“Bahçeler kurabiliriz; haklarımızın gasp edilmesini engellemek ve borç uygulamasının durdurulması için kampanya yürütebiliriz; kolektif olarak borç uygulamasına karşı çıkabiliriz; alternatif radyolar, korsan radyolar kurabiliriz; bilgisayar yazılımlarını, müzikleri paylaşabiliriz; fabrikaları işgal edebiliriz. Her şeyi yapabiliriz ve hepsini yapıyoruz da. İşte heyecan verici olan da bu.”
John Holloway baştan beri devleti reddeden ve onun dışında bir dünya ve bugün isteyen bir Marksizm tartışması yürütüyor. Onun bunu bir gelecek hayalinden çok bugün için talep ettiği söylenebilir. David Harvey’in savunmadan bir hayat biçimi inşa etmeye geçmemiz gerekir demesiyle John Holloway’in bugünkü talebi arasında bir ilişki kurulabilir. Aynı şekilde Todd May’ın sözünü ettiği “canlandırma”nın da benzer bir bugün tartışmasına dahil olduğu da iddia edilebilir. Buysa solu bir gelecek hayali ve ütopyası olmaktan çıkarıp nerdeyse ve tamamıyla bugünle ilgili bir şey haline getirebilir. Üstelik solu bir de bu çerçevede değerlendirmek bugün açısından fazlasıyla önemli de görünüyor.
Böylesi bir tartışma ise ancak devletin dışında ve onu reddeden bir dünya ve bugün talebi üstünden yapılabilir. “Bizi çepeçevre saran bu dünya giderek daha otoriter, daha eşitsiz, daha yıkıcı, daha şiddet dolu bir hal” alırken geleceği görmeye ve yaşamaya ömrümüz yetmeyebilir. O yüzden “dünyayı tepetaklak etmek ve dünyamızı kendimizin kılmamız” için bugüne yönelmek ve orada bir şeyler yapmak ve yaptıklarımızı da kalıcılaştırmak zorundayız. Bunun gelecekten vazgeçmek gibi bir anlamı bünyesinde bulundurduğunu ya da işin oraya çıktığını söyleyemeyiz ama hayatta kalmayı çalıştığımız bir süreçte bu hayata kalmayı bugünde yaşamaya dönüştürebilir ve bunun için mücadele edebiliriz.
John Holloway’in kapitalizmde çatlaklar yaratmaktan kastı da budur (Kapitalizmde Çatlaklar Yaratmak, çev. Barış Özçorlu, Bülent Doğan, Eylem Canaslan ve Sinem Özer, Otonom, 2011). John Holloway’in yapmaya çalıştığı tartışmanın, daha doğrusu bugün önerisinin Teodor Kazinski’nin bugüne rağmen ve bugünün içinde özgürlük alanlarının mümkün olabileceği dediği şeyle de yakınlıkları bulunuyor. John Holloway bunu “İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek” olarak anlıyor ve öyle kabul ediyor (İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek, çev. Pelin Siral, İletişim, 2003). Buysa ancak devletin dışında kalmakla ve onu reddetmekle mümkün olur/olabilir.
Anılan iki kitabı birbirinden güç alan, birbiri olmadan edemeyen iki önerinin ilk tartışmaları olarak kabul edilebiliriz. Kuşkusuz söz konusu önerinin dünyayı bugün olarak anlayan ve ne yapılacaksa bugünde yapıp ve yaşamak isteyen anarşist ve ani-otoriter düşünce ile yakınlıkları olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Kaldı ki sol düşüncenin devletin dışında ve ona karşı kendini gerçekleştirebilmesi için anarşist düşünce ile ilişki kurması da ihtimal ki gerekebilir. John Holloway kitaplarında bu dediğim yakınlığa dair hiçbir vurgu yapmıyor ve hatta buna mesafeli duruyor.
Aslına bakılırsa bu gerekmeye de bilir. Anarşizmi dışta tutan, kendini onunla ilişkilendirmeyen devletsiz bir dünya talebine bağlı olarak solun komünizmden (aslında komünizm anarşizmlerle başka bir yakınlıktır ya da anarşizmin komünizmle yakınlığıdır), yani bir aşama olarak devletlerin ve sınırların ortadan kalkmasından, başka bir deyişle Marx’ın devletin sönümlenmesi dediği şeyden kalkarak böyle bir noktaya varması ihtiyatla da olsa mümkündür.
John Holloway San Francisco’da verdiği seminerlerde yaptığı üç konuşmayla iki kitapta sürdürdüğü tartışmayı biraz daha ileri götürüp daha da temellendiriyor. Söz konusu temellendirmeyi de bugünden çok fazla örnek vererek yapıyor. Hatta bu noktada Kapitalizmin İçinde, Kapitalizme Karşı ve Kapitalizmin Ötesinde kitabını iktidar olmadan dünyayı değiştirmenin ve bunu da kapitalizmin içinde yaratılan ve bulunan çatlaklarda yapmanın örneklendiği ve ilk değerlendirmelerin yapıldığı seminer notları olarak da kabul edebiliriz. (çev. Utku Özmakas, İletişim, 2017).
John Holloway konuşmalarında kapitalizmde çatlaklar yaratmak ya da var olan çatlakları ortaya çıkarmak için herkesi davet eden, kışkırtan bir “biz” tartışması da yürütüyor. Bu noktada Holloway çoğu anti-kapitalist hareketin işçi sınıfından, ezilenlerden, dışlananlardan fazla söz etmek yerine biz demeyi tercih etmesinin altını kalınca çiziyor. Bunun bugünle fazlasıyla ilişkili ve ancak onunla açıklanması mümkün bir tavır olduğu söylenebilir.
Yerel direnişler çağında ya da onun tabiriyle “isyan çağı”nda doğrudan işçi sınıfı temelli bir devrimci mücadelenin koşulları pek yoktur. Üstelik otoriterleşmeye bağlı olarak işçiler arasındaki sendikalaşmanın çoğu ülkede her geçen gün daha da azaldığı düşünülürse işçi sınıfı temelli bir devrimci teorinin en azından bugün açısından fazla bir anlamı olmayacağı, olsa bile bugünde pek bir şey ifade etmeyeceği ve bunun için daha geniş ve uzun bir zamana ihtiyaç olduğu da açıktır. Hatta bugün karşısında bu tür tartışma ve değerlendirmenin gerçeklik karşısında “ütopik” kalması da mümkündür.
Çünkü yerel direnişler çağında yerel, ulusal ve hatta evrensel mücadelelerin başta orta sınıf olmak üzere epey bir kesimi bünyesinde bulundurduğu düşünülürse John Holloway’in biz kavramı bugüne karşı mücadelede fazlasıyla olumlu sonuçlar verebilir, kapitalizm karşısında kapsayıcı bir mücadeleyi örgütleyebilir. Kaldı ki devrimci mücadelelerinin kendini işçilerin ve ezilenlerin hakları ile sınırlamadığını ve bunu merkezine almadığını, tersine çevre başta olmak üzere bütün dünyayı ilgilendiren sorunları mücadele konusu ettiğini bildiğimize göre “biz” kavramı burada fazlasıyla kapsayıcı ve kışkırtıcı bir özellik de kazanabilir.
Bu “biz”in temel özelliği ise John Holloway’e göre pratik içinde inşa edilmesi gereken bir şey olmasıdır. John Holloway orada kurumsallaştırmanın bir sınıflandırma ve kapatma biçimi olduğunu da söylüyor. Hiç uzağa gitmeye gerek yok; bizdeki Gezi Parkı, Atina’daki Navarino Parkı gibi örneklere bakarak bile “biz”in çoğu zaman kurumsal olanın dışında türlü komünleştirme ile kendini gerçekleştirdiğini ve bunu hızla dünyaya yaydığını, kapitalizme karşı önemli bir mücadele biçimi haline geldiğini söyleyebiliriz.
John Holloway tam burada biz ve hayvanlar arasında bir ayrım yapıyor ve bunu da insanın haysiyeti ile açıklıyor. İnsan haysiyetini ve haysiyetli bir öfkeyi kapitalizmle mücadele konusunda önemli ve gerekli buluyor. Bu noktada “Bizi çepeçevre saran bitkilerle ve başka yaşam formlarıyla daha farklı ilişkiler” kurabilir. “Bahçeler yaratabiliriz, her türden şeyi yapabiliriz,” demesini de insan haysiyeti kadar bugünle ve bugünün bizi çağırdığı mücadelelerle açıklayabiliriz.
Bu mücadelenin, yani “biz”in eylediklerinin temel özelliklerinden biri ise özgürleştirici olmasıdır. Bu da bizin onun otoriter ve hiyerarşik olanın dışında kendini inşa edip eylemesi ile ilgilidir. Bu noktada mücadele alanı olarak kabul ettiğimiz bütün yer ve mekânlar bizim kapitalizmin içinde açtığımız çatlaklardır. Bu noktada dünyaya bakarak bir parkın, bir bahçenin, bir bostanın, bir derenin, çayın ya da insan ve insan olmayan canlıların hayat alanı bu çatlaklardan bazılarıdır ve bütün çatlaklar hareketi çağırır ve bizi buna kışkırtır.
Bizi dışlayan devlet formunun dışında onu merkez almayan forumlar, komünler, konseyler, meclisler ise “biz”in örgütlenmeleridir. O yüzden biz kurum karşıtıdır. Bizler çalışanlar değil, eyleyenlerdir. “Bizler faaliyetimizin çalışma formu altında zapturapt altına alınmasını karşı duran yaratıcılarız.”
John Hollway’e göre devrimin kendisi de bir çatlak olmalıdır. Bu noktada John Holloway haklı olarak yalnızca iktidarı ele geçirdiğimizde değişikliklerin gerçekleşeceği bir geleceği inşa etmeyi sonuna kadar reddeder. Ona göre devrimi şimdi ve burada düşünmek mecburiyetindeyiz.
John Holloway seminerlerinde sermayeyi tartışma konusu ederken “biz”i de sermayenin krizi olarak kabul eder. Krizse aleni bir başkaldırı olmaktan çok boyun eğmemededir ve bu iki özelliğimiz sayesinde gönülsüzlük, ayak sürümü gibi davranışlar üstünden bir reddediş de inşa etmiş oluruz
John Holloway’in başlangıçta balkonda çiçek yetiştirenleri ve dans edenleri devrimci kabul etmesini epey bir kesimin ironik bulduğunu biliyoruz. Bugünse o tartışma çok gerilerde kaldı. Dünyanın dansı karşısında geçersizliğini ilan etti. O yüzden John Holloway’in bize dönük şu çağrısı çoktan dünyaya yönelik bir çağrı haline gelmiştir. “Türkiye’de giderek artan akademik baskılara karşı dans edin; toplumun içe kapanışına karşı dans edin; önünüze dikilmiş gerçek ve metaforik duvarlara karşı dans edin; Kürtlerle birlikte dans edin; mültecilerle birlikte dans edin; sınırlara karşı dans edin; bambaşka bir dünya için dans edin.”
Son olarak, John Holloway kapitalizm içinde, kapitalizm karşısında ve kapitalizmin ötesinde bir bugün için bütün sözünü mücadeleye ilişkin bir analiz olarak kabul ettiği Kapital’i yeniden okuma önerisiyle bağlıyor ki bu da dikkate değer.