Sağ Kanattan Bağımsızlık Atağı

                                                                    

                              Bağımsız bir devlete sahip olmak, halkımızın doğal meşru hakkıdır.

                                                                                                        Mesud Barzani

2016 yılı Irak Kürdistan Özerk Bölgesi (Güney Kürdistan) ve Barzani önderliği için uluslararası görünürlük ve temasların daha önceden görülmemiş düzeyde bir ivme kazandığı, hakiki bir diplomasi yılı oldu. İtalya’dan İran’a, ABD’den Fransa’ya onlarca ülkenin üst düzey yetkilileri Erbil’e (Hewler) ziyaretlerde bulundu. YPG, YPJ güçlerinin, Rojava Kürdistan’ında IŞİD’e karşı geliştirdiği mücadeleyi takip eden Rakka operasyonu ve Musul operasyonunda Peşmerge güçlerinin oynadığı etkin rolün yelkenlerini güçlü bir rüzgârla doldurduğu bu diplomatik seyir, Bağdat’la müzakerelerde bağımsızlık fikrinin alenen ve yüksek perdeden dilendirilmeye başladığı, Ankara ve Tahran’ın göreli olarak ve dahi Güney’de sınırlı kalması koşuluyla bağımsızlık fikrine karşı tutumlarının yumuşamaya başladığı belki de dönüm noktası niteliği taşıyan bir yılın en belirgin gelişmesi oldu. Tüm bunlara rağmen, 2016 yılının ne bakımdan bir dönüm noktası olduğuna girmeden, söz konusu durumun son bir veya birkaç yıllık gelişmelerin neticesinde sürpriz bir biçimde karşımıza çıkmadığını söylememiz önemli. Bu durum, Irak'ta Saddam Hüseyin iktidarının bitişi itibarıyla başlayan uzun bir sürecin sonucu olarak ele alınmalı.

Saddam sonrası Celal Talabani’nin cumhurbaşkanlığındaki ve Şii lider Nuri el-Maliki'nin başbakanlığındaki ilk yılları, Güneyli Kürtlerin 1990'lar boyunca KDP (Hewler) ile KYB (Süleymaniye) arasında yaşanan anlaşmazlık ve kavgaları sonlandırmayı -hiç değilse Brakuji felaketlerinden kurtulmayı- ve bu geçiş döneminden galip çıkan taraflardan biri olmayı başardığı yıllar oldu. Güney Kürdistan, Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından yönetilen ve nihayetinde KDP ve Barzani ailesi tarafından kontrol edilen gerçek bir özerk bölge haline geldi. Dışişlerinin Bağdat merkezî hükümetinin elinde kalmaya devam etmesine karşın Güneyli Kürt otoriteleri, sağlık hizmetleri, eğitim, iç güvenlik, doğal kaynaklar, tarım, ticaret, endüstri, yatırım, ulaşım, kültür, turizm ve spor gibi alanları kapsayan geniş bir yelpazede kendi içişlerinde güç sahibi oldular. Ayrıca elektrik enerjisi ve su kaynakları ile ilgili meselelerde de merkezî yönetimle ortak söz hakkına sahip oldular. Maliki hükümetlerinin kasıtlı bir tercihle Şii-Sünni gerilimi üzerinden Irak’ı yönetmeye çalışmasının neden olduğu, nihayetinde IŞİD’in Irak topraklarının bir kısmını ele geçirmesine kadar varan siyasal ve sosyal çalkantı yıllarında Güney Kürdistan’ın görece istikrarlı ve güvenli bir ada durumunda bulunması Mesud Barzani’nin kendi iktidarını ve uluslararası meşruiyetini güçlendirdi. Bu zamanlarda, Güney Kürtleri Saddam sonrası Irak döneminde çok daha güçlü ve tatmin edici bir durumda olsalar da, bağımsızlık özlemi ve fikri halen uzun vadeli bir erim ve uğruna halen uzun bir yolun katedilmesi gereken bir “hülya” olarak kalmaya devam etti.  Filhakika her ne kadar Mesud Barzani giderek artan sayıda devlet başkanıyla buluşmaya ve onları Hewler’de ağırlamaya başlamış, Fransa ve ABD Güney Kürdistan'ının başkenti Hewler'de elçilik açmış olsa da bu günkülerden daha düşük temsilli, diplomatik toplantılarda bile olası bir bağımsızlıktan bahsetmek açıkça imkânsızdı ve bu durum hem Barzani'nin ortaklarıyla hem de başkaca güçlerle sorunlar yaratabilme potansiyelini haiz olmaya devam ediyordu. Nitekim Barzani liderliği NATO’lu ortaklarıyla, hem AKP’li yıllarda Ankara’yla ilişkilerini, kimi tartışmalı ve karanlık yöntemlerle iyiden iyiye geliştirmiş hem de Saddam sonrası yıllarda Washington’la ilişkilerini pekiştirmiş olsa da her iki merkez de kimi benzer kimi de kendi özgül gündem ve gerekçelerinden ötürü bağımsızlık fikrini daima reddetmeye devam ediyorlardı. Öte yandan İran da hem Barzani yönetiminin karşı küresel blokla ilişkilerinden hem de Barzani himayesinde Güney Kürdistan’da bulunan İran KDP’sine bağlı Rojhilat peşmergelerinin İran içerisinde yaratabileceği sorunlardan ötürü bağımsızlık fikrinin zikrine dahi şiddetle karşı duruyordu.

Fakat yıllar geçtikçe, dışarı doğru Güney Kürdistan'ının gittikçe artan başarıları, içeri doğru ise Barzani yönetiminin parlamentoyu fiilen ilga etmesine, süresi bitmiş olmasına rağmen başkanlık seçimini belirsiz bir tarihe ötelemeye kadar varan siyasal başarısızlıklarına bağlı yönetememe krizini, öte yandan da diğer Kürdistan parçalarında Kürdistani güçlerin gittikçe güç kazanmaları sayesinde Mesud Barzani, petrol satışı gibi oldukça stratejik ve belirleyici bir meselede bile daha azimli, güçlü ve bağımsız politikalar geliştirmeye, hayata geçirmeye başladı. Daha önceden Irak merkezî hükümeti ile yapılmış petrol anlaşmaları, Güney Kürdistan'ını artık memnun etmemeye başlamıştı (bu noktaya kadar, Güney Kürdistan’ı uluslararası alıcılara doğrudan petrol satışı yapamıyor, ulusal Irak petrol şirketi üzerinden iş yapmak zorunda kalıyordu. Buna karşılık, federal Irak gelirlerinin yaklaşık %17'sini Güney Kürdistan’ı alıyordu). 2013 yılında tamamlanan Kerkük-Yumurtalık Petrol hattının denetimini elinde bulundurmasının verdiği güçle Barzani önderliği Irak merkezî yönetimiyle var olan anlaşmaları görmezden gelerek Bağdat’ı bir nevi by-pass ederek özellikle Ankara’ya yüklü miktarda petrol ihracatı yapmaya başlarken, başta Total’le olmak üzere uluslararası enerji tekelleriyle alışveriş ilişkileri geliştirmeye başladı. 

Bu girişimlerden ötürü Bağdat’ın Ocak 2014’te Hewler’e aktarılan kamu gelirlerini kesme karar alması Kürt makamlarının daha önceki benzer olaylarda gösterdiği tepkilerden farklı bir tepki vererek davranış değişikliği gösterdiği ilk olay oldu. Daha önce benzer durumlarda yumuşak güç kullanımını önceleyerek uzlaşmacı ve tavizkâr bir tutum takınan Barzani önderliği, tam da Bağdat yönetiminin ciddi bir temsiliyet ve yönetim krizi içerisinde bulunduğu bir dönemde, hem Suriye’de hem de Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan ve kazanımlar elde edebilen yegâne seküler güçler olan Kürt savaşçılarının verdiği kuvvet ve tazyikle, IŞİD tehdidine karşılık Kerkük’e girerek Irak Kürdistan Bölgesel yönetimini sınırlarını genişleten Peşmerge güçlerinin verdiği özgüvenle, Mesud Barzani her siyasi krizinde bir oyalama argümanı olarak kullanmayı alışkanlık edindiği bağımsızlık referandumu kozunu daha güçlü bir biçimde sık sık işliyor. Bu durum Güney Kürdistan'ının yeni diplomatik açılımlara gidebileceğinin göstergesi. Güney için bağımsızlık, artık bir hayal ya da çılgınca bir fikir değil. Sonuç olarak, Güney Kürdistan’ı artık sert güç kavramına göndermede bulunan diplomatik enstrümanlar kullanıyor. Barzani, Güney Kürdistan'ın çıkarlarını savunmak için, toprak elde etmek ve yasallık sınırlarını zorlayan petrol anlaşmaları yapmak amacıyla Peşmerge güçlerinin caydırıcılığını ön plana çıkarıyor. Bu tutum ve kullanılan enstrümanlar sayesinde, Güney Kürdistan’ı uluslararası anlamda çıkarlarını korumayı, görünürlüğünü ve meşruluğunu artırmayı başarırken, içeride de diğer Kürdistani partilere karşı göreli bir üstünlük sağlamayı sürdürüyor diyebiliriz.

Oysa henüz kısa bir süre önce, Güney Kürdistan bu tip “sert güç” enstrümanlarını kendi bütünlüğüne ve kazanımlarına zarar verebileceği gerekçesiyle kullanmazdı. Hususiyetle 2014 yılından bu yana sürat kazanan gelişmelere kadar, Mesud Barzani "paradiplomasi"  yolunu izlediği için daha "yumuşak" enstrümanlar kullanmak durumundaydı.

VIVA Dünya Kupası

Elbette futbolun, milliyetçiliğe dair rolünü; devletlerin gelişiminde, uluslararası futbol müsabakalarının hem ulusal kimliğin hem de milli rekabetin inşasından ifa edebildiği ikili görevlerini, futbolun, millî kimliklerin kuruluşunda etkin rol alabileceğini ve var olabilecek küçük iç bölünmeleri aşarak ve yerinden ederek, milletin, “biz” olarak kurulmasını sağlayan bir alan olabileceğini, kalabalıkların sportif başarıları tattıkça, ulusal futbol kavramları ile kendilerini tanımladıkça vatanseverliklerini pekiştirebileceğini, uluslararası futbolun ulusal farkındalığı, kimliği canlandıracağını ve futbol takımlarının başarılarıyla milli bilinç, gurur ve birlik duygusunu canlandırabileceğini, ayrıca sporun muhtelif topluluklar arasında milli birliğin inkişafında bir enstrüman olarak kullanabildiğini keşfeden Barzani önderliği futbolu yumuşak bir paradiplomasi enstrümanı olarak kullanageldi.

Daha açık olmak gerekirse, burada Kürdistan milli futbol takımını ön plana çıkarmak gerek. Kürdistan takımı, bulunduğu bölgesel (ulusal olmayan) statüsü gereği FIFA tarafından resmî bir milli takım oluşturmaktan ve organize edilen maçlarda yarışmaktan alıkoyulduğu için oldukça özel bir yerde duruyor. Bu takımın diğer FIFA milli takımlarıyla karşılaşma imkânı yok. Buna rağmen, Kürt makamları 2008'den beri futbolu politik bir araç olarak kullandı. Nitekim Kürdistan takımı, 2008'de "N.F. Board" tarafından ikincisi düzenlenen uluslararası turnuva VIVA Dünya Kupası'na katıldı. NF (Yeni Federasyon/New Federation) FIFA'dan farklı olarak ulusların, bağımlı bölgelerin, tanınmayan devletlerin, azınlıkların, devletsiz toplulukların ve mikro ulusların (FIFA ile bağı olmayan) uluslararası maçlara çıkabildiği alternatif bir uluslararası futbol kurulu. VIVA Dünya Kupası'nın ilki 2006 yılında düzenlendi. Bu zamanda, Kürdistan Futbol Federasyonu henüz kurulmuştu ve Güney Kürtleri için maçlarda oynayabilmelerinin tek yolu VIVA Dünya Kupası'nda yer almaktı. Bu nedenle, takip eden müsabakalarda, Güney Kürdistan güçlü biçimde temsil edildi. 2008'de ilk defa katıldıkları turnuvada (takımın kendi tarihinde ilk maçı da burada oynanıyor) Kürdistan milli takımı dördüncü oldu. 2009 ve 2010'da arka arkaya iki sene ikinci olmayı başardı. 2012'de ise Kürdistan milli takımı VIVA Dünya Kupası şampiyonluğunu elde etti. Takımın bu hızlı yükselişi, daha önce bu yazıda da belirttiğimiz gibi son yıllarda daha da iyiye giden Güney Kürdistan'ının genel durumu ile paralellik oluşturması bakımından, dikkate değer bir sembol haline gelmiş durumdaydı.

Araç olarak futbol: “Kürt halkını bir araya getirmenin en kolay yolu futboldan geçiyor”

Ne var ki bu gözlemin de ötesinde, futbol takımının Güney Kürtleri için ne denli önemli olduğunu daha fazla açıklamak durumundayız. Güney Kürdistan'da, dünyanın her yerinde olduğu gibi, ulusal futbol takımı ulus olma fikrini canlı tutabilmek için mühim bir araç. Nitekim Güney Kürdistan’ı maçlarında Kürt bayrağı (Ala Rengîn) açılıyor, Kürt futbolcular göğüslerinde milli armayı taşıyorlar ve mili marşı (Ey Reqîb) söylüyorlar. Tüm bunları görmezden gelmemek gerekiyor çünkü Güney Kürtleri için, tüm bunlar ulusal kimliklerini açıkça temsil ve ifade için bir fırsat durumunda. Kürt Futbol Federasyonu başkanı Safin Kanabi'nin 2014'ün başlarında dile getirdiği gibi: "Kürt halkını bir araya getirmenin en kolay yolu futboldan geçiyor." Futbolun Kürt halkı üzerindeki etkisi 2012 VIVA Dünya Kupası boyunca ve sonrasında oldukça güçlüydü. Sonuçta birinciliği elde etmenin yanı sıra, bu turnuvanın Güney Kürtlerinin ev sahipliğinde gerçekleşmiş olması da önem arz ediyordu. Bu süreçte Kürt halkı kendi "evlerinde" olması bakımından milli takımlarının maçlarıyla daha da yakından ilgiliydiler. Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmak, Kürt halkını Kürt ulusal fikri etrafında bir araya getirmeyi amaçlayan bir sosyal politika olarak düşünülebilir. Ayrıca, futbolun Kürt ulusunun kaderinin belirlenmesinde kullanılması sadece futbol otoriteleri tarafından seçilen bir yol değil. Bunun "ulusal bir tercih" olduğunu dikkate almalıyız. Zira Güney Kürdistan Başkanı Barzani de futbol ve Kürt paradiplomasisi arasındaki bağlantıyı şöyle ifade ediyordu: "Biz milletimize hizmet etmek ve bu uğurda milletimiz için her şeyi elde etmek uğruna sporu kullanmak istiyoruz." Mesud Barzani'nin futbola olan yaklaşımının bir başka dayanağı, Hewler hükümetinin 2012 VIVA Dünya Kupası için ana mali desteği sağlamış olmasında görülebilir. Hükümet aynı zamanda Zako Stadyumu gibi yeni tesislerin inşası için de destek vermekte.

Futbol, içeride ulusal bütünlük için önemli olduğu kadar, Kürdistan'ı VIVA Dünya Kupası aracılığıyla dünyanın geri kalanına tanıtmak için bir yöntem oluyor. IŞİD ve Peşmerge arasındaki son gelişmelerden önce çok az insan, kendi devleti olmayan dünyanın en büyük halkından ve "Kürdistan Meselesi'nden" haberdardı. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, 2016'dan önce diplomatik ilişkilerde Kürdistan'ın bağımsızlığı ile alakalı konuşmak mümkün değildi. Kürt makamları yeni toprak elde etmek için Peşmerge güçlerini kullanamıyordu. Bu ve benzeri meselelerdeki isteklerini dayatamıyor ancak daha yumuşak araçlarla muhataplarını ikna edebiliyordu. Bu bağlamda futbolun özellikle etkin olduğu bir gerçek… Süleymaniye FF kulübünün futbolcularından Diyar Yakhi’n’in şu sözleri bunları doğrular nitelikte olsa gerek:  "Futbol, ​​Kürdistan'ın neyle ilgili olduğunu öne çıkarmak için yardımcı oluyor. Sadece oynadığımızda değil, aynı zamanda seyahat edip medyada yer aldığımızda da bu böyle. Kendimizi futbol ve milli takımımız vasıtasıyla dünyaya göstermek zorundayız." Kuzey Kıbrıs'a karşı VIVA Dünya Kupası finalindeki zafer sayesinde, bazı uluslararası medya kuruluşları bu olayı haberleştirdiler. Örneğin Kürt halkının “kendi kaderini tayin hakkı” bakımından bu dikkate değer bir durum. Bu sayede bağımsız bir Kürdistan fikri meşru kılınabilir ve Güney Kürdistan'ının kendi bağımsızlığı için ne kadar hazır olduğu görülebilir. Tam bu zamanlarda Erbil Valisi Nawzad Hadi şunu ifade etti: "Burada ilk kez uluslararası takımları ağırlıyoruz. [...] Kürdistan'ın nasıl geliştiğini görebilirsiniz; burası artık her yerde olduğu gibi normal bir yer." Sonuç olarak bir sosyal politika olmasının yanı sıra, futbolda milli takımı projesi aynı zamanda paradiplomatik siyasetin bir parçası. Bununla birlikte, FIFA dışı futbol müsabakaları, VIVA Dünya Kupası ve CONIFA Dünya Kupası (2014 itibarıyla VIVA'nın yerine geçen etkinlik), kısıtlı müsabakalar olmaya devam ediyor. Bu müsabakalar UEFA veya FIFA ile karşılaştırıldığında oldukça "gizli" kalıyor. Çünkü canlı yayın yapan bir kanal, uluslararası medyada final maçları hariç hiçbir haber, bu müsabakaları destekleyen hiçbir uluslararası sponsor yok. FIFA müsabakaları ile kıyaslandığında "gülünç" görülecek bir mali bütçe söz konusu. Güneyli Kürt futbol yetkililerinin neden bu durumdan memnun olmadığı buradan anlaşılıyor. Onlar müsabakalara katılmaktan fazlasını istiyorlar. 2012 VIVA Dünya Kupası’nı kazandıktan sonra, Safin Kanabi'nin "Bu, Kürdistan'ın FIFA üyeliği yolunda attığı ilk adım olabilir," sözlerinden de anlaşılacağı üzere bu tarihten itibaren hedef netlik kazanmış duruyor.

Fakat şimdiye kadar Irak Kürt Futbol Federasyonu “FIFA Dünyası’na” ulaşamadı. Güney Kürdistan'ın mevcut koşullar altında FIFA'ya dahil olmasının neden imkânsız olduğunu açıklamak zor. FIFA'nın önkoşullarına göre, bağımsızlık öncesi bölgelerin FIFA üyesi olma ihtimalinin olduğunu söyleyebilir. Bu durumda teorik olarak Kürdistan'ın Irak Futbol Federasyonu ile anlaşma yapması gerekiyor.[1] Ancak FIFA üyesi olmak için, ayrıca kıta ülkelerindeki konfederasyonlardan birine, Güney Kürdistan'ın durumunda Asya Futbol Federasyonu (AFF), üye olmak şart. Fakat AFF'nin tüzüğü gereği, statüsü bağımsızlık öncesi olan bölgeler için "FIFA'da yer alan madde" bulunmadığından mesele daha da karmaşık hale geliyor.[2]

Safin Kanabi artık Fransa ya da İngiltere gibi "gerçek" FIFA milli takımlarına karşı oynamalarına izin verilmesini istiyor. James Dorsey'nin hatırlattığı gibi, Irak Kürdistanı, Katalonya ve Kosova örneklerini takip edebilir; çünkü her iki ülkeye de "FIFA tarafından uluslararası maçlara çıkmaları için halihazırda izin verilmiş durumda" (FIFA tüzüğü Madde 83[3], bu üye olmayan "ülkelerin" FIFA üyelerine karşı oynamasına imkân veriyor). Fakat bugüne kadar FIFA bu ilk adımı atmayı dahi reddetti. Örneğin, Nisan 2012'de FIFA, Güney Kürdistan ve Filistin arasındaki maçı düzenlemeye yanaşmadı.

Ne var ki, futbolun Kürt makamları için paradiplomasi çerçevesinde önemli bir rol oynadığını söylemeliyiz. Futbol, ulusal kimliği bozulmadan korumak ve yurtdışında Kürt çıkarlarını göstermek ve savunmak için nadir araçlardan biriydi. Fakat futbol "alevi canlı tutmaya" imkân verse bile, Güneyli Kürt futbol diplomasisi, Güney Kürdistan'ın durumunu ilerletmeyi başaramadı. Futbol, tıpkı Kürt Futbol Federasyonu'nun FIFA'ya ulaşamaması gibi, Katalonya ya da Kosova'dakinin aksine Kürt çıkarlarının katalizörü haline gelmeyi başaramıyor. Dolayısıyla, futbol paradiplomasisi ile somut sonuçlar elde edilemezken; Kürt makamları, doğrudan petrolü kullanma isteği ve çatışmaların mevcut durumu nedeniyle Peşmerge güçlerinin kullanılması ile Kürt çıkarlarını dünyaya duyurmayı tercih ediyorlar.

Kürt makamlarının FIFA tarafından tanınmaktaki başarısızlıkları, futbolun paradiplomatik anlamdaki sınırlılığının bir kanıtıdır. Tabii ki futbol, Güney Kürdistan'ın Saddam sonrası "canlanma" döneminin ilk yıllarında, diğer paradiplomatik araçların oldukça kısıtlı olduğu bir ortamda, inkâr edilemez bir önem taşıyor. Bununla birlikte, futbolun Kürdistan'ın bağımsızlığı ihtimalini güçlendirmek adına hem yurtiçi hem de yurtdışında ulusal Kürt ülküsü için rol oynamakla beraber aslında, Irak'taki Kürt çıkarları için bir rol üstleniyor. Daha açık ifadeyle KBY (Kürdistan Bölgesel Yönetimi) ile Irak merkezî hükümeti arasındaki ilişkilerin gelişimine dair bir gösterge işlevi görebiliyor. Başka bir deyişle, Güney Kürdistan’ın futbol paradiplomasisi, genel diplomatik eğilimi takip etmektedir diyebilmemiz mümkündür.

Öyle ki, 2014 yılına kadar, daha önce de belirttiğimiz gibi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi hiçbir zaman Irak'tan ayrılma isteklerini açık bir şekilde ifade etmedi. Öte yandan, Kürdistan kulüplerinin Irak futbolu ortamıyla ilişkilerinin Saddam sonrası ilk yıllarla şimdiki durumlarını kıyaslayacak olursak genel siyasi ve diplomatik ilişkilerle arasında ilginç bir paralellik ile karşılaşıyoruz. 2000'lerin ikinci yarısında Kürt bölgesinden kulüpler oldukça güçlenmişti. Kulüplerin, 2005 yılı sonrası Güney Kürdistan’ın istikrar ortamı sayesinde, "Irak Premier Ligi'ne" kendilerini gösterebilmeleri için daha fazla mali imkânları vardı. 2006 itibarıyla, Erbil arka arkaya üç kere şampiyonluğu kazandı. 2009 yılında, başka bir Kürt takımı olan Duhok birinciliği elde etti ve 2012'de Erbil yeniden şampiyonluğu göğüsledi. Kürt takımlarının bu başarısının, Kürtlerin bağımsızlığı için politik anlamda kullanılmasını bekleyebilirdik ancak durum öyle olmadı. Aksine, Kürt kulüp başkanları ile Irak futbol makamlarının arasındaki ilişkiler oldukça iyiydi. 2005'ten beri, Irak'ın politik makamlarında (Hükümet ve Temsilciler Meclisi) Kürt politikacılar olduğu gibi, Irak FF Kongresi'nde belirli bir sayıda Kürt vardı. Fakat son birkaç yılda "futbol sahasında" Kürtler ve Iraklılar arasındaki ilişkinin, politik anlamda olduğu gibi, kötüye gittiğini gözlemleyebiliyoruz. Örneğin Kerkük’ün Kürdistan sınırlarına dahil edilmesiyle baş gösteren Kerkük sorununu olduğu gibi Kerkük SK’nın bu sorun ortaya çıkmasını takiben yıllardaki kaderini üzerinden de takip edebilmemiz söz konusu. Her iki taraftan politikacıların da Kerkük'e göz dikmesi neticesinde, Kerkük SK, Irak profesyonel futbol sahasından kayboldu. Deutsche Welle internet sitesinde yayımlanan bir makale bunun nedenini şöyle açıklıyor:

"Kulüp, KBY'den para alamaz; çünkü Kerkük aksi istense de resmi olarak Kürtlerin yarı özerk bölgelerinin bir parçası değil. Ayrıca, Bağdat da takıma herhangi bir finansal yardımda bulunmuyor. Takımın mali yetkilisi Serwan Nejim'in dediğine göre, çok sayıda Kürt oyuncusu olduğu için muhtemelen kendilerine para sağlanmıyor."[4]

Elbette, siyasi ilişkiler ve Irak Premier Ligi sonuçları doğrudan bağlantılı değiller. Ancak yine de, Iraklı ve Kürt siyasetçilerin "futbol sahası" üzerinden gerilmesi ile Kerkük SK ortadan kaybolmasını, Süleymaniye ve Duhok’un ikinci lige düşmesini ve Kürt kulüplerinin son yıllarda artık Irak şampiyonluğuna ulaşamadıklarını görebiliyoruz. Ve Nihayet 2016’nın Aralık ayında Necef şehrinde Asharq al-Awsat ile Erbilspor arasında oynanan müsabakada ev sahibi takım taraftarlarının Peşmerge ve Hewler yönetimi aleyhine yaptığı tezahüratlar nedeniyle Erbilspor takımının sahadan çekilmesinin ardından Irak Premier Ligi’nde mücadele eden Kürdistan kulüpleri Erbilspor ve Zahospor ligden çekildiklerini ve bundan böyle yalnızca Kürdistan liginde mücadele edeceklerini açıkladılar.

Sonuç

Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız tüm bu paralel gelişmeleri Irak milli takımının Kürtlerin gözündeki durumu üzerinden de seyredebilmemiz mümkün. Irak milli takımı, Irak Premier Ligi’nde görüldüğü gibi, Iraklılar ve Kürtler arasındaki ilişkilerin kötüleştiğini simgeliyor. Saddam sonrası dönemin ilk yıllarında Irak milli takımı, aynı ekibin içinde Sünni, Şii ve Kürtlerin bir araya gelmesiyle, yeni dönemin sembolüydü. O zamanlar çok dinli siyasal yönetime hâlâ inanabiliyordu. Irak'ın 2007 Asya Kupası'nda kendi tarihindeki ilk zaferi güçlü bir sembol haline gelmişti. Uluslararası medya Irak milli takımına övgülerde bulunuyordu. Nihayetinde bir birlik hali yakalanmış görünüyordu. Erbil'de zafer haberi sokaklarda coşkuyla karşılanıyordu. Kürt halkı "kendi" zaferlerinden mutluluk duyuyor ve gururlanıyordu. Nitekim giderek her şey değişti. Irak devletinde olduğu gibi, Irak milli futbol takımı giderek Şii'leşti ve takımda daha az Kürt ve Sünni yer almaya başladı. Kürt futbolcular ilk yıllarda, hem Irak hem de Kürt milli takımları için oynayabilirken, yıllar geçtikçe bu durumu görmek artık mümkün olmadı. Son yıllarda Irak milli takımı Kürt halkını temsiliyetini iyice yitirdi. Bunu daha iyi anlatmak için, Ocak 2014'deki Asya Kupası'nda Irak milli takımının başarısına Erbil'in ne tepki verdiğine bakabiliriz. Rudaw’daki[5] bir makaleye göre, Kürt halkı Irak takımının başarısı karşısında tamamen ilgisiz kaldı. Bunun yerine "kendi milli takımları" olan Kürdistan takımından bahsetmeyi tercih ettiler. Örneğin, Rudaw'ın röportaj yaptığı bir kişi şunları söylüyor: "Ben gençken Irak takımının maçlarını izlerdim ama artık izlemiyorum." Bir başkası daha da ileri giderek "Irak takımını sevmiyorum çünkü ben Kürt'üm. Kürdistan'ın kendi futbol takımı olmalı," diyor.

Son söz niyetine, nihayet Kürt ulusu önceki yüzyılın başında kaçırdığı, ıskaladığı ve kaybettiği her ne varsa bir yüzyıl gecikmeli olarak yakalamaya, kazanımlara dönüştürebilmeye başlamış gibi görünüyor. Kayıp yüzyılın ardından kayıp ülkenin ulusu örgütleriyle, kurumlarıyla nihayet kendi şahsiyetinin temsiliyle uluslar sahnesindeki yerini almaya hazırlanıyor; diplomasisi, siyaseti, askeriyesi başta olmak üzere pek çok alanda Kürt kimliği belirginleşiyor, statüye, formel bir hüviyete kavuşuyor gibi görünüyor. Hatta öyle ki Başure ve Rojava Kürdistan’ındaki gelişmelerle birlikte Kürt ulusal kimliği teritoryal olarak da açığa çıkıyor, statüye kavuşuyor gibi görünüyor ve futbol alanını da tüm bu tarihî gelişmelerin bir alanı yahut bir şahidi olarak izleyebilmemiz mümkün olabiliyor.

 

 



[1] Uygulamada mesele daha karmaşık olabilir. Yakınlarda Cebelitarık'ın FIFA'ya üye olma başvurusu: Madde 10 (bölüm 6) şöyle diyor: “Henüz bağımsızlığını kazanmamış bir bölgede yer alan bir federasyon, bağlı olunan ülkenin onayı ile FIFA’ya üyelik başvurusunda bulunabilir.” Ayrıca İngiltere’den dört futbol kulübü, zaten UEFA üyeliği bulunan Cebelitarık Futbol Federasyonu’nun FIFA’ya katılmasını onaylasa da, Madde 10’da (Bölüm 1) belirtildiğine göre “her ülkeden yalnızca tek bir federasyon kabul görür, o da uluslararası anlamda tanınan bağımsız devlettir.” Yine de Bölüm 6’da belirtilen durumda olan adaylar için, bu madde sağlanmak zorunda değil. Bu da FIFA kurallarının uyarlanabilirliğini kanıtlıyor.

[2] Avrupa, Asya (Oceania Futbol Federasyonu dışında) ve Karayipler’de (Karayip Futbol Federasyonu), futbol federasyonlarının bağımsızlık öncesi statüdeki bölgelere bu maddeden faydalanmaları için onay vermediği bir durumda böyle özel bir maddenin var olduğunu görmek oldukça ironik.

[3] Fifa.com, “FIFA Statutes”, Ağustos 2014,

http://www.fifa.com/mm/document/affederation/generic/02/41/81/55/fifastatuten2 014_e_neutral.pdf (Madde 83: "Üyelere bağlı oyuncular ve takımlar ya da Konfederasyon’un geçici üyeleri, FIFA’nın onayı olmadan üyelere bağlı olmayan oyuncular veya takımlarla ya da Konfederasyon’un geçici üyeleriyle maç yapamaz veya sportif temaslarda bulunamaz.")

[4] Deutsche Welle, “Kirkuk Football Club sees hope in Iraqi turmoil”, 30 Haziran 2014, http://www.dw.de/kirkuk-football-club-sees-hope-in-iraqi-turmoil/a-17741917  

[5] Rudaw, “In Kurdistan, Tepid Support for Iraqi Football”, 30 Ocak 2014, http://rudaw.net/english/sports/30012014