01. GİRİŞ: Konjonktür Üzerine
1. Yirmi birinci yüzyılın ikinci onyıllık döneminin başında küresel uygarlık yeni bir dizi felaket ile karşı karşıya. Yaklaşmakta olan kıyamet, ulus devletin doğduğu, kapitalizmin yükseldiği dönemde ve daha önce benzeri görülmemiş savaşlarla dolu olan yirmi birinci yüzyılda inşa edilen siyaset normları ve örgüt yapılarıyla alay etmekte.
2. Bunların en çarpıcı örneği, gezegenin iklim sistemindeki çöküş. Bu durum, yeryüzündeki insan nüfusunun varlığına gitgide daha fazla tehdit oluşturuyor. İnsanlığın karşı karşıya olduğu tehditlerin içinde en kritik olanı iklim krizi olmasına rağmen, bunun dışında ve zaman zaman bununla içiçe geçen, nispeten daha az önemli olmakla birlikte aynı ölçüde denge bozma potansiyeline sahip olan başka bir dizi sorun da mevcut. Kaynaklardaki, özellikle su ve enerji rezervlerindeki önlenemez azalma ekonomik modellerin çökmesine yol açarak kitlesel açlıkla birlikte yeni sıcak ve soğuk savaşlar ihtimalini gündeme getiriyor. Devam eden mali kriz, hükümetlerin felç edici, ‘ölüm atlayışı’ diyebileceğimiz kemer sıkma politikaları benimsemesine, sosyal yardım hizmetlerinin özelleştirilmesine, toplu işsizliğe ve ücretlerin düşmesine yol açtı. Entelektüel emek dahil olmak üzere üretim süreçlerindeki otomasyon artışı, kapitalizmin çok yakında küresel kuzeyin eski orta sınıflarının bile yaşam standartlarını koruyamaz hale getirecek bir krizine işaret etmekte.
3. Sürekli olarak akselerasyon gösteren bu felaketlere karşın günümüz politikaları, yaklaşan yıkımlarla başa çıkabilmek üzere toplumları dönüştürebilmek için gerekli olan yeni düşünce ve yeni örgütlenme biçimlerini üretmekte aciz kalmıştır. Kriz kuvvet ve hız kazanırken, politika susup geri çekilmektedir. Politik hayal gücündeki bu tutukluğun sonucunda gelecek iptal olmuştur.
4. 1979’dan bu yana, küresel çapta egemen olan politik ideoloji, önde gelen ekonomik güçlerde belirli farklılılarla kendini ortaya koyan neoliberalizmdir. Bu yeni küresel sorunların getirdiği ve aralarında en vahim olanı 2007 ve 2008’den beri süren kredi krizi ile finansal ve mali krizler olan derin yapısal güçlüklere karşın, neoliberal politikaların dönüşümü ancak daha da derinleşme yönünde olmuştur. Bu neoliberal projenin devamı, ya da diğer bir deyişle neoliberalizm 2.0, yeni bir dizi yapısal uyum hamlesine girişmiştir. Bu hareketlerin en önemlisi, sosyal demokrat kurumlar ve hizmetlerden geriye kalanların özel sektör tarafından yeni ve saldırgan biçimlerde ele geçirilmeye teşvik edilmesi olmuştur. Bu politikalar, ani olumsuz ekonomik ve toplumsal etkilerine ve yeni küresel krizlerin oluşturacağı daha uzun vadeli engellere rağmen devam etmektedir.
5. Sağcı hükümet güçleri, hükümet-dışı güçler ve şirketlerin neoliberalleşme politikalarını devam ettirebilmiş olmalarının, kısmen de olsa, sebeplerinden biri de sol namına geriye kalanların etkisizliği ve süregelen tutukluğu olmuştur. Otuz yıllık neoliberalizm döneminde çoğu sol eğilimli parti, radikal düşünceden ve halk desteğinden yoksun hale gelmiştir. Günümüz krizlerine karşı verebildikleri en iyi tepki Keynesçi ekonomiye geri dönme çağrısı olmuştur ki, savaş sonrası sosyal demokrasinin oluşma koşullarının günümüzde geçerli olmadığı açıktır. Tepeden inme bir kararla ya da nasıl olursa olsun seri endüstriyel-Fordist üretime dönülmesi artık ihtimaldışıdır. Güney Amerikadaki Bolivarcı devrimlerden doğan neo-sosyalist rejimler bile, her ne kadar çağdaş kapitalizmin öğretilerine karşı yüreklendirici bir direnç gösterebilmiş olsalar da, yirminci yüzyıl ortası sosyalizminin ötesinde bir alternatif üretmekte umut kırıcı bir biçimde aciz kalmışlardır. Neoliberal proje tarafından sistemli biçimde zayıflatılmış olan örgütlü emek, bir kurum olarak nasır tutmuş bir vaziyettedir ve en iyi ihtimalle, bu yeni yapısal dönüşümleri ancak yumuşatmakta etkili olabilir. Ancak yeni bir ekonomi inşası ya da köklü değişikliklerin yapılması için gerekli yapısal dayanışma hakkında sistemli bir yaklaşımı olmadıkça, işçi cephesi nispeten zayıf kalmıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana ortaya çıkan ve 2008 sonrasında tekrar canlılık gösteren yenilikçi toplumsal hareketler de benzer biçimde yeni bir politik vizyon tasarlamakta başarısız olmuşlardır. Stratejik gelişmelerin yerine, kendi iç demokratik süreçlerine ve kendilerini dokunaklı bir biçimde haklı çıkarmaya zaman ayırmış, ve sanki küresel kapitalizmin soyut şiddetine, komünal dolaysızlığın hafif ve gelip geçici “hakikiliği” ile karşı koyabilecekmişçesine sık sık yeni bir tür neo-ilkelci yerellik planı ile çıkagelmişlerdir.
6. Tamamen radikal ve yeni bir sosyal, politik, örgütsel ve ekonomik vizyon oluşturulmadığı sürece, sağın egemen güçleri dar görüşlü zihniyetlerini her şeye rağmen dayatmaya devam edecektir. Sol, şimdilik, en iyi ihtimalle bu ağır saldırıların bazılarına karşı kısmen direnç gösterebilir. Fakat bu mücadelenin mevcut güçlerle en nihayetinde bozgun ile sonuçlanacağı kesindir. Yeni bir küresel sol egemenlik oluşturmak, ancak kaybolan potansiyel gelecekleri kurtarmakla, ve hatta halihazırdaki geleceği kurtarmakla mümkün olabilir.
02. ARA: Akselerasyonizmler Üzerine
1. Akselerasyonist düşünceler ile doğrudan ilintili bir sistem varsa, kapitalizmdir. Kapitalizmin doğal metabolizması ekonomik büyümeyi gerektirir; bireysel kapitalist oluşumlar rekabette avantaj sağlamak amacıyla teknolojik gelişmelerde artışı tetikler ve tüm bunlar toplumsal sarsıntı ve hareketleri beraberinde getirir. Neoliberal haliyle kapitalizmin ideolojik imajı, yaratıcı yıkım güçlerini serbest bırakmak ve sürekli biçimde hızlanan teknolojik ve toplumsal gelişmeleri özgür kılmak üzerine kuruludur.
2. Filozof Nick Land, kapitalist hızın, tek başına eşi benzeri görülmemiş bir teknolojik üstünlüğe giden küresel bir dönüşümün öncüsü olabileceğine dair miyopik fakat aldatıcı görüşüyle bunu keskin bir biçimde ortaya koymuştur. Bu sermaye tasavvuruna göre, insanoğlu, geçmiş medeniyetlerin kalıntılarını birleştirerek hızlı bir biçimde kendi kendini inşa eden bu soyut gezegen zekasının önünde engel oluşturduğu için eninde sonunda devre dışı bırakılabilecektir. Ancak Landçı neoliberalizm hız ile ivmeyi birbirine karıştırmaktadır. Hızlı hareket ettiğimiz doğru olabilir, ancak bu gidişat, kapitalizmin katı bir biçimde belirlediği ve asla değişmeyen parametreleriyle sınırlıdır. Tecrübe ettiğimiz hız, imkanlarla dolu bir evrende, aynı zamanda yaratıcı ve deneysel bir yön tayin etme ve keşif süreci olan bir akselerasyondan ziyade mutlak ve durağan, ölü zihniyetli, basit bir ufka doğru gidişatın hızıdır. Bizi asıl ilgilendiren, birinci türden akselerasyondur.
3. Daha da kötüsü, Deleuze ve Guattari’nin de söylediği gibi, kapitalizmin hızı, en başından beri bir eliyle yersiz-yurtsuzlaştırdığını öteki eliyle toprağa bağımlı kılmaktadır. Gelişme, artık değer, yedek emek ordusu ve serbest sermayenin oluşturduğu bir yapıya hapsolmuştur. Modernlik, ekonomik gelişmenin istatistik değerlerine indirgenmektedir ve toplumsal yenilik anlayışı, geçmişteki ortak mülkiyetin ucuz taklit biçimleri ile kabuklaştırılmıştır. Thatcher ve Reagancı derelügasyon, Viktoryen ‘öze dönüşçü’ ailevi ve dindar değerlerle yan yana, rahat rahat oturmaktadır.
4. Neo-liberalizmin içindeki daha derin bir çelişki ise, kendi öz-imgesini bir modernleşme aracı olarak kurması, kendini modernleşme ile eş anlamlı gösterirken, sağlamayı asla başaramayacağı, kendi kuruluş ilkelerine aykırı bir gelecek vaadinde bulunmasıdır. Gerçekten de neoliberalizm geliştikçe, bireysel ve bilişsel yaratıcılığın önünü tıkamış, bunun yerine önceden senaryolaştırılmış iletişim biçimlerinden oluşan etkili bir ilişki üretim hattı getirmiş, yanısıra küresel malzeme zincileri oluşturmuş ve Doğu’yu neo-Fordist bir üretim alanına dönüştürmüştür. Zaten son derece küçük olan bir elit entelektüel emek kognitaryası her geçen yıl daha da sayıca azalıp küçülürken, algoritmik otomasyon ağı duygulanımsal ve entelektüel emek alanlarını gitgide ele geçirmektedir. Neoliberalizm, her ne kadar kendisini zorunlu bir tarihsel gelişme olarak sunsa da, aslında 1970’lerde ortaya çıkan değer krizini aşmak amacıyla kullanılan tesadüfi yöntemlerden biridir. Bu durumun kaçınılmaz sonucu, krizin çözülmesinden ziyade devasa boyutlara ulaşması olmuştur.
5. Land’in yanısıra, en önemli akselerasyonist düşünürlerden bir diğeri de Marx’tır. Şunu hatırlatmakta fayda var ki, kalıplaşmış eleştirilerin ve hatta günümüzdeki birtakım çağdaş Marxçıların aksine, Marx’ın ta kendisi içinde bulunduğu dünyayı tam olarak anlayabilmek ve dönüştürebilmek için dönemin en ileri teorik araçlarından ve halihazırdaki ampirik verilerden yararlanmıştı. Marx modernliğe direnen bir düşünür olmak yerine, onu analiz ederek içeriden müdahale etmeyi amaç edinmişti, çünkü tüm sömürülerine ve bozulmuşluğuna rağmen kapitalizmin gelmiş geçmiş en gelişmiş ekonomik sistem olduğunun bilincindeydi. Kazanımları iade etmektense, kapitalist değer sisteminin sınırlarının ötesine akselerasyon ile geçilmeliydi.
6. Hatta Lenin’in 1918’de kaleme aldığı “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” adlı metinde belirttiği gibi:
“Sosyalizm, modern bilimin son buluşları üzerine kurulu, büyük çaplı kapitalist mühendislik olmaksızın düşünülemez. Onlarca milyon insanı tek bir üretim ve dağıtım standardı altında sıkı biçimde denetleyen planlı bir devlet örgütlenmesi olmaksızın düşünülemez. Biz Marksistler bunu hep söylemişizdir, ve bu kadarını bile anlamayan insanlarla (anarşistler ve Solcu Sosyalist-Devrimcilerin aşağı yukarı yarısı) iki saniyeden daha uzun konuşmak zaman kaybıdır.”
7. Marx’ın da farkında olduğu gibi kapitalizm akselerasyonun asıl temsilcisi olarak gösterilemez. Buna benzer biçimde sol politikayı teknolojik-toplumsal akselerasyona, kısmen de olsa karşıt biçimde konumlamak çok ciddi bir temsil hatasıdır. Şu gerçektir ki eğer politik solun bir geleceği varsa, bu, bastırılmış akselerasyonist eğilimlerin mümkün olduğunca serbest kaldığı bir gelecek olacaktır.
03. MANİFESTO: Gelecek Üzerine
1. İnanıyoruz ki bugün solun içindeki en önemli ayrılık yerel ve halkçı politikalara, doğrudan eyleme ve katı bir yatay politika anlayışına tutunanlar ile akselerasyonist politika adı altında toplanması uygun olan, soyutlama, karmaşıklık, küresellik ve teknolojinin modernliği ile barışık bir grup arasındadır. Birinci grup, küçük ve geçici kapitalizm-dışı sosyal ilişki alanları yaratmakla yetinip tatmin olurken, yerel olmayan, soyut ve gündelik yaşamın altyapısının derinlerine işlemiş esas düşmanlarıyla yüzleşmeyi gerektiren asıl çözümlerden kaçınmaktadır. Bu politikaların başarısızlıkla sonuçlanacağı gerçeği, ta kurgulandıkları andan beri bellidir. Buna karşılık, akselerasyonist politika bir yandan son dönem kapitalizminin kazanımlarını muhafaza ederken, diğer yandan kapitalizme ait değer sisteminin, yönetim yapılarının ve toplu patolojilerin koyduğu kısıtlamaların ötesine geçmeyi amaçlar.
2. Hepimiz daha az çalışmak istiyoruz. Savaş sonrası dönemin dünya çapındaki en önemli iktisatçısı Keynes kapitalizmdeki aydınlanmanın kaçınılmaz olarak çalışma saatlerinde radikal bir düşüş aracılığıyla ilerleme kaydedeceğine inanıyordu. Keynes’in neden böyle düşündüğü doğrusu merak konusudur. 1930’da kaleme aldığı Torunlarımızın Ekonomik Olanakları adlı kitabında Keynes, bireylerin çalışma saatlerinin haftada üçe kadar indirildiği bir kapitalist gelecek öngörüsünde bulunmuştu. Ancak bunun tam aksi gerçekleşmiş, iş-yaşam ayrımı gitgide ortadan kalkmış ve çalışma, gitgide büyüyen bu sosyal fabrikanın her alanına işlemiştir.
3. Kapitalizm, teknolojinin üretken güçlerini kısıtlamaya ya da zora sokmaya başlamıştır. Patent savaşları ve fikirlerin tekelleştirilmesi, sermayenin rekabetin ötesine geçme gereksinimine ve teknolojiye karşı gitgide gericileşmekte olan yaklaşımına işaret eden çağdaş fenomenlerdir. Neoliberalizmin asıl akselerasyonist kazanımları bizi daha az çalışmaya ya da daha az strese doğru götürmemektedir. Uzay seyahati, gelecek şoku ve teknoloji devrimi potansiyellerinin yerine gelişme gösteren tek şeyin çok daha ileri sürümleri üretilen tüketim araçları olduğu bir zamanda bulunuyoruz. Temelde aynı olan ürünün bitmek tükenmek bilmeyen yeni sürümleri, tüketici talebinin marjinal faydasını insanoğlunun akselerasyonunu engelleme pahasına ayakta tutmaktadır.
4. Fordizm’e geri dönmek istemiyoruz. Fordizme dönüş mümkün olamaz. Kapitalizmin altın çağı, teşekküllü bir fabrika ortamında üretim modeline dayanıyordu. Burada (erkek) işçiler, hayat güvencesinin ve temel bir hayat standardının bedelini ömür boyu sürecek aptallaştırıcı bir bıkkınlık ve toplumsal bir bastırılmışlıkla ödüyorlardı. Bu sistem uluslararası düzeyde emperyalist ülkelerle az gelişmiş kenar ülkelerden oluşan bir koloni hiyerarşisine; ulus düzeyinde ise ırkçılık ve cinsiyetçilik hiyerarşisine ve kadınların ezilmesine dayalı katı bir aile hiyerarşisine sırtını dayıyordu. Nostalji ile anımsayanlar ne kadar çok olursa olsun, bu sistem arzu edilemez ve buraya geri dönüş pratikte mümkün olamaz.
5. Akselerasyonistler, son dönemin üretken güçlerini dizginlerinden kurtarmayı amaçlamaktadırlar. Bu projeye göre neoliberalizmin maddi platformunun yok edilmesine gerek yoktur. Bunun yerine ortak hedeflere göre yeniden amaçlandırılmaları gerekir. Halihazırdaki altyapı yok edilmesi gereken bir kapitalizm sahnesi olarak değil, post-kapitalizme doğru yönlendirilmesi gereken bir sıçrayış platformu olarak düşünülmelidir.
6. Teknobilimlerin özellikle 1970’lerin sonundan bu yana kapitalist amaçlara mahkum edildiği göz önünde bulundurulduğunda şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki modern bir teknososyal bedenin neler yapabileceğini henüz bilmiyoruz. Hangimiz halihazırda geliştirilmiş bulunan teknolojilerin ne gibi keşfedilmemiş potansiyeller barındırdığını tam olarak bilebilir?Teknolojik ve bilimsel araştırmalarımızın asıl dönüştürücü potansiyellerinin çoğunluğunun bütünüyle işletime konulmamış olduğundan kesinlikle eminiz. Halihazırda indirgeyici özelliklerle (ya da ön-adaptasyonlarla) içi doldurulmuş olan bu araştırmalar, kapitalist bireyin basiretsizliğinden kurtarıldığında gerçek bir dönüşüme uğrayabilir ve belirleyici olabilir.
7. Teknolojik devrim sürecini hızlandırmak istiyoruz. Ancak burada savunduğumuz şey tekno-ütopyacılık değil. Safi teknolojinin bizi kurtarmak için yeterli olacağına asla inanmayın. Teknolojinin elzem olduğu doğru olsa da bir başına, sosyopolitik eylem olmadığı sürece teknoloji yetersizdir. Teknoloji ile toplumsallık birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve birinde gerçekleşecek olan değişim, ötekindeki değişimi de harekete geçirecek ve destekleyecektir. Tekno-ütopyacılar toplumsal çatışmayı otomatik olarak önleyeceği gerekçesi ile akselerasyonu savunurken, biz teknolojik akselerasyonun işte tam da bu toplumsal çatışmalardan zaferle ayrılmak için gerekli olduğunu söylüyoruz.
8. Biz post-kapitalizmin her türlüsünün post-kapitalist bir planlama gerektirdiğine inanıyoruz. Devrimlerin ardından halkların kendiliğinden kapitalizme dönüşten ibaret olmayan yeni bir sosyoekonomik sistem oluşturacaklarına inanmanın en iyi ihtimalle safiyane, en kötü ihtimalle ise cahilce olduğunu düşünüyoruz. Bu planı ileri taşıyabilmemiz için halihazırdaki sistemin kognitif bir haritasını çıkarmamız ve hedeflenen ekonomik sistemin spekülatif bir imgesini yaratmamız gerekmektedir.
9. Bunu yapabilmek için solun, kapitalist toplumun mümkün kıldığı her türlü teknolojik ve bilimsel ilerlemeden istifade etmesi gerekmektedir. Ölçülebilirleştirmenin, bütünüyle ortadan kaldırılması gereken bir maraz değil, mümkün olduğunca etkili biçimde kullanılması gereken bir araç olduğunu iddia ediyoruz. Ekonomik modelleme, en basit tanımıyla, karmaşık bir dünyayı anlaşılır hale getirmeye yardımcı olacak bir zorunluluktur. 2008’deki mali kriz, matematiksel modelleri körü körüne kabul etmenin ne gibi riskler barındırdığını ortaya koymuştur, ancak asıl sorun matematikten değil otoritenin gayrımeşruluğundan kaynaklanmaktadır. Sosyal ağ analizinde kullanılan araçlar, aktör-bazlı modelleme, büyük veri analitiği ve denge-dışı ekonomik durum modelleri, modern ekonomi gibi kompleks sistemleri anlayabilmek için gerekli olan bilişsel arabuluculardır. Akselerasyonist solun bu teknik alanlarda uzmanlaşması gerekmektedir.
10. Toplumsal dönüşümler ekonomik ve toplumsal deneysellikler içermek zorundadır. Şili’deki Cybersynprojesi bu deneysel tavra iyi bir örnek teşkil eder: burada ileri sibernetik teknolojiler ve sofistike ekonomik modellemelerin birleştirilmesi sonucunda teknolojik altyapının içerisinde demokratik bir platform oluşturmak hedeflenmiştir. 1950 ve 1960’ların Sovyet ekonomisinde yine buna benzer deneyler yapıldığını görüyoruz: dünyanın ilk komünist ekonomisinin karşılaşabileceği yeni tip sorunları önlemek amacıyla hem sibernetik hem de doğrusal programlama yöntemlerinden faydalanılmıştır. Her ikisinin de başarısızlıkla sonuçlanmış olmasını bu erken sibernetikçilerin çalışmalarını kısıtlayan, dönemin politik ve teknolojik şartlarının elverişsizliğine bağlayabiliriz.
11. Solun sosyoteknik bir hegemonya oluşturması gereklidir ve bu hem fikirler düzeyinde hem de maddi platformlarda gerçekleşmelidir. Platformlar küresel toplumun altyapısını oluşturur. Bunlar, hem davranışsal, hem de ideolojik olarak neyin mümkün olup olmadığını ortaya koyan temel parametreleri belirler. Bu anlamda toplumun maddi aşkınsallığını oluştururlar: belirli birtakım eylem, ilişki ve güç biçimlerini mümkün kılan bu platformlardır. Günümüz küresel platformlarının çoğunluğunun kapitalist sosyal ilişkilerden yana taraf olduğu doğrudur, ancak bu durum kaçınılmaz bir zorunluluk değildir. İşte bu üretim, finans, lojistik ve tüketime ait maddi platformların post-kapitalist emeller doğrultusunda yeniden programlanması ve şekillendirilmesi hem mümkün hem de gereklidir.
12. Biz bunların başarılmasında doğrudan eylemin tek başına yeterli olacağını düşünmüyoruz. Yürüyüş, pankart taşıma ve geçici otonom alanlar kurma gibi alışılageldik taktikler, konforlu alışkanlıklar haline gelerek etkili başarılar kazanmanın önünde engel oluşturma riskini taşımaktadır. “En azından birşey yapmış olduk” sloganı, önceliği etkili eylemden ziyade kendi izzet-i nefsine verenlerin protesto çığlığı haline gelmiş durumda. İyi bir taktiğin belirlenmesindeki tek kriter etkin başarıya olanak sağlayıp sağlamadığıdır. Birtakım eylem biçimlerini fetişleştirmekten vazgeçmeliyiz. Politikanın, çatışmalarla, adaptasyon ve karşı adaptasyonlarla ve stratejik silah yarışlarıyla bezeli bir dinamik sistemler dizisi olarak algılanması gerekir. Bu şu demektir: her politik eylem tipi karşı taraf adapte oldukça zamanla körelir ve etkisizleşir. Hiçbir politik eylem biçimi tarihsel dokunulmazlığa sahip değildir. Gerçekten de karşı oldukları birimler etkili savunma ve karşı-saldırı biçimleri geliştirdikçe, alışılageldik taktiklerden vazgeçilmesi her geçen gün daha gerekli hale gelmektedir. Bu çağdaş marazın merkezine en yakın duran sebeplerden biri de çağdaş solun bunları başarmaktaki beceriksizliği olmuştur.
13. Bir süreç olarak anlaşılan demokrasiye verilen ezici öncelik geride bırakılmadır. Bugün çoğu ‘radikal’ solun savunduğu açıklık, yataylık ve dahil etme anlayışlarının fetişleştirilmesi belirli bir etkisizliğe önayak olmuştur. Gizlilik, dikeylik ve dışlayıcılığın da etkili politik eylemlerde az da olsa yeri vardır.
14. Demokrasi yalnızca araçları üzerinden tanımlanamaz: oy verme, tartışma ya da genel toplantılar demokrasiyi tanımlamak için yeterli değildir. Gerçek demokrasiyi tanımlayacak olan asıl şey hedefi, yani kolektif öz-yönetimdir. Bu proje, politikayı aydınlanmanın mirasıyla harmanlamalıdır, çünkü ancak kendimizi ve dünyamızı (sosyal, teknik, ekonomik ve psikolojik dünyamızı) anlama kabiliyetimizi yürürlüğe koyarak kendimizi yönetmeye başlayabiliriz. Totaliter ve gaddar bir merkeziyetçiliğin ya da kontrolümüzün ötesinde yanardöner ve değişken bir düzenin kölesi olmamak için eşit dağıtılmış yatay toplumsallık biçimlerinin yanısıra, topluluk tarafından denetlenen meşru bir dikey otorite biçimi de oluşturmalıyız. “Plan”ın komutası, “Ağ”ın doğaçlama düzeni ile izdivaç ettirilmelidir.
15. Bu vektörleri ideal biçimde bünyesinde barındıran belli bir örgüt öne sürmüyoruz. İhtiyaç duyulan şey, (ki bu hep ihtiyaç duyulan şeydir), bir örgüt ekolojisi, karşılıklı olarak birbirlerinin güçlü taraflarını yankılayıp geri bildiren bir çeşit kuvvetler çoğulluğudur. Mezhepçilik tıpkı merkeziyetçilik gibi solun ölüm fermanı demektir, işte bu yüzden biz, şahsen katılmadıklarımız dahil farklı taktiklerin uygulandığı bir deneyselliği savunuyoruz.
16. Orta vadeli üç adet somut hedefimiz var. Birinci olarak, düşünsel bir altyapı inşa etmemiz gerekiyor. Bu hedef, tıpkı neoliberal devrimin Mont Pelerin cemiyeti gibi, yeni bir ideoloji, yeni ekonomik ve toplumsal modeller ve günümüzde artık genel kabul görmüş düşünceleri aşacak ve onların yerlerini alacak bir iyilik vizyonu yaratılarak gerçekleştirilmelidir. Bahsettiğimiz altyapı yalnız fikir bazında değil, aynı zamanda kurumlar ve onları bünyesinde barındıracak, benimsetecek ve yayabilecek yöntemlerin maddi düzeyde oluşturulması ile inşa edilebilir.
17. Geniş çaplı bir medya reformu yapmamız gerekiyor. İnternet ve sosyal medyanın vadettiği sözümona demokratikleşmenin aksine, geleneksel medya kanalları günümüzde hâlâ haber seçme ve hikayeleştirme süreçlerinde önemli rol oynadıkları gibi, aynı zamanda araştırmacı gazeteciliği kovuşturmak için gerekli bütçeyi de ellerinde bulunduruyorlar. Bu organları mümkün olduğunca halkın kontrolüne yakınlaştırmak, içinde bulunduğumuz durumun halihazırdaki sunum şeklini kırmak yolunda büyük önem taşıyor.
18. Son olarak, çeşitli sınıf gücü biçimlerini yeniden yapılandırmamız gerekiyor. Bu yeni yapılanmanın, organik biçimde kendiliğinden oluşmuş küresel bir proletaryanın halihazırda var olduğu anlayışının ötesine geçmesi şarttır. Bunun yerine, çoğunlukla postfordist eğreti (precarious) emek biçimleri altında birleşen envai sayıdaki yarı-proletaryen kimliklerin birbirine kenetlendirilmesi amaçlanmalıdır.
19. Halihazırda farklı grup ve bireyler her üç alan üzerinde de çalışmaktadır, ancak bu çalışmalar birbirlerinden ayrı durdukları sürece yetersizdir. Her üç alanın da birbirine geribildirimde bulunması gereklidir; her biri günümüz konjonktürü üzerinde yapacağı tadilatlarla diğerlerini gitgide daha da efektif kılmalıdır. Altyapısal, ideolojik, sosyal ve ekonomik dönüşümlerden oluşan bu pozitif geribeslenim döngüsü, yeni ve kompleks bir hegemonya ve yeni bir postkapitalist teknososyal platformun oluşmasını sağlayacaktır. Tarih göstermiştir ki sistematik değişiklikleri getiren şey her zaman taktik ve örgütlenmelerin geniş bir bileşkesidir. Bu tarihten ders almalıyız.
20. Bu amaçların her birine ulaşabilmek için tamamen pratik düzeyde düşündüğümüzde görüyoruz ki akselerasyonist solun etkili bir yeni politik altyapı oluşturması için gerekli kaynaklar ve para akışı konusuna daha ciddi eğilmesi gerekiyor. “Sokaktaki halk” gücünün ötesinde fona ihtiyacımız var; ister bireysel bağışçılardan gelsin isterse hükümetler, kurumlar, düşünce grupları ya da sendikalardan. Bu tür fon ve kaynak akışlarının yerini ve yönetimini belirlemenin etkili bir akselerasyonist sol örgütlenme ekolojisi oluşturmada önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz.
21. İlan ediyoruz ki küresel sorunlarla baş etmek ve sermaye üzerinde zafer kazanmak, ancak toplum ve çevre üzerinde tam hakimiyeti hedefleyen aydınlanmacı bir politika sayesinde mümkündür. Bu hakimiyet fikrinin aydınlanmanın ilk düşünürlerinin pek sevdiği hakimiyet fikrinden ayırt edilmesi gerekir. Laplace’ın, yeterli bilgi sağlandığı takdirde üzerinde hakimiyetin kolayca sağlanabileceğini iddia ettiği, saat gibi muntazam işleyen evren fikri ciddi bilimsel düşünce gündemini çoktan terk etmiştir. Ancak bu, kendimizi postmodernitenin bezgin kalıntılarıyla uzlaştırıp, hakimiyeti faşizan, otoriteyi de doğası gereği gayrımeşru olarak bellediğimiz anlamına gelmiyor. Bunun yerine bizim önerimiz şu ki, gezegenimizi kuşatmış bulunan bu sorunlar ve türümüz, hakimiyeti yeni ve karmaşık bir kisve altında onarmayı gerektiriyor; eylemlerimizin sonuçlarını tam olarak kestirmemiz mümkün olmasa da, belli bir olası sonuçlar dizisi belirleyebiliriz. Böylesi karmaşık bir sistem analizinin yeni bir eylem biçimi ile birleştirilmesi gereklidir: doğaçlamaya açık ve her yeni beklenmedik keşif ile faaliyete geçen, politikası bir nevi jeososyal zanaatkarlık ve kurnaz bir rasyonalite güden, tasarım aşamasını pratikle birleştirmeye muktedir bir eylem biçimi. Karmaşık bir dünyada harekete geçmenin en iyi yordamını arayan, bir nevi çıkarımsal deneysellik…
22. Genellikle post-kapitalizm adına ortaya atılan argümanı yeniden canlandırmamız gerekiyor: kapitalizm sadece adaletsiz ve sapkın bir sistem olmakla kalmayıp aynı zamanda gelişmenin önünü de tıkayan bir sistemdir. Teknolojik gelişmenin önü kapitalizm tarafından açıldığı gibi, yine kapitalizm tarafından tıkanmaktadır. Akselerasyonizm, en temel tanımıyla, kapitalist toplumun kısıtlamalarından öteye gidilerek bu kapasiteleri serbest bırakmanın mümkün oluşuna ve gerekliliğine inanır. İçinde bulunduğumuz güncel kısıtlamaları aşmaya yönelik hareketlerin daha rasyonel bir küresel toplum mücadelesinden daha fazlasına tekabül etmesi gerekmektedir. On dokuzuncu yüzyılın ortasından neoliberal çağın doğuşuna kadar çok insanı bünyesinde birleştirmiş, Homo Sapiens’in dünyanın ve halihazırdaki bedensel formumuzun ötesine geçme arayış ve hayalinin kurtarılması gerektiğine inanıyoruz. Günümüzde bu hayaller daha masum bir dönemin kalıntılarıymış gibi görülüyor. Ancak bunlar, çağımızın yürek dağlayan hayal gücü yoksunluğunun teşhisini koymakla kalmayıp, aynı zamanda hem duygusal olarak tesirli, hem de zihinsel olarak canlandırıcı bir gelecek vadetmektedir. Ne de olsa, hem yirminci yüzyıl ortası uzay programlarının vadettiklerini, hem de asgari teknik yeni sürümlerle donatılmış bir dünyaya asıl değişimi getirecek olan akselerasyonist politikaları mümkün kılabilecek tek düzen, post-kapitalist bir toplumdur. Aydınlanmanın getirdiği özeleştiri ve öz-hakimiyet/öz-yönetim projelerinin alt edilmesinden ziyade tamamlanması adına, toplu bir kendine hakim olma dönemine açılan ve imkan veren, adamakıllı yabancı olduğumuz bir geleceğe doğru.
23. Son derece kritik bir seçimle karşı karşıya bulunuyoruz: ya küresel post-kapitalizm, ya da ilkelciliğe doğru yavaşça parçalanma, döngüsel kriz ve ekolojik çöküş.
24. Geleceğin inşa edilmesi gerekiyor. Geleceğimiz şu anda neoliberal kapitalizm tarafından paramparça edilmiş ve eşitsizliği, çatışmayı ve karmaşayı daha da büyütecek fiyat indirimi vaatlerine indirgenmiş durumda. Gelecek fikrinin çöküşü, politik spektrumun her yanına dağılmış siniklerin bizi inandırdığının aksine olgunlaşmış bir şüpheciliğe değil, çağımızın gerici tarihsel statüsüne işaret etmektedir. Akselerasyonizmin ileri sürdüğü, neoliberalizmin doğası gereği yaratmakta başarısız olduğu moderniteye alternatif, daha modern bir gelecektir. Dışarının sunduğu evrensel imkanlara doğru birleştirici tek bir ufuk izanıyla yol alabilmemiz için, geleceği bir kez daha ortadan ikiye yarmamız gerekiyor.