-Mış Gibi Yapma

Üsküdar'ın eski mahallelerinden birinde kalabalık bir pazarın girişindeyiz. Deniz berrak ve lacivert; hava rüzgârlı ve soğuk. Üsküdar'ın bambaşka zamanlarını yansıtan cadde, sokak, çeşme, hamam, tekke ya da mezarlık isimlerine takılmazsanız, sıradan ve kalabalık herhangi bir İstanbul günü olduğu söylenebilir. İhtiyaçlar, benzer ürünler, benzer fiyatlar, pazarlıklar...

Açtığımız standın yanında ve çevresinde duruyor, etrafına bakınarak gelen insanlarla mümkün olduğunca konuşmaya çalışıyoruz. Kayıtsızca geçip gidenler, ellerimizdeki kâğıt parçalarının (referandum ve anayasa maddeleriyle ilgili broşürler) ne olduğunu anlamaya çalışanlar, ne dediğimize şüpheyle yaklaşanlar, buna göre ya "Kolay gelsin," "Hayır çıksa da bunlar rahat bırakmaz," diyenler ya da doğrudan hızlıca çekip gidenler, "Asla almam," diyenler, "istemiyorum"  anlamında kafa sallayanlar...

Düşündürüyor. Bedene içselleşmiş sembollerin önemi ve bazen ne dendiğinden daha belirleyici olduğu...

Çoğunlukla orta yaş grubunu oluşturan kadınların olduğu pazarda, özellikle genç kadınlarla konuşmaya çalışıyorum. 20'li yaşlarının henüz başlarında olan üç kadına yönelmemle kısa sürecek bir sohbet açılıyor. Genç kadınlardan biri; hafif kibirli ve alaycı biçimde düşüncelerini aktarıyor ama fikri sorulan pek çok kişi gibi zımni bir memnuniyet de göstererek. Daha en baştan kendini kapatmış ve her şeyi bildiğinden emin bir tavırla konuşuyor. Aynı yaşlarda benzer davrandığımdan olsa gerek bunlara hiç takılmadan devam ediyorum. Dikkatlice dinliyorum.

Net olarak söylenecek bir argüman duymak niyetindeyim. Önce benim neden "evet" demediğim soruluyor. Kısaca, toplumun büyük çoğunluğunun yok sayıldığından, yönetimde söz sahibi olamadığından, muhalif kesimlerin yakıcı biçimde hissettikleri eleştiri ve kaygılarından bahsediyorum.

Genel olarak iktidara taraf olan kesimlerden gelen benzer şeyler aktarılıyor: "Böyle bir şey yok, kim yok sayılıyor? Devletimiz ayrımcılık yapmıyor. Toplumun büyük çoğunluğu bunu istiyor." Bunun üzerinden biraz daha sohbet edince "İnsanlar konuşur zaten, onlara ne bakıyorsunuz, siz bugüne kadar yapılanlara bakın," cevabını alıyorum. Bu tutumla ilk karşılaştığımda da, o anda da şaşırıyorum.

Görmezden gelme ve inkâr.

Seküler kesimlerin, Alevilerin ve Kürtlerin yaşadıkları hoşnutsuzluk apaçıkken ve üstelik yaşamlarını etkileyen kaygıları tüm güçleriyle dile getiriyorlarken tüm bunları görmezden gelme ve inkâr...

Konuşmaya devam ediyoruz. Bu sefer biraz daha gergin bir tutumla ve bastıra bastıra "PKK'nın Hayır dediği yerde biz ne yapalım?" "Hollanda'nın, Amerika'nın yaptıkları ortadayken..." "Biz vatanımızı düşünüyoruz, böylesi daha iyi olacak." Konuşmaya devam ediyoruz fakat söylediklerimin çok açıkça çarpıtılması karşısında -iletişimin el verdiği sınırlarda- hafifçe sitem edip susuyorum, artık diyecek bir şeyim yok anlamında.

Sorunları ve sorumlulukları "dış güçlere/düşmanlara" atma. 

Burada kutuplaşma ve ayrımlar yoktan var edilen ve en önemlisi "öznesi" belli olmayan sorunlar olarak ifade ediliyor. Karışıklıklar -muhalif kesimlerin her türlü protestosu- ise dış mihrakların oyunlarına, Türkiye üzerinde eskiden beri süren gizli emellerine bağlanıyor. Fakat bölgedeki askerî operasyonlar da sınır ötesi operasyonlar da canı gönülden destekleniyor.

İktidara taraf olanlar nezdinde Türkiye'deki en önemli sorunlar  "ekonomi" ve "terör" [Kürt sorunu] olarak ifade edilirken aslında bunların abartılacak sorunlar olmadığı da belirtiliyor. Ülkenin "çok şükür bir Suriye gibi olmadığı" söyleniyor. Mevzu bahis devletin bekası olduğundan; yapılan "hata" ya da "yanlış"lar meşrulaştırılabiliyor; "yeni"ye giden yolda yapılan pek çok şey normal görülüyor. Yönetimdeki "tek"liğin ve "pratik"liğin yararlarına değiniliyor.

Rasyonel ve faydacı bir bakışın dışavurumu.

Bunlar iktidara taraf olan kesimlerdeki belirgin bir tutumu gösteriyor:  -mış gibi yapma hali. 

Suriye üzerine çalışan araştırmacı Lisa Wedeen, on dokuz yıl önce yayımlanan bir makalesinde, gündelik hayatta insanların tutumlarıyla ilgili -mış gibi yapma (acting as if) kavramını kullanır.[1] Fakat bizimkinden başka biçimde. Rejim, insanları gündelik hayattaki eyleyişleri ve söylemlerinde, Asad kültüne ve parti rejimine bağlıklarını "göstermeye" zorlamaktadır. Burada canı gönülden inanmak ya da desteklemek değildir mesela olan, öyleymiş gibi yapmak yeterlidir.

Bizde ise durumlar tersinden okunabilir. Burada karşısında -mış gibi yapılan taraf iktidar değil, toplumun diğer bir kesimi ve herkesin ortaklaşa yaşadığı sorunlar, büyük sorunlar.

İktidara taraf olan bir kişinin nasıl bir Türkiye hayali olduğunu söylediği sözler ise, -mış gibi yapma hali'nin ifşasını gösteren örneklerden biri oluyor:

"Ya eşitlik, herkesin huzur içinde yaşaması; savaşsız, kavgasız dövüşsüz, herkesin şeyine göre geçim, yani insanların birbirine ters bakmaması, böyle ne diyeyim yani güzellikler içinde yaşamak istiyoruz. "

 



[1] Lisa Wedeen, "Acting 'As If': Symbolic Politics and Social Control in Syria", Comparative Studies in Society and History, cilt 40, sayı 3 (Temmuz, 1998), s. 503-523.