Sanırım duymayan ve okumayan bir ben kalmışım: sosyetede ünlü olan Sema Çelebi adında bir hanım Bebek’te A la Gurme adında bir yer, ıstakoz butiği açmış ve ıstakoz ticareti yapıyormuş. 27.07.2005 tarihli Hürriyet gazetesinin Pazar ekinde Cahit Akyol yazısında bu yeni mekandan, ıstakoz kültüründen ve ıstakoz pişirme tekniklerinden bahsetmiş. Yazıyı internetten bulup okuyunca tüylerim diken diken oldu. İnsan türünün ıstakoz yediğini biliyorum, nasıl ve ne kadar fena bir şekilde pişirildiğinden de haberim var. Bütün bunlar hakkında fikir sahibi olmam ise yazıya ve “aman lezzeti kaçmasın” odaklı pişirme usulüne tepki duymamı engellemedi. Söz konusu yazıda iki tane pişirme yöntemi tarif ediliyor.
Masallardaki kırk satır mı kırk katır mı sorusundan farksız; ölümlerden ölüm beğen diyorsunuz. İlk tarif ıstakoz haşlama. Istakozu canlı olarak kaynar suya atmadan önce, tencerede hayvanın debelenmesini önlemek için “kuyruk kısmının aynı boyda bir sopayla iki yandan bağlanması” tavsiye ediliyor. İkinci tarif ise ıstakoz ızgara tarifi: “en makbul ıstakoz ızgara, ıstakozun canlı canlı ızgara edildiği türdür. Izgara için önce ıstakozun bacaklarının kopartılması gerekir. Ardından kıskaçlarının kenarlarından kabuğu bıçakla derince çizilir ve bıçağın tersiyle vurularak kırılır.” Çoğumuzun bildiği ya da duymuş olduğu üzere ıstakoz kaynar su dolu tencereye atıldığında çığlık atar, Sema hanım bunun da çaresini iki şekilde bulmuş. Bu çığlığı içi kaldıramayanlar ama ıstakoz yemek için bir yandan da can atanlar için ıstakoz haşlanmış olarak satılıyor. İkinci yol ise hayvan fazla çığlık atmasın diye ilk önce baş bölümü kaynar suya sokuluyor ve böylece ıstakoz daha çabuk ölüyor. Istakoz severimizin de kulak zevki bozulmamış oluyor. Ben üçüncü bir yol daha önereceğim ıstakoz haşlayacak kişi tencerenin başına sonuna kadar sesi açılmış bir i-pod ile gidebilir.
Bu konuyu et yemek,yememek gibi bir tartışma içinde götürmeyeceğim. Şahsi tercihim hiçbir şekilde hayvansal ürün tüketmemektir. Fakat bu seçim yazının dışında tutulacaktır. Bir canlı bu kadar işkence içinde öldürülüyor, bir eziyete maruz kalıyorsa, vejetaryenlik konu bile edilemez, ilk elde bahis konusu edilmesi gereken eti yenmek üzere öldürülen canlının hiç değilse acı çekmeden öldürülmesidir.
Et yemek insan türünün kolay kolay tartışamadığı, yeri gelince bahaneler bulduğu bir alışkanlık, zevk; bundan da önemlisi derin, kemikleşmiş bir kültür unsurudur. Çoğu kişi et yerken, yemekte olduğu bir dilim biftek ile o etin kaynağı arasında bir bağlantı kurmaz kafasında. Yenilen şey kesilmiş, temizlenmiş, paketlenmiş bir üründür. Formu ise bir dikdörtgene ya da garip bir şekile indirgenmiştir. Kimse fırında pişmiş kuzu kol yerken kuzuyu, o kuzunun koştuğunu ve koşarken de bacaklarını kullandığının bilincinde değildir. Kuzu bir yanda, kol bacak bir yanda, tabakta duransa öbür yandadır. Carol Adams bu yabancılaşma sürecini “kayıp gönderge” olarak nitelendiriyor.
Sexual Politics of Meat’te “kayıp gönderge” kavramını ortaya attım: et yeme sürecinde hayvanlar öldürüldükleri için görünmez hale getiriliyorlar - insanlar gerçekte ölü bir domuzu ya da ineği, kesilip parçalanmış bir kuzuyu yemekte olduklarının hatırlatılmasından hoşlanmıyorlar. O zaman kayıp gönderge yüzergezer bir şey haline geliyor....... Bu şiddet genelde üç unsuru içeriyor: bir varlığın nefes alıp veren, acı çeken bir canlı olarak değil de bir nesne olarak görülmesini sağlayan nesneleştirme; bir varlığın bütünlüğünü ortadan kaldıran parçalama ya da kesip biçme; son olarak da tüketme.” Böylelikle “tüketilen nesne bir geçmişe, bir tarihe , bir hayat öyküsüne,bireyselliğe sahip bir varlık olarak algılanmadığı için “kötü muamele etme hakkını” doğuran bir yapı söz konusu” hale gelir. [i] Bu sürece kullanılan dil de aracılık eder. Etin sözlükteki ilk anlamı “insanlarda, hayvanlarda kas ve yağdan oluşan tabaka” olarak tanımlanır , ikinci anlam ise gıda olarak tükettiğimiz eti tanımlar: “kasaplık hayvanlardan sağlanan kaslardan oluşmuş besin maddesi.” [ii] İlk tanımdan ikinci tanıma kadar kat edilen yol ve eksiltilen asıl mefhum kayıp göndergeye işaret eder.
Esas konuya, ıstakozlara dönecek olursak , burada bu yabancılaşma süreci bile yoktur. Istakoz ıstakozdur. Ortada ise sadece lezzetli olması amacıyla bir hayvana yapılan işkence vardır. Yazıyı yazmaktaki maksadımı hatırlatmakta yarar görüyorum, amacım ıstakozun yenmesini tartışmak değil, bahsi geçen tariflerdeki usüldür. Istakoz biyolojik sınıflandırma açısından kabuklular (crustacea) familyasından, eklembacaklılar (arthropoda) filumundan omurgasız bir hayvandır. Daha da detaya inilecek olursa karides, yengeç gibi onayaklılar (decapoda) takımına aittir. Diğer hayvanlarda olduğu gibi, bu canlılarda türüne göre gelişmiş veya ilkel bir sinir sistemi mevcuttur. “Üstün yapılı kabuklularda sinir sistemi çok daha karmaşıktır. Bu karmaşıklık özellikle beyin gangliyonunun yapısında, ek sinir merkezlerinde ve vücuda dağılan sinirlerde ortaya çıkar.” [iii] Mesele burada ortaya çıkıyor, ıstakozlarda öyle ya da böyle bir sinir sistemi vardır ve var olan sinir sistemleri aracılığıyla acı çekebilirler. Hayvanların düşünüp düşünmedikleri, ne kadar bilinçli oldukları; onların acı çekme kapasitelerinin olmasından ve hissediyor olmalarından farklıdır. Bir canlı hususunda ona yakınlık duymamızı sağlayacak ve bir canlıya karşı bizi kötü muamele uygulamaktan alıkoyacak olan kavram onların düşünme kapasitelerinin ve bilinçlerinin olup olmadığı değil; acı, öfke, haz gibi hisleri yaşıyor, duygusal anlamda kendilerini bir şekilde dışa vuruyor olmalarıdır. Bu tepkiler ise insanın alışık olduğu tepkilerden çok farklı olabilir ve hayvandan hayvana da değişir. “Şimdiye kadar en kuşkucu okuru bile iki konuda ikna ettiğimi umuyorum. Birincisi çeşitli hayvanların davranışları bize gösteriyor ki onların dünyayı algılayışlarının insanlar gibi çok yönlü değil de basit ve kaba olduğunu ileri süremeyiz. İkincisi hayvanlar öğrenme ve şartlara uyum yeteneği bulunmayan, önceden programlanmış içgüdüleri “körükörüne” izlemekten başka şey yapmayan organizmalar değildir. Tersine gördüğümüz örnekler, en ummadığımız hayvanların bile dünyayı algılayışları, yapabildikleri ince ayrımlar,kendi kendilerine ve birbirlerinden öğrenme yeteneği dikkate alındığında ne kadar “bize benzeyeceklerini” göstermektedir. Belki de öteki hayvanların “bize benzerliğinin” çok uzaktan olduğunu düşünerek kendi aklımızın üstünlüğü konusunda ısrarlı olabiliriz. Ancak türün başka üyelerini birey olarak tanımakta, geleceğe ilişkin fırsatları değerlendirmede ya da kendimiz için neyin kötü olduğunu tahmin edebilmede insanların rakipsiz olmadığı da açıktır.”[iv]
Bir kişi et yemeyi savunuyor veya red ediyor olsun, ortada ıstakozların hayvan olduğu ve canlı haşlama, ızgara öncesi bacaklarının kopartılması, kabuklarının kırılması esnasında acı çekiyor oldukları gerçeği vardır. Istakozlara yapılmakta olan bu eziyet Hayvan Hakları Yasası’nın ikinci bölümünde Hayvanlara Müdahaleler (Cerrahi Müdahaleler) kısmı ve dördüncü bölümünde Hayvanların Kesimi, Öldürülmesi ve Yasaklar kısmı ile bağlantılandırılabilir. Buna göre, “hayvanların yaşadıkları sürece, tıbbi amaçlar dışında organ veya dokularının tümü ya da bir bölümü çıkarılamaz veya tahrip edilemez” [v], ayrıca hayvan kesim usulleri ve yasaklarına göre de “hayvanların kesilmesi; dini kuralların gerektirdiği özel koşullar dikkate alınarak hayvanı korkutmadan, ürkütmeden, en az acı verecek şekilde, hijyenik kurallara uyularak ve usulüne uygun olarak bir anda yapılır” [vi] ; “hayvanlara kasıtlı olarak kötü davranmak, acımasız ve zalimce işlem yapmak, dövmek, aç ve susuz bırakmak, aşırı soğuğa ve sıcağa maruz bırakmak,......, hayvanların kesin olarak öldüğü anlaşılmadan, vücutlarına müdahalelerde bulunmak” [vii] yasaktır. Birçok kişi için, ıstakoz denilen bir hayvan için bu kadar “kıyamet koparmak” anlamsız ve gülünç gelebilir. Ne var ki bu çaba çok da gereksiz ve boş değil, 2004 yılının temmuz ayında İtalya’nın Reggio Emilia adlı ünlü ve bayındır kentinde ıstakozun canlı canlı haşlanması kanunen “gereksiz işkence” olarak tanımlanıp, bir talimatname ile yasaklanmıştır [viii].
İnsanoğlunun kendine sorması gereken sorular biraz değişmeli; insanın neye ve ne yapmaya hakkı olduğu sorusu, artık biraz da neye ve ne yapmaya hakkının olmadığı gibi bir biçime dönüşmelidir. Bu tarz bir düşünme insanı daha az mutlu, daha fakir yapmayacak, tam tersine doymak bilmezliği ,umursamazlığı ,delice bir tüketim hastalığını; basit bir çıkar oyunu haline gelmiş olan, akıl adı verilen düz mantıkçılığı sorgulatacaktır.
“Zavallı ıstakozu eğri büğrü kolları, beşer onar ayaklarıyla nasıl kavradıysak, gürültü patırtı içinde, büyük bir leğene atmış, leğeni de suyla doldurmuştuk. Istakoz orada haşlanmayı bekliyordu........
Istakozumuz leğenden çıkmış, yampiri yampiri yürüyerek mutfağa doğru geliyor!
Annemin bütün isyanına, tutamadığı gözyaşalarına rağmen ıstakoz sonunda yakalanıp kaynar suya atılacak, herhalde bir yarım saat pişirilecekti.
Evimizin tek ıstakozu kederli bir törenle hazırlanacaktı. Kemikleri kırılacak, lop etleri ayrılacak,bacakları ayrıca saklanacak ve ıstakoz kayık tabakta boy gösterecekti........
Sonra bir gece annem uyandı,koridorsa ıstakoz yürüyor diye tutturdu. Rüya görmüş......” [ix]
Son olarak anısını bizimle paylaşan Selim İleri’ye ıstakozlar adına teşekkür etmeyi kendime bir borç biliyorum,çünkü bu yazı bana ilk defa bir ıstakozu hissetmemi sağladı.
[i] Birikim Dergisi, Temmuz 2005, Carol Adams ile Söyleşi – Patriyarka,Kadınlar ve Vejetaryenlik
[ii] Türkçe Sözlük Türk Dil Kurumu Yayınları Genişletilmiş 7. Baskı, Et maddesi
[iii] Ana Britannica\ Kabuklular maddesi
[iv] Hayvanların Sessiz Dünyası –Marian Stamp Dawkins \ TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları
[v] 24.06.2004 tarih 106. Birleşim 2. ve 3. oturumda Kabul edilen Hayvan Hakları Yasası-2.Bölüm, Madde 8
[vi] 24.06.2004 tarih 106. Birleşim 2. ve 3. oturumda Kabul edilen Hayvan Hakları Yasası-4.Bölüm, Madde 12
[vii] 24.06.2004 tarih 106. Birleşim 2. ve 3. oturumda Kabul edilen Hayvan Hakları Yasası-4.Bölüm, Madde 14
[viii] www.archalifax.com
[ix] Evimizin Tek Istakozu- Selim İleri, Oburcuk Kitapları, Doğan Kitap
Radikal İki’de (14 Ağustos 2005) yayımlanmış yazının tam versiyonu