Kadınlar Her Şeye Rağmen...

Kadınların ve çocukların mağduru olduğu şiddet hikâyeleri gazetelerden, televizyonlardan bir bir çoğalıp bize ulaşır ve bu çoğalmanın etkisiyle olağanlaşırken, bu sürece direnen bir fotoğraf karesi hafızalarımızda yer etmiş durumda: Kocasının şiddetine maruz kalan Ayşe Paşalı’nın morarmış gözlerini diktiği objektiften bize bakan hali. Bu bakışın buluştuğu gözlerde yarattığı çaresizlik ve ona eşlik eden hiddet duygusu bu olağanlaştırma sürecini tepe taklak edebilir. Bu tepe taklak etme isteğini derinden hissettiren kitaplardan biri de, Mavi Neşe’nin Soğuk Ses romanı.

Soğuk Ses halesini kaybetmiş, huzursuzluğun ve acının yeni anlamlarla şenlendiği bir evrende yıkıntıların arasından çıkan kadınların, çocukların, hayvanların sesine ses veriyor.  Bu sesi dinlemeye, ayak izlerini takip etmeye başladığımızda yolumuza çıkan Rilke’nin Cüzzamlının Şarkısı[1],kitabın aurasına alıyor bizi: Bak ve gör, terk edilmiş biriyim ben./ Adımı bilen dahi yok bu kentte, / Bir illete yakalanmışım, adına cüzzam denen./ Vuruyorum elimdeki tahtaları birbirine,/ Duyuruyorum bu hüzünlü işareti/ Yakınımdan geçip giden herkese./ Ve duyanlar bu tahta seslerini, dönüp bakmıyorlar bile, istemiyorlar / Öğrenmek, burada olup bitenleri. Mavi Neşe, yedi yıllık bir emeğin ürünü olan kitabını, kadın ve çocukların maruz kaldığı cinsel saldırılar karşısında çabucak çevrilen başlara inat, cinsel saldırıların açtığı yaralara bakarak, buradaki hikâyeleri birleştirerek, bu ortak hikâyenin bir parçası olduğumuzu dile getirerek örüyor.

Bu kadim ve ortak hikâyede bir bar, bir sebze restoranı, bir çay evi arasında örülen evrende kadınların isimleri ve hikâyeleri belirmeye başlıyor. Kameralı adamın iktidarına rest çeken, her ne kadar biçare bir vaziyette olsa da diğer kadınların el verdiği Kameralı Kadın diğer kadınların; Kapıcı Latife, Barcı Kerime, Tavuk Adalet, Sebzeci Arife, Doktor Nezaket Temizlikçi Neşe ve Reşya Işık’ın hikâyelerini kaydediyor, kendi hikâyesini tamamlayarak. Tüm bu kadınlar, farklılıklarına rağmen aynı kız kardeşlik hukukunu, aynı mağduriyeti paylaşıyorlar. Bu kadınların hikâyeleri birer iç konuşma olarak karşımıza çıkıyor ve iç konuşmaların tüm zenginliğini, tüm sınır tanımaz, ele avuca sığmaz doğasını yansıtıyor. Kadınların dikiş tutmayan yaralarının açtığı öykülerden çıkan bu iç konuşmalar, derinliğiyle bizim öykülerimizle, evrensel olanla karışıyor.

Kapıcı Latife, apartmanın bodrum katından seyrettiği bir ömrü bir güne sığdırıyor. Kuşluk vaktini hiçbir kafesin yakalayamayacağı uçuş uçuş çocukluk ve çocukların bitmek bilmeyen soruları olarak tarif ederken, öğleni kızgınlıklarla dolu gençlik yıllarına benzetiyor; akşamı zamanın ilerlemesiyle gençlik yıllarının yavaş yavaş ağardığı zaman olarak ve nihayete eren bir hayatı gece olarak resmediyor.  Barcı Kerime insanoğlunun hazin hikâyesindeki ortaklığı anlatırken, bir yanda hanımefendilerin ve beyefendilerin tüm ciddiyetleri içindeki gülünçlüklerini, diğer yanda hiç umut taşımadıkları halde belki çocukları uğruna çabalayanların çaresizliklerini, ne kadar anlatmaya çalışsa da derdini anlatamayacak olanların hikâyesinin acısını doluyor diline. Ve belki de içlerindeki en sert mizaçlısı olarak zulme uğramamak için direnmek gerektiğini salık veriyor bilgece. Peki, çocuklara kıyan efendilere ne olacak diye sorduğunda kadınların birliği cevabını veriyor. Tavuk Adalet sebebinin bir tecavüzcü olduğunu söylüyor ve bu gerçekle yaşayan çocukların evrenine götürüyor bizi elimizden tutarak. Sebzeci Arife insanların erkek ve kadın hatta erkeklerin kendi içinde erkekler ve erkek olmak isteyenler olarak ayrıldığı bir dünyada kadınların peşini bırakmayan hikâyeleri birer birer biriktiriyor kafasında: Babaları tarafından cinsel istismara uğrayan çocukların, kayıtsız kalan annelerin, babaannelerin hikâyelerini, üçüncü sayfa haberlerindeki fotoğrafların aklımızda bıraktığı tam bir perişanlık halini resmediyor. Temizlikçi Neşe temizliğe gittiği evlerin seslerini biriktirirken, Doktor Nezaket kendisine gelen kadın ve çocukların sesi, yüreği oluyor. Ve ismi Kürtçe karanlıklar ülkesi demek olan Reşya Işık, kameracı kadının her şeyi sıraya dizip anlamaya çalışmasının mümkün olup olmadığını sorgularken kameralı kadının öyküsü dökülüyor dilinden: Annen seni istemiyor çünkü sen onun babasının kızısın yani annen senin ablan diyor kameralı kadına ve biz kameralı kadının Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ndeki Aysel’inin kaderine ortak olduğunu fark ediyoruz. Bu ortaklıktan, bu ortak bilinçten hareketle kadınların ve çocukların maruz kaldığı şiddetin yarattığı yaralarla yüzleşmeden, bu karanlığa ışık düşürmeden yeni bir gelecek kurulamayacağının ayırdına varıyoruz. Marshall Bermann Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor kitabını beş yaşında ölen oğlu Marc’a ithaf ederkenKaramazov Kardeşler’deki diyalogu hatırlatıyor. İvan Karamazov, Her şey bir yana çocukların ölümünü düşündükçe evrene geliş biletini iade etmek istediğini söyler. Ama böyle yapmaz bunu yapmaktansa savaşmayı ve sevmeyi sürdürür, sürdürmeyi sürdürür.[2] Cinsel istismara uğramış kadın ve çocukların hayatları tüm kırılganlıkları, suskunluklarıyla ve görünmezlikleriyle belirdiklerinde biz de evrene geliş biletini iade etmek yerine sevmeyi ve savaşmayı sürdürmeye devam edeceğiz. Tüm baskısıyla üzerimize gelen iktidar biçimlerinin bize korkmamızı, itaat etmemizi, perdelerin arkasına çekilmemizi, gece sokakta yalnız dolaşmamız gerektiğini salık veren sesine, Soğuk Ses’te aklımıza fısıldanan kadınların birliğiyle karşı koyabiliriz.


[1] Rilke, “Cüzzamlının Şarkısı”, çev. Ahmet Cemal, Kavram Yay., İstanbul, 1994.

[2] Marshall Berman, “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor”, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999.