özetlemektedir. Kılıç’ın elinde tuttuklarını varsaydığı medya kuruluşlarının nereye denk düştüğü, ne tür söylemlerin üretildiği/türetildiği, Akşam gazetesinin yeni köşe yazarlarının bazılarının yazılarında görülebilmektedir. Akşam gazetesi özelinde düşünüldüğünde, merkez medyada yer alan bir gazetenin köşe yazılarında gözlemlenebilen nesnel-mesafeli-nötralleştirilmeye çalışılmış dil değişmeye başlamıştır. TMSF müdahalesi sonrasında köşe yazılarında başbakana, AKP’ye övgü ve methiyeler düzen, istikrar söylemini ve gidişatını bozacak kişi ve kurumlara pejoratif sıfatlandırmalar yapan, AKP’nin mağduriyet döneminde sıklıkla kullandığı siyasi argümantasyonun “vesayet”, “darbeciler”, “derin devlet” söylemler ile yeniden canlandırıldığı yazılar yazılmaya başlamıştır. Yeni üç yazardan örnekler:

Mehmet Ocaktan, “Tahrir, bizim darbecileri pek heveslendirdi”: “…Gezi eylemlerinde gençlerin arkasına saklanarak, millet iradesine karşı atışa başlayan, vandalizim görüntüleri sergileyen, sandıkta değil meydanlarda hükümet yıkma hevesine kapılanlar, küresel medyanın kanatları altına sığınarak Taksim’den Tahrir icat etmeye çalıştılar. Şimdi, bizim bütün liberal solcular, ulusalcılar, devrim heveslerini tatmin edememiş kifayetsiz solcular, Tahrir’de demokrasiye karşı ‘darbe ateşi’ yakanları görünce, adeta sevinçten havalara uçtular, ağızları kulaklarına vardı.”[9]

Kurtuluş Tayiz, “Gezi, Lice ve beyaz Türkler”: “Gezi’de “haysiyet savaşı” verildiğini savunan solcu ve beyaz liberaller; kusura bakmayın ama bunun, içine girdiğiniz haysiyetsiz ilişkileri örtebileceğini hiç sanmıyorum. Kapalı kapılar ardında iş tutanların, şebeke halinde seçilmiş hükümete karşı tertipler hazırlayanların, sokağın gücünden faydalanarak Başbakan’ı devirmeye girişenlerin demokratik meşruiyeti olamayacağı gibi haysiyeti de olamaz.”[10]

Yasemin Nak, “Ben bu yeni Türkiye’yi istiyorum”: “Ben oğlumun geleceği adına rahatım. Bu ülkede güzel şeyler oluyor. Her ne kadar birileri sürekli gerilim sahneleri planlasa bile Türkiye’yi ekonomi, sağlık, yatırım, ulaşım, bilim, spor ve buna benzer birçok konuda dünyanın önemli ülkeleri arasına sokmaya, Türkiye’nin marka değerini yükseltmeye kararlı lider var: Recep Tayyip Erdoğan. Ben bu Türkiye’yi istiyorum!”[11]

TMSF aracılığıyla Akşam dâhil merkez medya üzerindeki kuşatma ve baskılama operasyonu, otoriter devletin “kriz” durumuna işaret etmektedir: Otoriter devletçilik, siyasetin akışının tıkanması, kurumsal yapıların deformasyonu, partilerin temsil krizine ve üretilen siyaset/kamu hizmeti dilinin nüfuz etme kapasitesinin yitimine; devlet iktidarının ve aygıtlarının meşruiyet krizine gönderme yapan bir kavramdır. Medyanın devletin otoriterleşen yüzünü maskelemedeki önemi kadar, siyasal temsil ile meşruiyet krizlerine yönelik palyatif söylemler geliştirmesi hükümet için vazgeçilmezdir; bu nedenle “özgür medya” üzerindeki “idari ve mali özerk” kurumların ekonomik-hukuki yaptırımları biçimsel olduğu ölçüde, otoriteriyanizmin sureti de bulanıklaşacaktır. Elbette söz konusu durum, otoriterliğin hangi raddeye kadar kurumları ve ilişkileri esnetebileceğiyle yakından ilişkilidir.


[1] Sonay Bayramoğlu, Yönetişim Zihniyeti, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010; sf. 239 vd.

[2] “Özerk kurullara bakan denetimi!”, http://www.dunya.com/ozerk-kurullara-bakan-denetimi-130881h.htm

[3] Filiz Zabcı, Dünya Bankası: Yanılsamalar ve Gerçekler, Yordam Kitap, İstanbul, 2009; sf. 55 vd.

[4] Nicos Poulantzas, Devlet İktidar Sosyalizm, çev. Turhan Ilgaz, Epos Yayınları, Ankara, 2004; sf. 253 vd.

[5] Bu kavramın izahatı için Andreas Kalyvas’ın The Stateless Theory: Poulantzas's Challenge to Postmodernism makalesine bakılabilir.

[6] (ed.) Stanley Aronowitz and Peter Bratsis, Paradigm Lost State Theory Reconsidered, University of Minnesota Press, London, 2002; sf. 129, 130 vd.

[7] TMSF Yıllık Raporlar - http://www.tmsf.org.tr/yillik.rapor.tr

[8] “Suat Kılıç: Medyanın hepsi henüz elimizde değil”, http://www.odatv.com/n.php?n=medyanin-hepsi-henuz-elimizde-degil-0805131200

[9] http://www.aksam.com.tr/yazarlar/tahrir-bizim-darbecileri-pek-heveslendirdi/haber-221718

[10] http://www.aksam.com.tr/yazarlar/gezi-lice-ve-beyaz-turkler/haber-221717

[11] http://www.aksam.com.tr/yazarlar/ben-bu-yeni-turkiyeyi-istiyorum/haber-221715