Gerçekleştiği tarihte dünya futbol tarihinin can kaybı bakımından üçüncü büyük vakası olan bu faciayla yüzleşmeden kaçmış olmamızı hep vurguluyorsun. Çalışmayı yaparken, Kayseri ve Sivas'ta nasıl tepki aldın? Yine ötelemeye çalışanlar olsun, nihayet birisinin el atmasından memnun olanlar olsun?
Tanıklarla konuşmak için iki şehre de gittim. Bir tanığa ulaşmak için kurduğum bağlantılar ve yüz yüze geldiğimizde oluşan küçük meclisleri de düşünürsek, iki taraftan da epey insanla mevzuyu konuşmuş oldum. Kimse de “Bu mevzuyu kaşımayın,” demedi, hatta imada dahi bulunmadı. Aksine bugüne kadar doğru düzgün konuşulmamış olunmasından daha çok rahatsızlık duyulduğuna tanıklık ettim. Çünkü Sivas mağduriyetini anlatmak, Kayseri ise suçsuzluğunu ispatlamak istiyor. Travmasını bugün bile yaşayan tanıklar dahi, “İyi ki konuştuk, iyi ki bu kitabı yazıyorsun,” dedi bana.
Biraz hayal kurar mısın: Başta Kayseri-Sivas hadisesi, Türkiye futbol tarihinde hangi olaylarla ilgili ve ne gibi yüzleşme, hatırlama vesileleri yaratılabilir? Mesela bir ödül... bir yıldönümü... bir anıt... bir mekân adlandırması... Serbestçe düşünürsen?
Kayseri’deki facianın dışında futboldaki en büyük şiddet olayı 25 Haziran 1969’daki Kırıkkale-Tarsus İdman Yurdu maçıdır. 4 kişi ölmüş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştır. Bu iki olayın dışında bir kişinin veya iki kişinin öldürüldüğü, yaralandığı çok sayıda olay vardır. Utanmamız gereken ayrıca iki olay daha var: Biri iki Leeds United taraftarının, diğeri de basketbolda bir Kızılyıldız taraftarının İstanbul’da bıçaklanarak öldürülmesi. Sonuçta irili ufaklı tüm şiddet olaylarının tekrarlanmaması ve lanetlenmesi adına Kayseri’deki facia bir sembol olarak kullanılabilir. Hatırlamak mevzusuna gelince… Öncelikle bu konuların daha çok yazılması, çizilmesi ve belgeselle kayıt altına alınması lazım. Kayseri’deki faciadan sonra iki şehir barışmak adına bir adım atmış. Kayseri’de bir caddeye Sivas Caddesi, Sivas’ta da bir caddeye Kayseri Caddesi adı verilmiş. Bu hatırı sayılır bir iş. Ama en etkilisi yıldönümlerinde hem Sivas hem de Kayseri’de statta anma yapılmasıdır. Doğrudan hedef kitleye de hitap edeceği için daha etkili olacaktır ki batıda bu şekilde olmaktadır. Her 17 Eylül haftasında tüm futbol takımları formalarına bir kokart taksa, bu da iyi bir hatırlama vesilesi olur. Ancak bu söylediklerim hayal bile olamaz Türkiye’de. Sanırım unutmaya devam edeceğiz.
Kitap çıktıktan sonra, Kayserispor ve Sivasspor muhitlerinden bir yankı aldın mı? Tek tek futbolseverler veya vatandaşlar da olabilir. Sitem, teşekkür?
Öncelikle kitapta yer alan tanıklardan tepkiler aldım. Sağ olsunlar, yapılan işi beğenmişler. Ancak kulüp bazında iki taraftan da bana ulaşan tepki yok. Şaşırdım diyemem. Futbol kulüplerimiz “üç puan kavgası”yla o kadar meşgul ki, bu trajedinin kitabıyla çok fazla ilgileneceklerini düşünmüyorum, ne yazık ki… Sosyal medya üzerinden bana ulaşıp “Maçın hakemi dedemdi,” diyen bir gazeteci çıktı. Birçok kişi de maça kendi yakınlarının da gittiğini söylediler. Bir televizyon programında karşılaştığım bir genç, “Ben Kayseri’de okudum. Bu maç hep konuşulurdu,” dedi. Yani elli yıl geçmesine rağmen bugün de unutulmuş değil aslında. Yaşadığım şehir olan İstanbul’daysa öncelikle kendi çevremden oldukça fazla geribildirim aldım. Tebrikler sadece sosyal medya üzerinden “Beğen” tuşuna basmakla geçiştirilmedi. Sanırım bu kez biraz da “Satın al” tuşuna basıldı. Bir kıyası da 3 Temmuz süreciyle ilgili yazdığım kitapla yapabiliyorum. O konu çok daha güncel olduğu ve yıllarca manşetleri süslediği halde olayın kitap haline beklenen ilgi oluşmamıştı. Oysa sosyal medyada yediğim küfürlere göre o kitabımın yok satmış olması lazım! Ancak biz bir “duyum toplumu”yuz. “Bilgi” kopyalanarak sanal hesaptan sanal hesaba aktarılıyor.
Bugün futbol ortamında daha büyük kutuplaşmalar baskın durumda. Tabii öncelikle Amedspor'un uğradığı sistematik linç akla geliyor. Peki, bu "büyük" gerilimlerin arka planında, Sivas-Kayseri'ye benzer yerel rekabetlerin durumuyla ilgili bir gözlemin var mı? İlla böyle büyük infilaklar olması gerekmez... Bilhassa taşralarda, yerel-bölgesel gerginliklerin tektonik ölçümünü yaptığında neler söylersin?
Öncelikle bu olayın nedenlerine dair bu kitabın sonucunda yaptığım gözlemlerimi söylemek isterim. Sivas-Kayseri faciasının (ki esasen Kayseri-Sivas denmesi gerekiyor ancak bu futbol faciası toplumsal hafızaya daha çok Sivas-Kayseri ismiyle yerleşmiş) gerekçeleri arasında genel geçer iki nedenden hep söz edildi: Mezhepsel ve sosyoekonomik farklılık. Gerek dönemin medyasında gerekse tanıkların beyanlarında bu iki argümanı kuvvetlendiren söylemler bulamadım. Bu noktada tanıkların yeni bir gerilime sebep olmamak için kendilerine bir otosansür uygulama ihtimalini de saklı tutuyorum. Ama bu iki neden, sanki olayın yaşanmasından sonraki devrede etkili olmuş. Yani, bu sebepler mi olayı tetikledi, yoksa olaydan sonra bu sebepler mi öne sürüldü, gerekçe olarak? Bunun daha geniş çaplı bilimsel bir araştırmaya tabi tutulması lazım. Örneğin dönemin Sivasspor Başkan Yardımcısı Hüseyin Yıldırım, boksa başlamasının nedeni açıklarken “Ben Aleviyim. O zaman Sivas’ta mahallede baskı görüyorduk. Kendimi korumak için boksa başladım,” diyor. Alevi şehri olarak nam salan Sivas’ta bir Alevi korunmak için boksa başlıyor! İnsanların maça gidiş şekli ziyadesiyle bir bayram havasında. İki şehir arasında peşinen kabul edilen bu gerilimler baskın olsaydı o gün, bir baba 10 yaşındaki çocuğunu da yanında maça götürür müydü, emin değilim? Milliyet gazetesinin maçtan iki hafta önce 29 Ağustos’ta bu olayı öngören manşeti de bence önemli bir veri. Milliyet, başka maçlarda çıkan hadiseleri manşete taşıyarak, “Tedbir alınmazsa statlardan ceset toplarız,” diyerek, tarihî bir uyarı yapıyor. Yani bu hadise, Malatya-Elazığ veya Niğde-Nevşehir arasında da meydana gelebilirdi. Elbette “komşu şehir rekabeti” diye bir kavram var ve bu yalnızca siyasi veya sportif dinamiklerden beslenmiyor. Bazen coğrafi bir neden de (Adıyaman-Malatya arasındaki Nemrut Dağı sahipliği tartışması gibi) iki şehir arasındaki gerilimin tetikleyicisi olabilir. Sivas-Kayseri arasındaki faciada olgunlaşmayan futbol rekabeti, henüz taraftarlık kimliğinin tam olarak oluşmaması ve fizikî olarak sportif altyapı yetersizlikleri de önemli etmen. En basitinden kapı dışa değil, dışa açılıyor statta. Hoş bugün de öyle olduğu için yurtlarda öğrenciler yanarak ölüyor…
1965’te 2. Lig’in kurulmasıyla birçok takım, “şehir takımı” için birleşmek zorunda kalıyor. Ve bu birleşmelerin çoğu da rızasız oluyor. Yerel rekabetin bıçak gibi kesilip yerine suni şehir takımları oluşturulması ve bunların da derhal bir yarışın içine sokulması da bana göre sıkıntılı bir durum o gün için. Bu olayda daha da mühim olan devletin yine gereken tedbiri almaması… Uyarılara rağmen Kayseri valisinin maç günü bir köye gitmesi akıl alır bir durum değil. Stadın yanı başında yapılmakta olan spor salonu için yığılmış çakıl taşları var. 20 bin kişi içeri alınırken de içeride de güvenliği sağlayacak yeterli sayıda güvenlik görevlisi yok. Taş çatlasa 15-20 güvenlikçi var.
Günümüze gelirsek... İki-üç sene önce birbiriyle husumetli takımlara dair bir haber yazmıştım. Genelde husumeti besleyen iki kaynak var: Birincisi “Komşuluk”, ikincisi “Bizi siz düşürdünüz/şampiyon yapmadınız”. Beşiktaş ile Bursa arasındaki husumette olduğu gibi, birçok takım arasındaki kavgaya “Beni sen düşürdün” veya “beni sen şampiyonluktan ettin” inancı yıllarca sürdürülecek bir kavga nedeni olabiliyor. Yine bunun son örneği Trabzonspor ile Rizespor arasında yaşandı. Zaten komşuluktan kaynaklanan bir rekabetleri vardı. Buna şimdi “beni sen düşürdün” boyutu eklendi.
Türkiye’deki takımlar arasındaki gerilimin bir membası da taraftalar arasında herhangi bir maçta yaşanan kavga. Yani başlangıçta aralarında bir sıkıntı olmayan iki takım arasında bir maçta çıkan kavga zamanla kökleşebiliyor. Konyaspor’un kuruluşunda Beşiktaş belirleyici bir etkiye sahiptir. Eski Beşiktaşlı Refik Osman Top, bu şehirdeki futbolun gelişiminde önemli bir aktör olmuş. Konya’nın ilk renkleri, amblem tercihinde Beşiktaş etkisi vardır ki resmî sitesinde de bu belirtilir. E şimdi “kardeş takım” olmaları gereken bu iki takım bu sezon başındaki Süper Kupa finalinde kavga etti. Arkasında hiçbir mantık yok! Elbette söylediğiniz gibi bir de siyasal nedenlerle oluşan bir iklim var. Ülkenin konjonktürüne bağlı olarak Doğu ve Güneydoğu takımları ile diğer bölgelerdeki takımlar arasında politik nedenlerle dönem dönem sertleşen bir ayrışma ve buna bağlı kavgalar söz konusu. Güneydoğuda Amedspor, Doğu Anadolu’da da Dersimspor, bu anlamdaki çekişmenin odak takımları.
Doğu ve Güneydoğu takımlarıyla olan kavgaların dışındaki kavgalara dair arkeolojik kazı yaptığımızda nedenlerin genelde suni olduğunu düşünüyorum. Sonuçta bizim derbimizin tarafları arasındaki gerilimin de ne politik ne dinî bir gerekçesi var. En önemli neden “skor” üstünlüğü! Bugün de bu “yıldız savaşı” şeklinde bir form almış durumda; bu neden… Amed, Cizre veya Dersimspor’u ayrı tuttuğumuzda, diğer rekabetlerde gerilimin temel besin kaynağı “skor” bence.