Yeni anayasanın hazırlanması ve halkoyuna sunulmasının sağlanması göreviyle ABD’nin Irak’a yolladığı elçisi Halilzad, anayasa metni Irak parlamentosunda okunup, referandum süreci başladıktan sonra, söz konusu metnin “Müslüman dünyanın en ilerici anayasası olduğunu” ifade etmekten çekinmedi.
Bu ilginç demeç karşısında insanın aklına şu soru geliyor: Ya Halilzad, günümüz Türkiye anayasasını Irak’ta hazırlanan anayasa taslağından daha geri buluyor, ya da Türkiye’yi Müslüman dünya içinde saymıyor.
İkinci şıkkın doğru olma ihtimali, sıradan bir ABD yurttaşı olmayan Halilzad’ın sahip olduğunu varsaydığımız coğrafya ve bölge bilgisini dikkate alırsak, pek mümkün değil. ABD yönetimi, Türkiye’deki laikçi çevrelerin dişlerini gıcırdatmalarına neden olan ve Türkiye’yi Müslüman dünyaya örnek olma misyonu biçen demeçler vermekten yakın zamanda geri kalmadı. Dolayısıyla, Halilzad’ın demeci, bir anlık bir dikkatsizliğin sonucu değilse eğer, birinci şıkkın doğru olduğuna hükmetmek gerekiyor. Yani ABD yönetimine göre, Irak’ta referanduma sunulan metin, Türkiye, Endonezya, Pakistan, Bengaldeş gibi Arap olmayan Müslüman dünyanın da dahil olduğu örnekler arasında en ilerici anayasa metnini temsil ediyor.
“Biz Mezopotomya çocukları” diye başlayan bir giriş bölümünü izleyen 139 maddelik metnin birinci maddesi, yeni Irak’ı şöyle tanımlıyor: Irak Cumhuriyeti bağımsız ve egemen ulustur ve yönetim biçimi demokratik, federal ve temsili bir cumhuriyettir. Ardından devletin resmî dininin İslam olduğu ve İslamın aynı zamanda temel yasama kaynağı olduğu belirtildikten sonra, yasama yetkisinin sınırları üç koşulla çiziliyor:
- hiçbir kanun İslâm’ın tartışılmaz ilkelerine aykırı olamaz;
- hiçbir kanun demokrasi ilkelerine aykırı olamaz;
- hiçbir kanun bu anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklere aykırı olamaz.
Doğrusunu söylemek gerekirse, anayasa metninde öngörülen hak ve özgürlükler dikkate alınırsa, bu üç koşulu gerçekten yerine getiren bir kanun maddesi olabilir mi sorusunu insan kendine sormadan edemiyor. Bu anayasa ilkeleri neye göre en ileridir sorusunu sormadan önce, bu koşullar altında hiçbir yasanın anayasa uygun bulunmayacağı bir hukuki kaos mu yeni ilericiliğin kıstasıdır sorusu gündeme geliyor. Galiba da öyle.
Çünkü bunun ardından, aynı maddede, Irak halkının çoğunluğunun İslami kimliğini, tüm bireylerin bütün dinî özgürlüklerini ve tüm dinî pratik ve itikadleri anayasanın güvence altına aldığı belirtiliyor. Bu çerçevede üçüncü madde, Irak’ın çok etnik kimlikli, çok dinli ve çok mezhepli bir ülke olduğunu, Müslüman dünya içinde yer aldığını ve Arap olanların Arap ulusu içinde yer aldıklarını belirtiyor. Müslüman dünyaya ait ve İslam’ın temel yasama kaynağı olduğu bir ülkede, Müslüman olmayanlar eşit yurttaş olabilirler mi? Hiçbir dine ait olmadan Iraklı olmak mümkün değil mi?
Anayasa’da Arapça ve Kürtçe Irak’ın iki resmî dili olarak tanımlanırken, Türkçe ve Asurcanın anadil eğitimi olarak devlet eğitim kurumlarında, diğer herhangi bir dilin eğitiminin ise özel eğitim kurumlarında sağlanmasını tüm Iraklara bir hak olarak tanındığı ifade ediliyor. Anayasayı hazırlayanlar, bütün bunların yanında, başka dillerin de yerel resmî dil olarak tanınması talebini öngörüp, “genel bir referandumla halkın çoğunluğu kabul ederse, herhangi bir bölge veya vilayetin yerel bir dili ilave resmî dil olarak benimseyebileceği” belirtiliyor.
Çok kimlikliliğin tanınması konusunda bir yandan çok liberal gözüken, diğer yandan ise bireyleri değil, esas olarak dinî/etnik cemaat kimliklerini özne olarak kabul eden bu anlayış, görünen o ki postmodern dünyaya tekabül eden demokrasi-sonrası zihniyetin mümtaz bir ürünü. Çağımız dünyasında bu demokrasi-sonrası demokrasinin havarisi ve bekçiliğini kendine atfetmiş süper gücün temsilcisi, Müslüman dünyanın en ileri anayasası olarak bu metni tanımlamaktan bu nedenle imtina etmiyor.
Anayasanın kadın hakları ile ilgili bölümleri de, başlı başına ele alınması gereken ayrı bir ilericilik konusu. Evlilk, boşanma ve miras gibi konularda dinî kuralların geçerli olduğunu vurgularken, biraz ilerideki bir maddede, dinî yasalara aykırı olmadıkça kadınların eşit haklara sahip olduklarını ilan ediyor! 1950’de Irak’ta yürülüğe giren ve kadın hakları açısından Müslüman Arap dünyasının en ileri adımlarından biri olarak tanımlanan aile yasasının öngördüklerinden çok daha geriye atılan adım, zamane efendilerinin “en ilerisi” olabiliyor.
Bu anayasanın, eğer kabul edilirse, -ki Kürtlerin ısrarıyla anayasaya yerleştirilen, onsekiz vilayetin üçünde üçte iki çoğunluğun referandumda hayır kullanması durumunda anayasanın yürürlüğe girmesini engelleyen madde şimdi bir Arap Sünni silahı olarak geri tepecek gözüküyor-, kısa zamanda işi bir iç savaşa götüreceğini çoğu gözlemci teslim ediyor. Sadece Kürtlere değil, başka bölgelere özerk bölge olma olanağı getiren anayasa, sonuçta Irak’ı, çok geniş özerklik haklarına sahip en az üç bölge olarak tasarlıyor. Kuzeyde Kürdistan, güneyde “Şiistan”, ortada ise adının Sünnistan mı Baasistan mı olarak konmasının doğru olduğuna karar verilmesi zor olan, eski Irak’tan arta kalan. Özerk yasama, yürütme ve yargı erkleriyle donanan, yurtdışında diplomatik temsilcilik açma ve “yerel güvenlik gücü” adı altında kendi silahlı kuvvetlerini oluşturma haklarına sahip olacak olan bu bölgelerin, Irak’ın petrol zenginliklerinin nüfus oranına uygun olarak eşit paylaşılacağı öngörülmüş. Kürdistan’ın ve Şiistan’ın üzerinde oturacağı petrol yataklarından, geriye kendilerine kurak ve yeraltı zenginliği açısından fakir topraklar kalan Sünnilere himmet edip verecekler. Onyıllardır bu zenginliklerden aslan payını alan Sünnilerin şimdi kendilerine verilecek artıklarla yetinmelerini beklemek demek bu.
Zaten bütünüyle parçalı bölüklü topluluklardan oluşan “Irak halkı”nı bir nebze birleştirecek bir yeni sözleşme önermek yerine, anayasa tasarısı bu bölünmüşlüğün daha da artmasını zımnen öngörüyor ama diğer yandan da Irak’ın bütünlüğünden dem vuruyor. Bütün bunlara rağmen, kanlı bir iç savaşı yaratacak tüm ögelerin yer aldığı bu metin, ABD’nin gözünde “en ilerici anayasa” sıfatıyla taltif edilebiliyor. AB dönem başkanı Britanya’nın temsilcisi ve Kofi Annan, ilerici tabirini kullanmasalar da, bu metnin “barışçı, demokratik ve birleşik bir Irak’ın temellerini” attığını ifade etmekten geri kalmadıkları gibi, herkesi referenduma katılıp anayasaya çok geniş bir destek sağlamaya çağırıyorlar. Bu postmodern dönemin post-demokrasisinde bizim bilmediğimiz bir hikmet var herhalde.
Üstelik anayasa referandumda kabul edilse de reddedilse de, birbirine zıt nedenlerle de olsa bir iç savaşın çıkmasının kaçınılmaz olduğunu öngörmek mümkünken, dünyada barış ve güvenliğin güvencesi olduklarını iddia edenlerin Irak anayasası konusundaki tavırlarını aymazlıkla tanımlamak hafif kalıyor.
ABD Irak’a saldırmaya hazırlandığı sıralarda, bunun sadece basit bir petrol yataklarına el koyma operasyonu olmadığını, bir Kaos İmparatorluğu zihniyetiyle karşı karşıya olduğumuzu iddia edenlerin, bu sonuca nasıl vardıklarına bir kez daha dikkatle bakmakta sanırım çok yarar var.
Bu post-demokrasi çağının “ilerici” anayasa ebelerinin eline bir kere düşmüş olan bütün Iraklıların işi gerçekten zor. Binmişler bir alamete, gidiyorlar kıyamete.