Türkiye-İsviçre Maçı: Trafik Kazasından, El Öpmeye Giden Yol

FİFA’nın Türkiye-İsviçre maçı sonrasında meydana getirilen olaylarla ilgili cezayı açıklamasının ardından medyada o gün neler olduğuna dair haberler çıkmaya başladı. Gerçi neler olduğu bilinmiyor değildi. Malum o günlerde birkaç çatlak ses dışında herkes “milli birlik ve beraberlik” ruhu ile hareket edip, “pisliği örtme” yoluna gitmişti. O birkaç çatlak ses ise “imparator”un “ihanet” suçlamasına maruz kaldı. Şimdi cezalar verildi. Artık ayrıntıları izleyebiliriz...

İlk haber 9 Şubat tarihi Akşam gazetesinden. Bu milli kıyam harekatının nasıl planlandığı anlatılıyor:

İsviçre’deki maçı 2-0 kaybetmişiz. Ertesi gün İstanbul’a dönüş ve hemen üç gün sonra rövanş maçına çıkacağız.

THY’nin Milli Takım’ı Zürih’ten getiren uçağında büyük bir sessizlik hakim. Moraller sıfır. Ama herkes türlü türlü planlar içinde. “Ne yaparız ederiz de bu İsviçre’yi eleriz, Almanya’ya gideriz.” Çeşit çeşit fikirler ortaya atılıyor. Derken uçak Yeşilköy Havaalanı’na iniyor, federasyonun seyahat organizasyonlarından sorumlu bir bayan (Bir federasyon yetkilisinin direktifi doğrultusunda) ayağa kalkıyor, Hasan Doğan, Davut Dişli ve Fatih Terim’in bulunduğu yere gelerek, “Conrad Oteli’nde bir durum değerlendirmesi yapılacak, lütfen alandan direkt oraya geçelim” diyor.

Kafile alandan ayrıldıktan sonra otele geliyor ve bu isimler 853 numaralı odaya çıkıyor. Ve o meşhur toplantı başlıyor.

Yani “Türk futbolunun dibine dinamit koyan”, “Dünya’ya rezil eden”, her fırsatta barbar Türkler naraları atan “Avrupalı’nın arayıp da bulamadığı fırsatı büyük bir koz olarak eline veren” o meşhur toplantı.

Belki bu toplantıya katılanlar hepsi iyi niyetli ama, alınan kararların Türkiye’ye ileride vereceği zararı kimse hesaplayamıyor. Onlar kimler mi? Onlar Türk futbolunun en önde gelen isimleri.

Federasyon Başkanı Levent Bıçakcı, İkinci Başkan Hasan Doğan, Milli Takımlar Sorumlusu Davut Dişli, Yönetim Kurulu Üyesi Erdal Atalay, İstanbul Emniyeti’ni temsilen bir emniyet müdürü, Teknik Direktör Fatih Terim.

Toplantıda ana fikir şu:

“İsviçreliler dün akşam bizi 2-0 yenebilmek için her yolu denedi. Biz de bunun karşılığını çok iyi organize olarak vermeliyiz. Onlar 2-0 yeniyorsa biz de saha içi ve dışı faktörler bir arada onlara 3 fark atmalıyız.” Toplantıdaki ilk görüş rakibi kuralların izin verdiği nizami ölçülerde baskı altında tutmak... Fakat işin boyutu daha sonra değişiyor.

TOPLANTIDAN PASAJLAR

Davut Dişli, Emniyet’i temsilen toplantıya katılan yetkiliye diyor ki:

“Adamları daha pasaport kontrolünden itibaren psikolojik baskı altına almamız lazım.”

Emniyet yetkilisi şaşırıyor, Dişli devam ediyor:

“Biraz pasaport kontrolünde bekletmek yasa dışı mı? Ne olur yani İsviçreliler biraz kuyrukta beklese de ülkeye 2-3 saat geç giriş yapsa.”

Gerçekten de İsviçre Milli Takımı İstanbul’a 3 saat süren bir pasaport kontrolüyle giriş yapabiliyor. Daha körükten girişte, ellerinde Türk bayraklı yer hizmetleri görevlileri oyuncuların burnunun dibinde slogan atıp tacize başlıyor. Gümrüklü alan geçişinde ise para ile tutulduğu belli bazı kişiler İsviçreli oyuncu ve teknik adamlara ağır küfürler savuruyor. Bu fanatiklere tek polis memuru bile müdahale etmiyor.

Tekrar toplantıya dönüyoruz.

Hasan Doğan söz alıyor:

“Otele giderlerken de rahat bırakmayalım. Sahilyolu üzerinde bir kaza olsa da otobüsleri biraz beklese fena mı olur?... “

Emniyet yetkilisi yine şaşırıyor:

“Ne kazası, efendim nasıl olur?...

Hasan Doğan:

“İstediğin bir kaza olsun. Hem, o otobüsün önünde iki arabanın hafif bir kazası çok mu imkansız. Burası Türkiye burada çok sık trafik kazası olur ve ekipler gelene kadar da araçlar yerinden kımıldamaz...”

Gerçekten de ertesi gün Çırağan’a E 5’ten değil de Sahilyolu üzerinden giden İsviçre milli takımı otobüsü tacize uğruyor. Kaza olmuyor ama trafiğin her sıkıştığı an, nereden çıktığı belli olmayan Milli Takım taraftarları tarafından yumurta yağmuruna tutuluyor. Ve bu görüntüler dünya TV’lerinde yayınlanıyor.

Toplantıda saha içi taciz de konuşuluyor.

Davut Dişli, Başkan Bıçakcı’ya dönerek şu ifadeleri kullanıyor:

“Başkanım emredin, sahaya şişe yağdıralım. Pet şişe yağmuru gibisi yoktur.”

Başkan Bıçakcı’nın cevabı, “Sen ne diyorsun Davut, olur mu hiç ? Sahamız kapatılır” oluyor.

Ama Dişli üsteliyor:

“Merak etme başkan, en çok bir maç ceza gelir o da seneye sahamızdaki ilk maça. Önemli olan şu maçı alıp Almanya’ya ulaşmak.”

DENİZDEN DE TACİZ

Toplantı geç saatlere kadar sürüyor. Levent Bıçakcı’nın, emniyet yetkilisinin karşı çıkışlarına rağmen, alınan kararlar İsviçre Türkiye’ye ayak basar basmaz uygulanmaya başlıyor, maç sonunda yaşanan olaylarla son buluyor.

Gümrük eziyeti, yumurta yağmuru ile başlayan İsviçre’ye karşı baskı kurma operasyonu, rakip takımın kaldığı Çırağan Oteli’nde de devam ediyor. Özel tekneler tutuluyor, ses düzenleri kuruluyor, davullarla, zurnalarla, denizden Çırağan Oteli’ne taciz atışları yapılıyor. İşin garip yanı, havaalanında ve yollarda yaşanan yumurta olayında polisin müdahil olmaması gibi, Sahil Güvenlik de denizdeki bu olaylara hiç karışmıyor.

Sonrasında ise maç bitimindeki, artık tüm dünyanın bildiği vahim olaylar. Tekmeler, yumruklar... Soyunma odası koridorlarında yaşananlar. Grichting’in hastanelik olması, hakem kapısının kırılması, korkudan ağladığı iddia edilen hakem Bleeckere’yi bizim futbolcularımızın hışmından Serhat ile Fatih Akyel’in kurtarması.

Sözün özü, “Kötü yazılmış, kötü uygulanmış bir senaryo” Türkiye’nin başına telafisi mümkün olmayan olaylar açtı. İşte bunların ve aldığımız cezanın da suçlusu Conrad Oteli zirvesine katılan, bu organizasyonları planlayan isimler.

FIFA kararını verirken “sorumluların bulunmaması” nedeniyle cezayı ağır tuttu. Eğer, savunmada, “Evet, pasaportta şu müdürler yüzünden keyfi bir uygulama yapıp İsviçrelileri taciz ettik. Ya da yumurta işini şunlar şunlar organize etti, biz de bu adamlara şu cezaları verdik” diyebilseydik, bu cezayı yemeyecektik. Sorumlular ortada yok, bir iki futbolcu kurbanlık koyun gibi ortaya atıldı.

Sonra da FIFA’ya kızıyoruz, “Seyirci ceza aldı” diye. Sen kendi içindeki sorumluları bulup çıkarmazsan daha çok ceza alırsın.

Şimdi bu sorumlular utanmadan çıkıp “FIFA’ya faks, mektup yağdıralım” diyor.

Aynı toplantıya dair ayrıntılar 9 Şubat tarihli Vatan gazetesinde Tayfun Bayındır’ın haberinde de veriliyor. Burada devreye psikologlar da giriyor. Ne de olsa psikolojik bir savaş veriliyor, ama orada kalmıyor iş.

13 Kasım 2005'teki toplantıyı Fatih Terim ateşledi, Acar Baltaş fikri verdi, Hasan Doğan operasyonu düzenledi. Ve sonuç: Türkiye 'yasaklı ülke'

09.02.2006

Tarih: 13 Kasım 2005... Yen Conrad Oteli... İşte FIFA'dan gelen 6 maçlık cezaya gerekçe oluşturan olaylar burada başlıyor. 2-0 biten maçın gecesi Levent Bıçakçı, İsviçreli bir psikolog arkadaşını oteline çağırıyor ve psikolojik açıdan ne yapılması gerektiğini soruyor. İsviçreliler'i çok iyi tanıyan psikolog "İsviçreliler zaten Türkler'den korkar. Onları tedirgin edin, kendilerini güvende hissetmesinler" repliğini veriyor. Dönüşte bu konular tartışılırken herkesin gereğinden fazla "Asacağız, keseceğiz" yaptığını gören Spordan Sorumlu Devlet Bakanı M.Ali Şahin "Dikkat edin, sakın bizi suçlu düşürecek bir şey yapmayın" diyor. Ama Bakan'ı 'takan' yok

'Anama küfrettiler'

Ertesi gün Conrad'da "İsviçre'yi nasıl karşılayacağız?"ın toplantısı düzenleniyor. Toplantıda yer alan isimler şunlar: Levent Bıçakçı (sonradan katılıyor), Hasan Doğan, Şekip Mosturoğlu, Davut Dişli, Fatih Terim, Lütfi Arıboğan, mentör Acar Baltaş, İstanbul Emniyet Müdür Muavini Süleyman Balta ve diğer yöneticiler. Fatih Terim "Bu yaşta anama küfrettiler. Basın odasına sokmadılar" diye fitili ateşliyor. Mentör Baltaş da bu gerginlik politikasını destekliyor: "Öyle bir hava yaratalım ki, İsviçreliler gerilsin. Herkesi maçı kazanacağımıza inandıralım. Ve kamuoyu üzerinden futbolcularımızı motive edelim. Bu ateşi körükleydim."

'Yukarıdan biter!'

Konu İsviçre Milli Takımı'nın nasıl karşılanacağına geliyor. Hasan Doğan, en ateşli 'Asalım, keselim'cilerden. İstanbul Emniyeti'ni temsilen müdür yardımcısı Süleyman Ekici'ye "İsviçreliler'e özel muamele yapmayın. Sıradan insanlar gibi davranın. Bize orada çok kabalık yaptılar. Uçakta bekletelim, havaalanında morallerini nasıl bozarız?" diyor. Ekici'nin yanıtı net: "Pasaporta dek özel güvenlik var ve TAV'a ait. Orada yetkimiz yok. Ayrıca uluslararası kuralların gereği bekletme yapamayız, sonra suçlu oluruz." Ama mesaj da net: "Meraklanma, biz işi yukarıdan hallederiz. Bu milli bir mesele."

Bıçakçı'yı dinlemediler

Rahatsız olan Bıçakçı "Beyler, yasal olmayan hiçbir şeye izin vermem" uyarısını yapıyor, dinleyen kim? Hemen organize işler başlıyor.

Hasan Doğan, amigolara dağıtılacak bedava biletleri ve saha içi akreditasyonunu Davut Dişli'ye emanet ediyor. İsviçre'nin karşılanırken hırpalanması görevi Göksel Gümüşdağ'a veriliyor. İsviçre kafilesi için, tarihte ilk kez havaalanı özel güvenliği geri çekiliyor, İstanbul Emniyeti görevi devralıyor. Ve İsviçreliler, körükten itibaren taciz ediliyor, 3.5 saat bekletiliyor, Tophane'de yumurta yağmuruna tutuluyor. İşte bu karşılama yüzünden, Türkiye 6 maç hem tarafsız sahada, hem de seyircisiz oynamak zorunda kalıyor. FIFA, Türkiye'de "Sizin güveliğiniz sakat. İstanbul'da maç oynatmam" diyor.

Bu arada yeni Federasyon Başkanı itiş kakış oturduğu koltuğa yerleşemeden karar günü gelip çatıyor. Başkan seçimler sırasında bu “işleri”n en azından böyle yapılmasını tasvip etmediğini açıklamış bulundu; "bizim zamanımızda bunlar olmadı" dedi. Sorunun çözümü için uğraşmak da onun üzerine kaldı. Bu işin sorumlusu eski federasyon değil mi? Sorumlular bulunup yargılanamaz mı? Ama o zaman işin ucu kimbilir nerelere gider? Sakıncalı işler. Daha kolayı, Şark usullerine başvurmak. Onu da 10 Şubat tarihli Vatan gazetesinde İbrahim Seten'in haberinden izleyelim:

Türkiye’yi İhraçtan Kurtaran ‘El Öpme’

Tarih: 1 Şubat 2005... Saat: 17.25... Yer: FIFA'nın Zürich'te bulunan merkezindeki başkan odası... Türkiye Futbol Federasyonu'nun yeni başkanı Haluk Ulusoy, FIFA Başkanı Sepp Blatter'e nezaket ziyaretinde bulunuyor. 17.00'deki randevuda konu ister istemez İsviçre maçından sonraki olaylara geliyor. Blatter, Grichting'e nasıl tekme atıldığını, kanıtların nasıl karartıldığını, değil yönetmeliklerin, uluslararası bütün iyiniyet kurallarının nasıl ihlal edildiğini teker teker anlatıyor. O toplantıya ortamı yumuşatmak amacıyla giden Haluk Ulusoy bile duyduklarına inanamıyor ve şoke oluyor. Kısa bir süre düşünüp "Acaba ne yapsam da şu kötü durumu tersine çevirsem!" diye kafasında tilkileri dolaştırıyor

Niye yaptı?

İşte o andan sonra bütün protokol kurallarını altüst edecek bir sevgi ve saygı gösterisine dönüyor iş... Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı, FIFA Başkanı'nın sağ elini sıkıca tutuyor, öpüyor, alnına götürüyor. Blatter'in elini hâlâ bırakmıyor, bu sefer de kalbinin üstüne koyuyor. Bu sefer Blatter şokta, "Ne yapıyorsunuz Mr. President?" diye gayrıihtiyari soruyor. Ulusoy hemen cevabı yapıştırıyor: "Bu bir Türk geleneğidir. Babaların eli öpülür ve babalar affeder. Beni bundan sonra manevi evladın say. Nerede istiyorsan orada oturayım. İstersen İsviçre'de, istersen Türkiye'de yaşayayım

"Affet bizi baba"

Ben buraya gelirken, olayların bu kadar kötü olduğunu bitmiyordum. Bizi affet, babalığını göster." Dünyanın en medeni ülkesinde yaşayan ve Türkiye aleyhine düzenlediği basın toplantısıyla 70 milyonun nefretini kazanan Sepp Blatter, bu Doğulu sevgi gösterisine karşı kayıtsız kalamıyor. Çünkü iş müzakereye kalsa, Haluk Ulusoy'u da "Tamam, tamam" deyip sırtını sıvazlayarak gönderecek ve Türkiye 2008 Dünya Kupası elemelerinden ihraç edilecek... Ama biraz önceki hareketin etkisiyle hemen FIFA Genel Sekreteri Urs Linsi'yi odasına çağırıyor. Ve talimatı veriyor: "Urs, sanıyorum Türkiye dosyasını tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor. Lütfen gerekeni yapın."

"Good start, president!"

Urs Linsi ile Haluk Ulusoy kolkola Blatter'in odasından çıktıktan sonra, neler olduğunu anlayamayan FIFA Genel Sekreteri, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı'nın kulağına fısıldıyor: "Good start, Mr. President!" (İyi başlangıç, bay başkan.) Ve 2008 Avrupa Şampiyonasından kesin olarak ihraç edilmesi beklenen Türkiye, bu sıcak diyalogun ardından 6 maç cezayla paçayı kurtarıyor. Tabii burada eski başkan Levent Bıçakçı ile Şenes Erzik'in katkılarını da görmezden gelemeyiz. Onlar da protokol kuralları içerisinde kalarak Türkiye'nin haklarını koruyorlar. Bu ekip çalışmasının meyvesi de "6 maç" ile geliyor. Ki, FIFA Tahkim Kurulu'nda bu cezanın daha da aşağı çekilme ihtimali "şimdilik" yüksek gözüküyor

"Meğer ihraç edilmişiz"

Gelelim, dünkü ilk Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu toplantısına... Başkan Haluk Ulusoy, yeni çalışma arkadaşlarına yaşadıklarının vehametini ve yukarıda anlattığımız olayı teker teker aktarıyor. Ve şunu söylüyor: "Ben Blatter ve Linsi'nin yaklaşımından cezamız 2 veya 3 maça indi diye mutlu olmuştum. Meğerse, biz Blatter'in manevi evladı olmadan önce Türkiye 2008 Avrupa Şampiyonası'ndan 'tard' (ihraç) edilmiş... 2008'de yokmuşuz. Karar açıklandıktan sona bunu anladım. Hepimize geçmiş olsun. Aynı hataları biz tekrarlamayalım." İşte İsviçre maçı sonrası yaptıklarımız bizi FIFA nezdinde bile bakın nasıl bir hale getirdi?