Birgün Kitap’ın ilk sayısındaki yazımda Süleyman Demirel’in “hallerini” konu etmiştim. Bilgi Yayınevi tarafından 1999-2003 yılları arasında yayımlanan, Cüneyt Arcayürek’in 11 ciltlik Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler dizisindeki beyanlara, diyaloglara, izlenimlere dayanarak. “Sabrınız ve ömrümüz olursa, bu kitap dizisini didiklemeye devam edeceğim” diye bağlamıştım yazıyı. İşte şimdi, uzun ömürler dilediğim okurların sabrını bir defa daha yoklayacağım.
Uzun ömürlerden söz etmişken… Kasım başında Demirel 82. yaş gününü kutladı. Bu arada, -çok zaman olduğu gibi yine Yavuz Donat vasıtasıyla- ordunun siyasete müdahalesine mani olmak gerektiği gibisinden pek “enteresan” açıklamalar yapmayı sürdürüyor!
Bense bu yazıda, Arcayürek’in kitap dizisinde, Demirel’in Kürt meselesine yaklaşımının izini süreceğim. (Söz konusu kitap dizisinden alıntıları, parantez içinde cilt ve sayfa sayısını vererek belirtiyorum.)
Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler’de, Demirel’in Kürt meselesine yaklaşımımın, 1980’lerin ortalarından 1990’ların sonlarına kadar izlediği seyri izleyebiliyoruz. 1991’de Başbakan olana dek, Özal’ı tavizkarlık ve ciddiyetsizlikle itham eden gayet katı bir tutumu var. Başbakanlığı döneminde, ihtiyatlı bir reformcu dil kullanıyor. Cumhurbaşkanı olduktan sonra ise, “terörü bitirmek”ten başka lâf ettirtmiyor. Özetle, böyle. Şimdi biraz teferruata bakalım.
Dikkate değer bir nokta, Demirel’in, en katı tutum aldığı devrelerde bile, aslında orada bir sorun olduğunu bildiğini belli etmesi. 1997’de bir sohbetinde kısa ama öz ikrar ediyor: “Cumhuriyet hiç başarılı olamamış orada” (11/278). 1990’ların başındaki göreli ılımlılık, iyimserlik günlerinde, şöyle geçiştiriyor: “Tek parti dönemlerinde yanlış doğru bir şeyler olmuştur. Bölünme kuşkusundan doğan birtakım kaygılar olmuştur.” (5/273) Türk devlet geleneğinin ‘travmayla baş etme’ politikasının şiârı bu değil midir zaten? “Yanlış doğru bir şeyler olmuş…” işte! Başka bir vesileyle, Cüneyt Arcayürek’in Kürtçülüğün gemi azıya aldığı meâlindaki ajitatif sözlerini “dikkatle dinlerken” şu şerhi düştüğünü okuyoruz Demirel’in: “Fakat Atatürk milliyetçiliği de çok katıydı” (8/283).
Erken Cumhuriyet döneminde yapılan “yanlış doğru bir şeyler”i konu ederken, tatlı tatlı etnik dedikoduya da girmiş Demirel. Mesela şöyle anlatıyor: “Atatürk ve Mareşal Çakmak oturmuş, konuşmuşlar. Tunceli’yi temizlemek lazım geldiğine karar vermişler. İnönü’nün temizlik yapmaya fazla istekli olmadığını bildiklerinden Celal Bayar’a sormuşlar: ‘Yapar mısın?’ Celal Bey bize anlattıydı. ‘Yaparım’ demiş. Girişmişler. İsmet Paşa’da bir parça Kürt kanı vardı. Erdal Bey de bir-iki kez ‘Bizde de belki biraz Kürt kanı vardır’ dedi.” (8/81) Ecevit’in de büyükbabasının Kürt (Tunceli) kökenli olduğunu zikrediyor yine lâf arasında (8/166).
Türk devlet geleneğinin ‘travmayla baş etme’ usûlü nasıl nisyanla geçiştirmekse; reform yapma usûlü de, esas meselenin etrafından dolanarak, adını koymadan, “mış gibi yaparak” yapmak… Demirel’in Kürt kimliğiyle ilgili tarifi, bu tavra uygun: “’Ben Kürdüm’ diyene, ‘pekâlâ sen Kürtsen Kürtsün’ diyelim. Yani, ben Kürdüm diyene ‘Hayır sen değilsin’ gibi bir ısrarda bulunmayalım. Benim dediğim Kürt kimliği budur.” (6/63)
Ateşkes-barış-af tartışmaları vesilesiyle söyledikleri ise, tüm zamanların en müthiş Demirel sözleri arasına girmeyi hak ediyor: “Kan döken insanlar ‘Biz kan dökmekten vazgeçtik’ derlerse, ‘İyi yaptınız, alın size bir mükâfat verelim’ denmesi mümkün değil. Kan döken insanlara ‘Aman vazgeçmeyin, kan dökmeye devam edin’ demek de mümkün değil. Kan döken insanlar bundan vazgeçerlerse, bu iyi olmadı demek de mümkün değil.” (4/269) “Tavizkârlığa” karşı çıkarken buna ufak bir doz hayırhâhlık katmayı ihmal etmiyor. “Mümkün değil”lerle, usul usul “imkânları” da yoklayan bir dil!
Cumhurbaşkanlığı döneminde, Demirel’in benimsediği esaslar açık: “Askerin elini ayağını soğutmamak”, “terörü birinci mesele olmaktan çıkarmamak”, “demokrasi ülkeyi bölüyor noktasına getirmemek”… Kürt meselesinin dolaysız çağrışımı olarak “Batı’nın Sevr’i hortlatmak” istediği motifini birkaç yerde zikrediyor. 16 Mayıs 1995’te Cumhuriyet gazetesinden gelen gazetecilerle konuşurken şöyle söylemiş: “Bakın, Türkiye’nin parçalanma korkusu yoksa, neden ülkenin bölünmez bütünlüğü üzerine yemin ediyoruz? (…) Demek ki Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden birtakım tarihî şartlar olagelmiş. Zaten büyük bir imparatorluk dağıtmış Türkiye; Osmanlı Devleti bölünmüş. 25 tane devlet çıkmış orta yere, 2 tanesi çıkamamış. Bir tanesi Kürt devleti, bir tanesi Ermeni devleti. Rusya’nın dağılmasından sonra Ermeni devleti çıkmış, bir tane kalmış.” (8/344)
Demirel’in “terörle mücadele”ye koyduğu hudutlar, olabileceklere, “istenebileceklere” ve tabii aynı zamanda “geçmişte olan yanlış doğru birtakım şeylere” dair tasavvurlarını da gösteriyor: “‘Bakın paşalar’, dedim, ‘1- Takrir-i sükun kanunu çıkarttırmam. 2- İstiklâl mahkemeleri kurdurmam. 3- Tehcir olmaz.” (8/81)
DEP’li milletvekillerinin gözaltına alınmasından “rahatsızlık” beyan ediyor ama hiçbir girişimde bulunmuyor (6/482 vd.). “Bunlar Mehmet Ağar’ın başının altından çıkıyor” diyor (6/488), zaten Ağar’dan hep rahatsız. Onunla da ilintili olarak, Özel Tim’le ilgili kaygıları var: “Özel tim enfekte. Adamların bir elinde Kur’an, bir ellerinde ya RP ya MHP. Enfekte bunlar.” (8/443) “Özel Tim’e bazı şeyleri yaptırırsın ama Özel Tim sonra senin başına çıkar’ dedim. (…) Yeniden Yakup Cemil’ler çıkarırsınız.” (10/460)
1990’ların ortamında, Kürtlere yönelik bir kırım tehlikesinden kaygılandığını okuyoruz Demirel’in (8/82). En büyük tehlike olarak bunu görüyor. “Türk milliyetçiliğini ayağa kaldırıyor bu iş” diyor, “her yerde Bozkurtların görüldüğünden” endişeyle bahsediyor (10/114).
O müthiş sözü tekrarlayarak bitiriyorum: “Kan döken insanlar ‘Biz kan dökmekten vazgeçtik’ derlerse, ‘İyi yaptınız, alın size bir mükâfat verelim’ denmesi mümkün değil. Kan döken insanlara ‘Aman vazgeçmeyin, kan dökmeye devam edin’ demek de mümkün değil. Kan döken insanlar bundan vazgeçerlerse, bu iyi olmadı demek de mümkün değil.” Söyleyin, mümkün mü?
Birgün Kitap Eki, sayı 3