Thomas C. Schelling bu hafta İktisadi Bilimler dalında Nobel Ödülü’nü kazandı. Bütün gazeteler onun, “oyun kuramı”nı emek müzakereleri, ticari faaliyetler ve silahlanma karşıtı anlaşmalara uyguladığı dahiyane çalışmalarından bahsetmekte. Fakat hiç bahsi geçmeyen -ve aslında çok az bilinen- bir gerçek de onun, ülkemizi Vietman savaşına sürükleyen “güdümlü tırmandırma” ve “cezalandırıcı bombalama” gibi stratejilerin formüle edilmesinde oynadığı kritik roldür.
Tom Schelling’in bu karanlık yüzü aynı zamanda toplumbilimlerin de karanlık yüzüdür-ki bundan kasıt, derlitoplu kuramların, gerçek dünyaya ayna tutmakla kalmayıp onu, hem de şaşmaz bir kesinlikle ölçülebilir bir şekilde, değiştirebileceği yönündeki fütursuz varsayımdır. Irak’ta içinde bulunduğumuz bataklık da açık seçik bu mirasın izlerini barınmaktadır.
Schelling ilk çıkışını 1960 yılında pazarlık ilkelerini savaş sahasına uyguladığı The Strategy of Conflict (İhtilaf Stratejisi) başlıklı kitabıyla yaptı (1940’lı yıllarda uluslararası ticaret müzakereciliği yapmış olan Schelling söz konusu kitabı yazarken o netameli dönemde hemen hemen tüm savunma uzmanı entellektüellerin tezgâhından geçtiği Hava Kuvvetleri think-tank’i RAND Corp.’da stratejistlik yapmaktaydı)[i].
Schelling, savaşı esas itibariyle pazarlığın şiddetli bir biçimi olarak görüyordu. Ona göre “savaşta manevra yapmakla trafik tıkanıklığında yolunu bulmak; Rusları caydırmakla insanın kendi çocuklarını caydırması…çağdaş terör dengeleriyle kadim rehinelik kurumu arasında çok aydınlatıcı benzerlikler” bulunmaktaydı.
O günlerin Soğuk Savaşçıları’nın en mühim ikilemi Birleşik Devletler ile Sovyetler Birliği arasında kurulmakta olan nükleer güç dengesiydi. Başkan Eisenhower “topyekun karşılık” ilkesine bel bağlayagelmişti - yani şayet Sovyetler Batı Avrupa’yı işgal edecek olursa biz de onları nükleer silahlarla vuracaktık. Ama Sovyetler de nükleer silahlar edinince bu ilkenin bir kıymeti harbiyesi kalmamıştı çünkü artık onlar da bizi vurabilirlerdi. Peki o zaman ne yapmak lazımdı?
Schelling’in yanıtı “sınırlı ve tedrici misillemeler” yoluyla “hem sivil zaiyat hem de gözdağı” verip Rusların üzerindeki baskıyı arttırarak “cezalandırıcı bir şekilde” karşılık vermek-yani, zor kullanmak suretiyle karşı tarafa işaret gönderip pazarlığı kızıştırmak ve böylelikle geri adım atmaları için gözlerini korkutmaktı.
1966’da yayımlanan ve fakat aslen bundan birkaç sene önce şekillenen Silahlar ve Tesir (Arms and Influence) adlı bir sonraki kitabında işi daha da ileri götürüyordu Schelling. “Zarar verebilme gücü” diyordu, “askeri gücün en takdire şayan özellikleri arasındadır…Istırap vermek kendi içinde bir kazanç sağlamaz; yalnızca insanları ondan sakınacak şekilde davranmaya sevkeder…Savaş hep bir pazarlık sürecidir” ve savaşırken “zarar verebilme yetisinden kaynaklanan pazarlık gücü”nü ençoklamaya çalışmak gerekir çünkü bu “cebri harbin başlıca unsurudur”.
1964’ün ilk aylarında Başkan Lydon Johnson ve Savunma Sekreteri Robert McNamara Kuzey Vietnam’a karşı askerî harekatı tırmandırmanın yollarını aranırken Schelling’in söz konusu kuramına başvurdular.
Aradaki bağıntı gayet dolaysızdı. McNamara’nın en yakın danışmanı, yardımcı savunma sekreteri John McNaughton, Marshall Plan’ının idaresi münasebetiyle Paris’te bulunduğu zamanlarda Schelling’le ahbaplık yapmıştı. Schelling Pentagon’dan teklif aldığında her ikisi de Harvard’da öğretmenlik yapıyordu. Schelling teklifi geri çevirdi ama yerine McNaughton’u önerdi. Silahlar ve stratejiden hiç anlamadığı için önce bu öneriye yanaşmayan arkadaşını Schelling, ona herşeyi bizzat ögreteceğini söylerek teskin etti. Ögretti de.
Schelling’in öğretilerini Daniel Ellsberg’ün New York Times gazetesine sızdırdığı ve (Pentagon Evrakları’nda suretleri yayımlanan) Vietnam Savaşı’nın çok gizli tarihi tutanaklarında açık seçik görmek mümkün.
22 Mayıs 1964’de Milli Güvenlik Danışmanı McGeorge Bundy, Başkan Johnson’a bir memo gönderir. “Savunma’dan John McNaughton’ın idaresi altında Kuzey Vietnam’a karşı tedricen bir harekât öngören bütünlüklü bir siyasi-askerî plan hazırlanmaktadır” diye yazmaktadır Bundy. “Bu plana göre önce biz vurmalıyız ama imha etmek için değil, zaiyat vermek için, çünkü bu saldırıdan maksat Kuzey Vietnam’ın güneye müdahele konusundaki tutumunu değiştirmek”. Bundy, iki gün sonra gönderdiği müteakip bir memo’da Birleşik Devletler’in “Kuzey Vietnam’a karşı dikkatle seçilmiş bir askeri güç kullanmasını”, birliklerin “daha en baştan çok büyük bir ölçekte, azami caydırıcı tesir ve tehdit oluşturacak şekilde” seferber edilmesini salık verir. “Bir kilo tehdit yüzgram icraat’a bedeldir - blöf yapmıyorsak şayet”.
Nükleer stratejistler üzerine yazdığım bir kitap için 25 sene önce kendisiyle yaptığım bir söyleşide Schelling daha sonra neler olduğunu anlattı bana. McNaughton kendisini görmeye gelir. Kuzey Vietnam’a gözdağı vermek maksadıyla yönetimin ihtilafı tırmandırmak niyetinde olduğunu anlatır. Hava taaruzu tek çıkar yol gibi görünmektedir ama Schelling’e göre acaba ne tür bir bombardıman harekâtı Kuzey Vietnam’ın gerekli mesajı alıp hizaya gelmesini temin etmenin en iyi yoludur? Daha da genel olarak, Birleşik Devletler, Kuzey Vietnam’ı tam olarak ne yapmaya, neden caydırmaya çalışıyor olmalıdır; bombardıman onları itaate nasıl ikna edecek; biz onların ikna olduğunu nasıl bileceğiz; bombardıman bittikten sonra düşmanın işe kaldığı yerden devam etmeyeceğini nasıl temin edebiliriz?
Schelling ve McNaughton bu mesele üzerine bir saat kadar kafa yorarlar. Nihayetinde, bu en temel soruların hiçbirine tek bir makul yanıt dahi bulamazlar. “Zor yoluyla karşı tarafa işaret göndermek” ya da “rakibi hizaya getirmek için zaiyat vermek” konusunda yazmaya gelince atıp tutan Tom Schelling, gerçek bir savaşla yüz yüze gelince apaşıp kalmıştır.
Yine de McNaughton’a verecek bir nasihatı vardır: Ne tür bir bombardıman yapacaksanız yapın, üç haftadan fazla sürmesin. O zaman zarfında başaramazsanız hiç başaramayacaksınız demektir.
Bombardıman seferberliği -Uğuldayan Gökgürültüsü Harekatı- 2 Mart 1965’te başladı. Ne Kuzey Vietnamlıların ne de Viet Kong’ların tutumunda en ufak bir değişikliğe sebep oldu. Ya kendilerine gönderilen işaretleri anlamamışlardı ya da işaretlerin hiçbir etkisi yoktu.
24 Mart’ta, Gökgürültüsü Operasyonu’nu başlayalı neredeyse üç hafta olmuşken, McNaughton McNamara’ya -yine Schelling’in öğretileri uyarınca kaleme alınmış-karamsar bir memo gönderdi: “Vietnam’da durum fena ve daha da kötüleşmekte”. Bu aşamada amacımız, diye devam ediyordu McNaughton, salt “ABD’yi küçük düşürecek bir yenilgiyi önlemek” olmalı. Kuzey Vietman’ın “irade”sine tesir edecek şekilde baskıyı artırmak ve ABD’nin bu işin içinden alnının akıyla çıkmasını sağlamalıyız. “Sözlerimizi tutmalı, daha katı olmalı, risk almalı, elimizi daha çok kana bulayarak düşmanın canını çok feci şekilde yakmalıydık”. Fakat kaderde zafer yokmuş ve artık başka bir çıkış yolu bulmamız lazım.
Bombardıman hızlandı. Bu işe yaramayınca, daha fazla birlik gönderildi (savaşın zirvesinde rakam yarım milyonu bulmuştu). Savaş bir on sene kadar sürdü, ardında 50.000 Amerikalı asker ve sayısız Vietnam’lıyı ölü bırakarak. Hüsranı katlanarak büyüse de McNamara hep tünelin ucunda bir ışık varmış gibi yaptı. 1967 baharında, John McNaughton bir uçak kazasında öldü. Aynı yılın Kasım’ında McNamara, harap ve bitap düşmüş bir şekilde, istifa etti -ya da bir başka iddiaya göre, el çektirildi- ve kana bulanmış ellerini Dünya Bankası’nın çeşmesinde yıkamaya gitti.
Tom Schelling o günden beri savaş üzerine pek yazmadı. Mesleğinin hadlerini öğrenmişti. Şayet Donald Rumsfeld ve Paul Wolfowitz de tarihi daha iyi çalışmış olsalardı, onlar da hadlerinin idrakına varıp ipe sapa gelmez hülyalarının peşinden Mezopotamya’lara gitmezlerdi.
11 Ekim 2005
Özgün metin için bkz: http://slate.msn.com/id/2127862/
[i] 1994 yılında, yine oyun kuramına katkılarından dolayı İktisadi Bilimler dalında Nobel Ödülü’nü kazanan John Nash de RAND Corp.’da çalışmıştı. Yukarıdaki makalenin yazarı, Fred Kaplan’ın kitabı “Wizards of Armageddon”da Nash ve Schelling gibi oyun kuramcılarının milli güvenlik rejiminin şekillenmesindeki kaydadeğer rolünü inceliyor. Söz konusu Nobel’e adını veren Alfred Nobel’in başlıca icadının dinamit olduğu ironisini de kayda düşmeden geçmeyelim (çev.)