Trump yönetiminin kendi savlarına uyacak "alternatif gerçekler" ilan etmesi ve Başkan'ın ifadelerinin yanlışlığını ortaya koyan habercileri "yalan haber" diye damgalamaları beni normalde pek yapmaya eğilimli olmadığım bir şeye sevk etti ve genel anlamda bilimsel bir yaklaşımın kamusal tartışmalara dahlinin değerini ve bütünlüğünü bilfiil savunmaya soyundum. Böyle bir yaklaşımın değerine ikna edilmeye ihtiyacım olduğundan değil de, daha ziyade güncel popülist siyasetin gerçeklik nosyonuna ne derece bigâne olduğunun farkında değilmişim sanırım. Bilimsel bulguların ve doğrulanabilir bilginin birer kanaat veya inanç meselesi olduğuna kani katı bir anti-entelektüelizm ve anti-elitizm damarının (aşı karşıtları, iklim değişikliğini inkâr edenler, Birleşmiş Milletlerin ulus egemenliğini yok etmeye hazır siyah helikopter filolarından endişe edenler) varlığını tabii ki biliyordum. Ama sanırım hep bu azınlığın seçmenin geri kalanının aklı selimi ile dengeleneceğine inanıyordum. Anlaşılan öyle değilmiş. Anlaşılan, Amerikalıların hatırı sayılır bir oranı işine gelen (yani bir sürü meselede kendisinin ve takipçilerinin tercih ettikleri pozisyonu destekleyen) yalanları pazarlamaktan çekinmediği açıkça ortada olan birine oy vermeye gönüllü imiş. Post-hakikat çağına hoş geldiniz.
Ya da: Hakikatin ve samimiyetle hakikatin peşinde koşmanın saldırı altında olduğu ve bu saldırının savunulabilecek bir tarafının olmadığı bir çağa hoş geldiniz. Bilakis, günümüzün siyasi nizamı kişinin vardığı sonuçları destekleyecek her türlü iddiayı uydurup "gerçekler" olarak satmaktan ibaret görünüyor. Kanaatimce değişen şey siyasetçiler değil; siyaset hiçbir zaman hakikati kovalamakla alakalı olmadı ve dürüst olmak gerekirse olmamalı da. Siyaset, daha ziyade, tavizler verip öncelikleri dengeleyerek ortak yaşamı mümkün olduğunca işler kılmak üstüne olmalı. Sadece ve sadece kendinin hakikate sahip olduğuna inanmak kişiyi kötü bir siyasetçi yapar, çünkü taviz veremezsin, eğer hakikate sahipsen niye taviz vermek isteyesin ki? Siyaset karmaşık ve kusurludur, o yüzden hiçbir zaman onun olgusal bilgi üretiminin ideal standartlarına uymasını beklememeliyiz. Bilakis, şüphem o ki, siyasetçilerin çoğu kendi hesaplarının peşinde, ellerinden geldiği kadar mevcut durumlar hakkında yalan söylemekten ve onları yanlış yansıtmaktan çekinmeyecektir, çünkü siyasette temel erdem tutarlılık değil etkili olabilmektir -ve öncelikle de siyasi iktidar ve nüfuzu elde etmek ve muhafaza etmekte etkili olmaktır.
Bunların hepsi şu anlama geliyor: Biz insanlar eğer seçilmiş yöneticilerimizin bir şeyler uydurup durmak yerine gerçekleri muhatap alan politikalar üretmesini istiyorsak, bu konuda siyasetçilere yahut siyasi süreçlere sırtımızı yaslayamayız. Onun yerine gerçeklerin ve olgusal açıklamaların siyasi tartışmaya matuf hak ettiği rolü bilfiil savunmalı ve özenle avukatlığını yapmalıyız. Bu hak ettiği rol şu ya da bu partizan pozisyona destek çıkmak adına sinsice kullanılmak değil (ki Max Weber, ve daha birçokları, bunun aslında çok kolay olduğu konusunda uyarmışlardı), tartışmanın tüm taraflarının meseleyi, görmek istediğimiz gibi değil de karşımızda nasıl duruyorsa o şekilde görebilmesini temin edecek partizan olmayan bir katkıda bulunmaktır. Gerçeklerin ve olgusal açıklamaların en iyi kaynağı olan bilim, siyasi tartışmaları veya değerlere dair ihtilafları çöz(e)mez. Ama politika üretme sürecine, siyasetçilerin muhtemel ve mümkün sonuçları ve kendi ilan ettikleri amaçlar ve değerler açısından tutarlılıklarını hesap etmelerine izin verecek şekilde katkı sunabilir ve sunmalıdır. İşte kendimi âdetim olmayarak kamuya açık bir şekilde davasını gütmek durumunda bulduğum pozisyon bu, zira gerçeklerin ve olgusallığın baypas edilmesi sorununun siyasi sürecin kendi içinden çözüleceğine inanmıyorum. Siyasetçileri gerçekler ve olgusal açıklamalarla yüzleşmeye zorlamalıyız çünkü kendi başlarına bırakıldıklarında bunu yapmaya hiç niyetleri yok.
Kendi adıma, sokaklara dökülme alışkanlığı olmayan meslekten bir akademik olarak (öte yandan bazı meslektaşlarım bunu yapıyor; tüm akademisyenler adına değil, sadece benim gibi işin tefekkür tarafını daha fazla benimsemişler adına konuşuyorum), herhangi bir kamusal davaya müdahil olmadan evvel, öncelikle böyle bir dahlin felsefi inceliklerini kurcalamalıyım. Hükümetin göçmen politikalarını protesto amacıyla sivil bir vatandaş olarak yürüyebilirim ve yürüdüm de, dahası üniversitemi ve mesleki teşekkülümü, eğitime ve entelektüel alışverişe etkileri yüzünden bu politikalar karşısında daha net tavır almaları hususunda dürten mektuplar yazılmasına iştirak ettim ve yazılanları imzaladım. Lakin Charli Carpenter tarafından örgütlenen bu mükemmel açık mektubu imzalamak, bilim insanlarının bir tür epistemik otorite iddiasına dayanıyor ve bence bu evvel bahsettiğimden kısmen farklı bir şey. Bu ikinci durumda, biz imzacılar -ben de dahil- sadece endişeli vatandaşlar veya potansiyel seçmenler olduğumuz için değil, tam olarak sahip olduğumuz gerçeğe dair bilgi yüzünden sözümüzün dinlenmesi gerektiğini söylüyoruz. Sivil bir vatandaş olarak Trump'ın göçmen politikalarına muhalefet etmek değer yüklü, bireysel (yabancıları dışlamayıp onlara sahip çıkmalıyız) yahut kolektif (Amerika göçmenlerce kurulmuş bir ulustur) bir kimlik iddiasında bulunmak demek. Politikaya bir bilim insanı olarak muhalefet etmekse, benim zihnimde, farklı bir şey, çünkü değerler ve kimlikler üzerinden değil, gerçekler üzerinden bir iddiada bulunuyoruz.
Evet, burada yüzleşilmesi ve aşılması gereken girift bir durum var. Bir manifesto için fazla bir felsefi karmaşıklık. Ama yine de kısaca: Benzer durumlara tatbik edilen farklı tanımlayıcı terimler görünürde farklı gerçekler üretir, fakat -başka bir yerde de iddia ettiğim gibi- sonuçta ortaya çıkan gerçekler çelişmekten ziyade birbirini tamamlayıcı (tamamen farklı ama eşit derecede olgusal tespitler, çünkü bir durumun birbiriyle alakasız olması muhtemel veçheleri vardır) veya doğrulayıcı (aynı şeyi farklı şekillerde söylemek, uzunluğu metrik veya emperyal birimlerle ölçmemiz gibi) olabilir. Herhangi bir toplumda iktidarı elinde bulunduranlar arada sırada, gerekli soruşturma ve doğrulama prosedürlerinin eleğinden geçirilmemiş şeyleri gerçekler olarak sahiplenirler, fakat bu da öyle aşılmaz bir felsefi engel değil: Bir gerçeğin geçerliliği kabul edilmiş olmasına bağlı değildir, bilakis bir şeyin gerçek olarak benimsenmesi geçerliliğine dayanmalıdır, öbür türlü bir mantık hatasına düşeriz. Şüphesiz hakikatin bir siyasallığı vardır, tıpkı bilimin sosyolojisi olduğu gibi, fakat nasıl doğru şekliyle bilim sosyolojisi bilimin meşruiyetini yıkıp onu tüketmiyorsa, hakikatin siyasallığı da hakikatin meşruiyetini yıkmamalı ve onu tüketmemeli. Ve hususiyetle de günümüz toplumsal ve siyasi hayatında, olgusal iddialar olarak ele alınması bile abes iddialar (burada tamamen kendilerine has bir dairede işleyen teolojik ve dinî iddiaları kastediyorum) bazen hatalı olarak sanki olgusal gerçeklermiş gibi muamele görüyor (yaratılışçılığın sorunu da budur, teolojik bir öğreti olarak bir anlamı vardır, ama olgusal bir iddia olarak büyük oranda anlamsızdır), fakat bu da bana gerçeklerin ve olgusal açıklamaların erozyonundan ziyade bir eğitime çağrı meselesi olarak görünüyor.
(Fark etmişsinizdir ki, manifesto boyunca "gerçekler" kelimesini kullanırken belirtme edatı kullanmaktan kaçındım [yazar burada İngilizcedeki the facts ile facts arasında ayrım yapıyor, bu ayrım çeviri boyunca tırnak içine alınmış "gerçekler" ile karşılanacak -ç.n.], çünkü bu tabir bir belirtme edatı gerektiren tek ve müşterek bir gerçekler kümesini ima ediyor. Bence bu bir hata, zira gerçekler bağlamlardan çıkartılır ve ayrılmaz bir şekilde çeşitli hususi tanımlayıcı terimlere ve doğrulama prosedürlerine bağlıdırlar. Bu yüzden gerçekler, çok sınırlı bir şekilde anlaşılmak şartıyla, üretilirler. Latincedeki factum kökü "üretilmiş bir şey" demektir ve olgusal iddiaları ortaya koyma ve değerlendirme süreci işte herhangi bir şekilde önümüze gelmiş gerçeklere dair "üretim"dir. Gerçekler ve olgusal açıklamaların pratik bağlamlarda üretilmeleri gerekir ki biz bu bağlama "araştırma yapmak" diyoruz. Ve bunların hepsi paket halinde gelir: Gerçekler, onlarla bağlantılı terimler, doğrulama ve değerlendirme prosedürleri, bunların hepsi birlikte gezer veya bir şekilde beraber gezmelidir. Yani, bilim, siyaseti "gerçekler" ile değil, tartışılmakta olan meseleyle alakalı hususi gerçekler ile yüzleştirir.)
Eğitime daveti bu meseleler etrafındaki aktivizmimin temeli olarak kullanmak konusunda gayet rahatım. Eğer sivil toplum siyasetçileri gerçeklerle ilişkilerinde sorumlu tutmak durumundaysa, eğitimciler olarak işimizin büyük bir kısmı insanlara gerçeklerin ve olgusal açıklamaların ehemmiyetini, bu tür kavramların karmaşıklığını ve kavganın tozunda kaybolmadan dikkatlice düşünmenin gerekliliğini takdir etmekte yardımcı olmaktır. Gerçeklerin tarafında olmalıyız, yani insanları olgusal bir iddiada bulunmanın ne demek olduğu, böyle bir iddianın nasıl hakkıyla değerlendirilebileceği ve olgusal iddiaların sınırları hakkında düşünmeye bilfiil teşvik etmeliyiz: Gerçekler kamu politikasının tartışmalı konularını aydınlatabilir ama çok nadiren tartışmasız bir karar sunabilirler. (Aşıların tesirine dair gerçekler bile direkt olarak belli aşı politikalarına götürmez bizi, hatta belli bazı aşıların bedelinin kurtardığı hayatlardan daha fazla olduğu gayet zalimane değer kümeleri bile tahayyül edilebilir... Bu tür değerler ahlâken endişe verici de olabilir, fakat demek istediğim, böyle bir ahlâki zorunluluğu salt "gerçeklerin kendisinden" türetemeyiz.) Ve bu konuda önceden olduğumuzdan -benim olduğumdan- daha ısrarlı olmalıyız: Gerçekler önümüzde ve onları ihmal etmenin bedeli ağır olabilir.
Gerçeklerin ve olgusal açıklamaların kamusal hayatta ve siyasi tartışmalardaki hak ettiği yeri savunurken başka bir yerde de de zikrettiğim gibi, bir iddianın sahip olması gereken ve genel anlamıyla bilginin bilimsel yöntemle edinilmesinin altını çizdiği üç niteliğe dikkat etmeliyiz: sistematiklik, umuma açıklık ve dünyevilik. Bu nitelikleri vurgulayan ve merkezine alan her bilgi üretim süreci veya prosedürü bu genel anlamıyla bilimsel bir bilme biçimidir ve estetik, etik veya teknik gibi bilme biçimlerinden ayrılır. Estetik bilme biçimi algıyı ve dışavurumu vurgular; etik bilme biçimleri erdem ve sorumluluk meselelerini vurgular; teknik bilme biçimleri ise sonuçları önceler. Bilimsel bilme biçimleri ise epistemiktirler, zira üretmeyi hedefledikleri bilgi olgusal olma amacını güder; gayri şahsi olarak geçerli ve gözlemle desteklenmiş ifadeler meydana getirmeyi amaçlayan bir prosedürler ve pratikler kümesi tarafından üretilmelidir. Olgusal bilginin önemi ise şudur; dünyada bir şeyler eylemek için talimatlar aradığımızda gerçeklerden daha pratik bir şey bulamayız, ister kek yapıyor olalım, ister bir nehri ıslah ediyor, ister bir ticaret anlaşmasının pazarlığını yapıyor, isterse de dış politika belirliyor olalım. Kek yapma talimatları uluslararası pazarlıklara nispetle daha dardır haliyle, fakat bu örneklerin hepsinde, gerçekleri göz ardı edip fevri ya da ideolojik bir tercihle davranmak talep edilen sonucu ancak kazara doğurabilir. Demek ki karanlıkta tökezleyerek yürümek ile sönük de olsa mevcut bir ışık kaynağını takip etmek arasında tercih yapmak durumundayız ve ben ikincisini seçiyorum.
[Yazar burada İngilizce fact kelimesini bir kısaltma olarak ele alıp üç kriteri a-c-t harflerine tekabül edecek şekilde kullanıyor. Çeviride bu nokta es geçildi -ç.n.] Bu üç genel anlamda bilimsel kriter ile vardığımız kavrayış sadece kendilerini bilim insanı, yahut sosyal bilim insanı olarak görenlere değil, gerçeklere ve olgusal açıklamalara ulaşıp onları takdir etmeyi dert edinmiş herkese hitap ediyor; gazeteciler, müfettişler, her tür araştırmacı ve akademikler ve birbirleriyle çatışan iddialar arasında olgusal bir temelde hakemlik yapmak durumunda olan sıradan vatandaşlar. Olgusal bilgi üreten yahut onları takdir etmek durumunda olan her kim olursa olsun, gerçeklerin hak ettiği rolü savunmakta fayda görecektir ve şu üç kriter ne için savaştığımızı devamlı hatırda tutmak için bize yardımcı olabilir:
DOĞRULUK: Olgusal bir iddia, kendisinin tartılabileceği bir dizi prosedür ile beraber gelir. Eğer "bu rejim bir demokrasidir" diyorsam, o halde bu iddiayı test edebileceğim bir kriterler kümesi var demektir: kullandığım "demokrasi" tanımına göre bu rejimin demokrasi olup olmadığını görebilmek için bakabileceğim şeyler. Ve siz de bu kriterleri paylaştığınız ve onları uygulamak için kullandığım yönteme aşina olduğunuz sürece, bu rejime bakıp benim iddiamın geçerli olup olmadığını görebilirsiniz. Gayri şahsi standartlar, sistematik bir şekilde uygulandığında, gerçeklik temelli bir uzlaşma üretebilir ve bu temelden hareketle ne yapmamız gerektiği üzerine konuşmaya devam edebiliriz.
SONUÇLAR: Olgusal bir iddia soyut bir belirlenim değil, belirli bir duruma cevap verme gayretinden doğan pratik bir çıkarımdır. Bu yüzden de gerçekler ve olgusal açıklamalar dünyevidir; gerçekleri ilgilendiren eylem ve davaları icra ederken, gerçeklerin daima pratik bağlamlara içkin olduğunu unutmamamız gerekir. Bu bağlamlarda söylediklerimizden ve yaptıklarımızdan etkilenecek insanlar ve başka birçok şey bulunmaktadır. Olgusal bilgi, özellikle de toplumsal dünya hakkında bilgi üretmek isteyen her samimi ve kapsamlı girişim için bu sonuçları ciddiye almak bir sorumluluktur. Aynı prensipten hareketle, gerçeklere saygı adına, elimizde sadece spekülasyonlar veya önseziler varken, ya da önyargı veya korkularımız yüzünden asla tutup da gerçeklere sahip olduğumuzu iddia etmemeliyiz. Bu yüzden sonuçları ciddiye almak demek, aynı zamanda, rahatsız edici gerçekleri kendi dünya görüşlerini yüceltmek adına yanlış yansıtan veya hasıraltı edenleri bundan sorumlu tutmak demektir, yeri geldiğinde daha müşfik, yeri geldiğinde de daha mücbir bir tavırla.
HAKİKAT: Bu manifesto boyunca hakikatten değil, gerçeklerden bahsederken bilinçli olarak "hakikat" kelimesinin etrafındaki kavramsal mayın tarlasından kaçınıyorum. Geniş anlamıyla bilim, Indiana Jones'un da bize hatırlattığı gibi, hakikat değil, gerçekleri aramaktan ibarettir. Fakat "hakikat" kelimesinin semantik kararsızlığı biraz farklı bir formüle de işaret ediyor: Gerçekler ve olgusal açıklamalar "hakikatin" bir alt kümesidir, hakikati aramanın bir yoludur, ama tek yolu değildir. Olgusal hakikatin yanına sanatsal, ahlâki, ruhani ve diğer çeşit hakikatleri de ekleyebiliriz. Demek istediğim, hakikat arayışı çok yönlüdür ve gerçekleri tespit etme ve olgusal açıklamaları netleştirme yönündeki bilimsel çabalar bu arayışı tek başına karşılamak için yeterli değildir. Hakikate ulaşmanın Tek ve En Doğru yolunu buyurgan bir dille vaaz etmektense, kamusal diyalog ve tartışmalara ihtiyacımız var. Bilimin geniş dairesinde, olgusal bilgimizi ve iddialarımızı başka insanların kamusal alanda tahkikine sunarak hakikatin peşine düşeriz; bu alanın ötesindeyse, gerçekler ve olgusal açıklamalar diğer türden hakikatlerle beraber, "sert ahşabı yavaşça oymaya" benzetilebilecek sorumlu siyasete katkıda bulunmak için vardır. [Yazar burada Max Weber'e gönderme yapıyor: "Siyaset sert ahşabı yavaşça oymaktır. Hem tutku hem de perspektif gerektirir" –ç.n]
HAKİKAT bize olgusal bilgi üretmenin asil bir uğraş olduğunu hatırlatır. SONUÇLAR ise onun boşlukta icra edilmediğini ve bir şeylere dokunduğunu hatırlatır. DOĞRULUK bize gayri şahsiliğin gerçek kavramı için merkezî olduğunu hatırlatır. İşte bunlar arkasında durabileceğimiz ve durmamız gereken şeylerdir.
(Çeviren: Alp Eren Topal)
[Not: American University’de dersler veren uluslararası ilişkiler profesörü Patrick Thadeus Jackson tarafından kişisel blogunda 3 Mart 2017 tarihinde yayımlanmış bir denemenin tercümesidir.]