Yaptım, yapıyorum derken Güney Kürdistan’da referandum yapıldı, yüzde yetmişin üzerinde katılım ve yüzde doksanın üzerinde evet ile sonuçlandı. Bundan sonrası ne olur, süreç nasıl işler üzerine elbette bazı kestirimlerde bulunmak mümkün. Ancak bu aşamada kestirimlerin en iyisi herhalde kestirimi yapacak olanların meseleye dair konumlarını açıkça ortaya koymaları ve sürece dair politika üreterek (benim bir politikam zaten var diyenlere bir şey demiyoruz) bunların hayata geçmesi için sürece dahil olmasıyla birlikte yapılacak kestirimler olur. Yoksa kitabın ortasından söz söyleme belki kestirimi yapan için doyurucudur ama solcu olmanın tarihsel sorumlulukları için yeterli değildir. Biz geleceğe dair kestirimi bir tarafa bırakıp ortada olanlara dair bir şeyler söyleyelim.
İçeriklerine dair hiçbir tartışma yapmadan ana hatlarıyla özetlersek; konu başlığımız Güney Kürdistan’da yapılan bağımsızlık referandumu. Yani an itibarıyla dünya yüzünde devletsiz yaşayan en büyük insanlar topluluğunun bir parçası kendi geleceğine dair bir fikir beyan etmek istiyor ve bunu da Mesut Barzani’nin tarihsel önderliğinde yapıyor. Barzani ile Kürtler üzerinden hakimiyet/liderlik mücadelesine giren Kürt aktörlerin bir kısmı bu sürece karşı çıksa da, son tahlilde referanduma katılıyor. Referandumu isteyen ana gövde bunlar. Bir de İsrail var bu safta ve onun varlığı da ayrı bir tartışma konusu.
Karşı çıkanlar ise olağan şüpheliler.
Türkiye, Irak ve İran (Suriye’nin bu noktada mecali yok), yani kendi Kürtleriyle sorunu olan ve bu sorunu an itibarıyla demokratik bir çözüme götürme iradesi ve niyeti olmayan, aynı zamanda kendi Kürt sorunlarını yönetmek bahsinde de kriz içinde olan bölge hakimleri referanduma esastan karşı.
Bir de sürece zımnen karşı çıkanlar var. Başta bölgeyi yeniden yapılandırmada zaten yeterince zorluk yaşayan ABD, Rusya, AB gibi emperyal güçler, yeni bir sorun yaşamamak için karşı.
Bölgede Kürtlerle aynı zeminleri paylaşan Arap ve Türkmenlerin bir kısmı, kendilerine dair bir gelecek tasarımından öte, esasen Türkiye, Irak ve İran devletlerinin hesabına referanduma karşı.
Bunlara bir de kitabın orta yeri hesabıyla doktrin üzerinden eklenenler var ve bizi asıl ilgilendiren burası. Burada işler daha sofistike cereyan ediyor. Milletlerin kaderini tayin hakkı her koşulda desteklenir mi sorusundan girip, nihayetinde istedikleri bir devlet, “her devlet doğalında kötüdür”e bağlanan, Barzani’nin aşiret/mütegallibe ilişkilerinden dolanıp “süreç zaten demokrasi vaat etmiyor”a çıkan, dolayısıyla iyi niyetli bir ifadeyle “olsa da olur olmasa da olur”a bağlanan yaygın bir kanaat var.
Geniş kesimlerce paylaşılan bir diğer yaklaşım ise konjonktürle ilgili. Kaderi tayin hakkı tamam ama şimdi sırası mı sorusu çokça dile getiriliyor. Ortadoğu’nun kırılgan dengelerinde istikrarın daha bozulacağı, sürecin iç savaşa doğru derinleşeceği, bunun da Kürtler için çok kötü sonuçlar doğuracağı saptaması en dikkate değer olanı. Yaşanan gerilimler bunlara “işte biz söylemiştik” kapısını ardına kadar açtı, bu da ayrı bir mesele.
Referandumun emperyalizme hizmet edeceği, emperyalizm göz kırpmamış olsa Barzani’nin böyle bir şeye yönelemeyeceği, dolayısıyla sosyalistlerin bu süreci desteklememeleri gerektiği de ifade edilenler arasında.
Kurulacak Kürdistan’ın Ortadoğu’da ikinci bir İsrail olacağı gerekçesiyle sürece mesafeli duranların varlığı da hatırlatılmalı.
Unuttuklarımız elbette var. Son olarak Barzani’nin kendi meşruiyet krizini aşmak için böyle bir taktik adıma yöneldiği, dolayısıyla buradan demokratik bir yol çıkmayacağı kaydıyla yükselen itirazlar var.
Söylenenlerin hepsi üzerinde durulabilir. Hepsinin belli noktalarda tekabül ettiği gerçeklikler var. Ve her kısmi gerçeklik sahibini objektif olarak bir safa itiyor. Ne teker teker ne de toplamda kısmi gerçekliklerin hiçbiri yaşanmakta olanı açıklamaya yetmiyor. Çünkü yaşanmakta olana dair teoriyi zamana uydurmaya çalışmak yerine zamanın teorisini üretecek bir pratik yürüyüş ve buna bağlı bir sosyalist tutum bulunmuyor. Kişilerin ve grupların kendilerini nasıl tarif ettikleri elbette önemli ama tarifin test alanı da hayat ve hal ahval ortada. Ülkeye, bölgeye ve dünyaya dair sosyalist bir perspektif yok.
O halde ne yapmalı?
Teoriyi zamana uydurmaya çalışmak yerine zamanın teorisini üretip gereğini yapacak bir politik faaliyet elbette kadim görev. Bu olmadan her şey eksik kalmaya mahkûm. Böylesi bir politik faaliyet oluşturulana kadar karşılaşılan somut durumlarda yanıt kuşkusuz somut koşulların somut tahlili üzerinden üretilebilir.
Tartıştığımız konudaki somut durum şudur: Kürtlerin yaşadığı topraklar beş devlet tarafından kontrol edilmektedir. Nüfusun ezici çoğunluğunu kontrol eden Türkiye, İran ve Irak Kürtlere inkar ve imha politikasıyla yaklaşmaktadır. An itibarıyla halkın kendi kimliği ile yaşayabiliceği demokratik bir gelecek politikası olmadığı gibi niyet de yoktur. Her üç ülkede de Kürtler teker teker ya da kitle halinde katliamlara maruz kalmış, yaşam hakları ihlal edilmiştir. Referandum sonrası yükselen savaş ve açlıkla terbiye tehditleri de dikkate alındığında Kürt için kimliği ile yaşama hakkının öyle yakın bir hak olmadığı görülmektedir. Ortadoğu yeniden yapılanırken Kürtlerin bir kısmını uzun yıllardır baskı altında tutan iki merkezî devlet çözülmüş, Suriye’de ve Irak’ta merkezî yönetimlerin Kürtler üzerindeki denetimleri ortadan kalkmıştır. Yani Kürtlerin en azından bir kısmı bin yılda bir gelecek fırsatın doğduğuna inanmaktadır. Bu konjonktürde Güney Kürdistan bağımsızlık referandumuna gitmiştir. Burada soru şudur? İtiraz ve endişeler baki kalmak kaydıyla bu referandumun yanında mı karşısında mı olmalı? Lafı dolandırmaya, kitaptan alıntı aramaya gerek yoktur.
Durum son derece açıktır. Bir halk kendi kaderine dair söz söylemek istemekte ve o halkı dilsizleştirmeyi, kimliksizleştirmeyi birinci öncelik sayan bölge egemenleri ve onların destekçileri o halkı söz söyleme hakkından bile yoksun bırakmak istemektedirler.
Burada temel görev -teorik itirazlar ve bütün halkların özgürce yaşayacağı bir dünyanın mümkün olduğu inancıyla çalışma görevi baki kalmak üzere-, Kürtlerin söz söyleme ve geleceğine dair plan yapma hakkının yanında, bu sesi kısmak isteyen egemenlerin karşısında olmaktır...
Bu hususta son söz olarak şunu söyleyebiliriz. Bizim için prensip meselesi olan Kürtler için yaşam hakkı meselesi ise yaşam hakkı elbette önceliklidir.
İlle Lenin’den bir alıntı olacaksa şöyle olsun bari: Teori gridir ama hayat ağacı yeşildir.