Gary L. Francione ile Söyleşi: Bir Toplama Kampını Protesto Ediyorsanız, O Kampın Koşullarının İyile

Hayvan hakları yaklaşımı, hayvanların insanların sahip olduğu bütün haklara sahip olması gerektiğini mi savunuyor?

Hayır. Ben hissetme yetisine sahip tüm varlıkların tek bir hakka sahip olmaları gerektiğine inanıyorum: Mal yerine konmama, insanların amaçlarına hizmet etmek dışında da bir değer taşıma hakkı. Introduction to Animal Rights: Your Child or the Dog? adlı son kitabımda eğer hayvanlara bu yegane hakkı tanımazsak, çıkarlarını ne kadar ciddiye aldığımızı iddia edersek edelim, onları salt mülkten ibaret varlıklar olarak görmek durumunda kalacağımızı öne sürdüm. Şu anda olan da tam olarak bu: Hepimiz hayvanların çıkarlarını ciddiye aldığımızı iddia ediyoruz, ama içinde yaşadığımız toplum gerçekte hayvanlara da herhangi bir mülkmüş gibi davranıyor. Ama hayvanlara mülk yerine konmama şeklindeki bu yegane hakkı tanırsak hayvan sömürüsünü düzenlemenin ötesine geçerek onu tamaman ortadan kaldırmaya karar vermiş oluruz; çünkü hayvanları gıda olarak, deneylerde, ürün testlerinde, eğlence sektöründe ve giysi yapımında kullanırken onların mülkten başka bir şey olmadıkları varsayımına dayanıyoruz. Hayvanların mülk yerine konmama hakkı olduğunu kabul edersek, yeni evcil hayvanlar hayata getirmeye tamamen son vermemiz gerekir. Benim derdim bir ineğin çiftçiye karşı dava açma hakkı olup olmaması değil, her şeyden önce niye böyle bir hayvanın var olduğu.

ABD’de hayvan hakları hareketinin şu anki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

ABD’de hayvan hakları hareketi falan yok. Sadece hayvanların “insanca” sömürülmesini teşvik etmeye çalışan hayvan refahı hareketi var. Hayvan haklarının kabul edilmesini sağlamak için, sömürünün toptan kaldırılması yönündeki temel hukuki ve felsefi tezleri anlamamız şart. Hayvanları sömüren bir sistemde reform yapmak mantıki açıdan imkansız, sömürüye son vermemiz gerek.

Bu tez mantıklı görünüyor. Peki ya iş, fikirlerinizi bir taban hareketiyle pratiğe taşımaya gelince?

Ben, mevcut [Peter Singer’in] hayvan hakları kuramının yerini alacak yeni bir kurama ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Hayalperest değilim. Sömürüye toptan son vermeyi hedefleyen bir kuramı benimsesek bile, sömürünün hemen ortadan kalkacağını düşünüyor değilim. Değişim ister istemez tedrici olacaktır. Ama açık hedefimiz bence sömürünün kaldırılması olmalı, tedrici değişimi de bu hedef şekillendirmeli.

Öte yandan, gerçekçi olmayan bir beklenti varsa o da şu: Kâr sağlamak amacıyla hayvanları kullanan işletmelerin kendi kendilerini denetleyeceğini düşünmek. “İnsanca kesim” yasalarının uygulanması çok zor ve hayvancılık sektörünün ekonomik gerçeklikleri, işletmelerin bu tür standartlara kendiliklerinden uymalarını engelliyor. Dahası bu tür yasaların hayvanların acı çekmesini arttırdığını söyleyebiliriz, çünkü insanlar belli kurallar gözetildiği takdirde et tüketmek ya da hayvanları başka amaçlarla kullanmak konusunda kendilerini daha rahat hissediyor.

Sömürünün kaldırılmasını savunanların şu an için pratiğe yönelik olarak yürütebileceği herhangi bir kampanya olmadığını iddia edenlere karşı uzun zamandır aksini savunuyorum. Uluslararası hayvan hareketinin vejetaryen beslenmeyi teşvik etmek üzere bütünlüklü ve kararlı bir kampanya yürüttüğünü düşünün. Kaynaklarımızın önemli bir kısmının insanları neden hayvan ürünlerini tüketmemeleri gerektiği konusunda eğitmeye harcadığımızı düşünün. Beş yılın sonunda şüphesiz dünya nüfusunun tamamının vegan olmasını sağlayamazdık, ama “süt danası yemeyin” türünden kampanyalara kıyasla hayvan ürünlerinin tüketimini çok daha aza indireceğimiz kesin.

Siz bir hukuk profesörüsünüz. Görüşlerinizin, sadece hukuk eğitimi almış insanları ilgilendirdiğini savunanlara yanıtınız ne olur?

Hukuk sisteminin sağlayacağı yararlar konusunda bir yanılgı içerisinde değilim. Veteriner hekimlerin ihmalleriyle ilgili davalar, hayvanlara işkence davaları ya da Hayvanları Koruma Yasası çerçevesinde görülen davalar hayvanların çektiği acıyı azaltma noktasında pek anlam taşımıyor ve hayvanların mülk statüsünü değiştirmede hiçbir etkileri yok. Yasalar çoğunlukla toplumdaki hâkim tavrı yansıtır, bu tavrı şekillendirmez.

İnsanlık manevi bir devrim yaşamadıkça insandışı hayvanlar sömürülmeye devam edecek. Ataerkil şiddete uyum ve müsamaha gösteren paradigmayı değiştirmeye çalışan öncü insanlar olmadan böyle bir devrim yaşanmayacaktır. Hayvan hakları davasında yer alan hukukçuların görevi, şu an için, sistemi değiştirecek başat güç olmak değil. Hukukçular olarak, bizler de mülkiyet haklarını koruyan bu sistemin bir parçasıyız. Hukukçular olarak görevimiz, eylemcileri savunmak. Bence işe yarar bir “hayvan hakları” avukatı, bir sefer sivil itaatsizlikle suçlanan eylemcileri savunan bir ceza avukatı; başka bir sefer eylemcilerin gösteri izni almalarına yardımcı olan bir idari avukat; başka bir sefer derslerde canlı hayvanları kesip biçmek istemeyen öğrencilere ya da vegan yiyecekler isteyen mahkumlara yardımcı olan bir anayasa avukatı olur. Hukukçu eylemciyi korur ve ona hizmet eder. Paradigmayı değiştirecek olan, eylemcidir. Artan bir toplumsal konsensusu yansıtan müvekkiller olmadan avukat hiçbir işe yaramaz.

Devrimin şart olduğuna inanmakla birlikte, şu noktayı açıklığa kavuşturmama da izin verin: İster insanlara ister insandışı varlıklara yönelmiş olsun, şiddetin her türlüsüne kesin olarak karşıyım. Şiddet içermeyen eylem anlayışına bağlıyım. Benim sözünü ettiğim, manevi bir devrim: İnsanların -özellikle de diğer erkeklerin- şiddeti sorgulayıp reddetmesini sağlamaya çalışıyorum. Ataerkini ve bazı varlıkların -beyaz erkeklerin, zengin erkeklerin ya da genel olarak insanların- diğer varlıklardan daha değerli olduğunu fikrini yıkmak istiyorum.

İnsansı maymunların kişi olarak kabul edilmesini savunan çalışmalara ne diyorsunuz? Toplumu, mevcut sistemin içinde faaliyet göstererek, eşitlik meselesini ciddiye almaya yönelten bir hareket değil mi bu?

İnsansı maymunların kişi olduklarını savunan kampanya en azından iki sorunla malul: Öncelikle, bazı hayvanların sırf bize daha çok “benzedikleri” için diğerlerinden daha üstün oldukları anlayışını pekiştiriyor. Bu da “diğer” hayvanların büyük çoğunluğunun hiyerarşinin “alt” basamaklarında kalması ve “üst” basamaklara yerleşmeye hak kazanan “özel” hayvanlarda bulunan insansı özelliklerden yoksun oldukları için bu hiyerarşide asla yükselemeyecekleri anlamına geliyor.

İkincisi bu kampanya sadece kuramsal açıdan zayıf olmakla kalmıyor, hayvanlar açısından da vahim pratik sonuçlara yol açıyor. Jane Goodall’dan esinlenip, çeşitli insansı maymunların bize ne kadar benzediğini kanıtlamak için daha çok deney yapmamız gerektiğini savunan yığınla bilişsel etolog türedi. İyi de, daha ne kadar “araştırmaya” ihtiyaç var? Bu hayvanların, kurduğumuz hiyerarşide basamak atlayabilmesi için daha ne kadar “bize benzemesi” gerekiyor? İnsansı maymunların karmaşık yaşamları olduğunu, bizimkiyle çarpıcı benzerlikler gösteren genetik bir yapıya sahip olduklarını zaten biliyoruz.

Ama Great Ape Project’te siz de yer almıştınız.

Doğru. 1993’te yazdığım “Kişi Olma, Mülkiyet ve Cezaî Ehliyet” adlı makale Great Ape Project’te yer aldı, ayrıca Büyük İnsansı Maymunların Hakları Bildirgesi’nin imzacıları arasındayım. Büyük insansı maymunların hukuken kişi statüsünde olmalarını öne süren ilk hukuk kuramcısı da benim. Ama 1993 tarihli makelemde şunun altını özellikle çizmeye dikkat ettim: Büyük insansı maymunlar insanlara çok benziyor, bu benzerlik onların kişi olarak görülmesi için yeterli koşuldur ama gerekli koşul değildir. Kişi olmak için gereken özellik, hissetme yetisidir. İnsandışı bir canlı acıyı hissedebiliyorsa, o canlıya sadece amaçlarımıza ulaşmamızı sağlayan bir araç muamelesi etmemek ahlakî bir yükümlülüktür. Son kitabım Introduction to Animal Rights’ta da bu noktayı özellikle vurguladım: Bir nesne ya da mal muamelesi görmeme hakkına sahip olmak için yegane gerekli koşul, hissetme yetisine sahip olmaktır. Jane Goodall Afrikalıları şempanze yerine keçi yemeye davet ediyor. Neden? Şempanzeler keçilere nazaran “bize daha çok benzedikleri” için mi? Bu benzerlik benim açımdan hiçbir anlam ifade etmiyor, Goodall’ın tavrı da hayvan hakları hareketiyle kesinlikle bağdaşmıyor.

Hissetme yetisi yerine bilme yetisinin temele alınması diğer hayvanlar açısından ne gibi anlamlar taşıyor?

Hayvan hakları savunucularının, papağanların matematiksel becerilerinden, arama kurtarma köpeklerinin üstün algılarından ve etkileyici yeteneklere sahip başka hayvanlardan söz ettiklerini görüyoruz – özellikle de, zekâlarıyla şu ya da bu şekilde bize hizmet eden hayvanlar seçiliyor.

O halde kılavuz köpekleri hiç dünyaya getirmemek gerek.

Hayvan hakları konusunda ciddiysek, hayvanları kendi amaçlarımız uğruna dünyaya getirmekten vazgeçmeliyiz.

İnsanların, diğer hayvanlara karşı tavırları bağlamında “ahlakî şizofreni”yle malul olduklarını söylüyorsunuz. Bununla tam olarak neyi kastediyorsunuz?

Bugün birçok insan evinde kedi, köpek ya da başka bir hayvan besliyor ve o hayvanı ailenin bir üyesi gibi görüyor. Gelgelelim, ailenin üyesi olarak gördükleri o hayvanlardan hiçbir farkı olmayan başka hayvanları yemekten de geri kalmıyorlar. Düşündüğünüz zaman, bunun tutarsız bir davranış olduğunu görüyorsunuz. Daha geniş bir açıdan baktığımızda, hayvanlara zorunlu olmadıkça acı çektirilmemesi gerektiği konusunda hemen hemen herkes hemfikirdir. Gelin görün ki, diğer hayvanları kullandığımız durumların yüzde 99.9’u herhangi bir zorunluluk içermiyor ve tek gerekçesi insanlara eğlence ya da kolaylık sağlaması. 2002 yılındayız. Artık hiç kimse sağlıklı yaşamak için et yemenin şart olduğunu savunmuyor. Hatta, giderek artan sayıda sağlık uzmanı et ve süt ürünlerinin insan sağlığı açısından taşıdığı zararlara dikkat çekiyor. Ayrıca, hayvancılık ekolojik bir felaket. Bir kilogram hayvansal protein üretmek için 5 ila 10 kilogram bitkisel protein harcanıyor ve bir kilogram et üretmek için harcanan su miktarı, bir kilogram tahıl üretmek için harcanan miktarın yüz katı. Et yemek için geçerli tek nedenimiz tadının güzel olması. Rodeolar, sirkler, hayvanat bahçeleri vs. için geçerli tek nedenimiz bizi eğlendirmeleri. Kısacası, Batı kültürü hayvan haklarını ciddiye aldığını iddia ediyor, hepimiz hayvanlara zorunlu olmadıkça acı çektirilmemesi gerektiğini savunuyoruz, yine de hiçbir zorunluluk içermeyen durumlarda hayvanlara acı çektirmekten ve onları öldürmekten geri kalmıyoruz. “Ahlakî şizofreni” dediğim bu.

Kuramla ve eylemcilikle ilgili düşünceleriniz zaman içinde değişti mi?

Evet, değişti. İlk başta hayvan refahı yaklaşımını savunuyordum. Hayat koşullarındaki iyileştirmelerin, yavaş yavaş hayvan sanayiini ortadan kaldıracağını düşünüyordum. Ama yıllar geçtikçe şunu gördüm ki koşulların iyileştirilmesinin bizi götürebildiği tek yer koşulların biraz daha iyileştirilmesi. Bir toplama kampının varlığını protesto ediyorsanız, o kampın koşullarında iyileştirmeler yapılmasını talep eder misiniz? Etmezsiniz, çünkü bunu talep etmekle aslında o kampın var olmasında bir sakınca görmediğiniz mesajını vermiş olursunuz.

Kuramınızın “ya hep ya hiç” yaklaşımını temsil ettiği, şu an hayatta olan ve acı çeken hayvanların hayat koşullarında iyileştirme talep etmemenin haksızlık olacağı iddia edilebilir. Hayvan hakları tanınıp yerleşene kadar uzun bir süre geçeceğine göre, bugün acı çekmekte olan hayvanlar için ne yapabiliriz?

Vegan olun ve günde en az bir saati ailenizi, arkadaşlarınızı, komşularınızı ya da sizi dinleyecek herkesi veganlığın ahlakî ve çevresel temelleri konusunda bilgilendirmeye ayırın. Sizi temin ederim ki bir yılın sonunda, hayvan sömürüsünün toptan kalkması yönündeki değişimi hazırlamak bakımından, kümes bataryalarının genişletilmesi ya da mezbahalarda hayvanların daha “insanca” yöntemlerle kesilmesi için çalışmakla elde edeceğinizden çok daha büyük kazanımlar elde edersiniz.

Burger King’in “veggie burger”i hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir kere “veggie burger” dedikleri şey, vegan yiyeceği değil. Burger, et ürünleriyle aynı ızgaranın üzerinde kızartılıyor, ekmeği de süt ürünü içeriyor. “Veggie burger” vegan yiyeceği olsaydı bile, bence hayvan hakları savunucularının Burger King ya da McDonald’s gibi yerlerle işi olmamalı. Tabii ki oturduğumuz yerde hayvan hakları kuramını tartışıp duralım demiyorum. Vegan kampanyaları sonuna kadar destekliyorum. Ama eylemcileri, bu kampanyaları nerelerde ve hangi yöntemlerle yürüteceklerini çok iyi düşünmeye davet ediyorum. Vegan beslenmeyi teşvik etmek için, hayvanlara ve çevreye büyük zararlar veren fast-food şirketlerinin reklamını yapmaktan daha iyi yollar var. İnsanları Burger King’de yemek yemeğe davet etmek yerine, vegan restoranları ve vegan yiyeceği satan yerleri tanıtmalıyız. Son zamanlarda basında sanki Burger King ve McDonald’s hayvan hakları hareketiyle işbirliği içindeymiş gibi bir izlenim olduğunu fark ettim. Benim desteklediğim hiçbir hareket, bu tür şirketlerle ittifak kuramaz.

Bu söyleşi, Friends of Animals adlı hayvan hakları örgütünün “act.ionline” adlı dergisinde (http://www.friendsofanimals.org/programs/animal-rights/interview-with-gary-francione.html) yer alan söyleşiden derlendi.