Kyoto Sözleşmesi'ni imzalamadığı için uluslararası toplumdan oldukça tepki gören ve en son Montreal'deki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 11. Taraflar konferansında küresel ısınma konusundaki vurdumduymazlığı ve sözleşme karşıtlığında yalıtılmışlığı tescillenen Bush hükümeti çevre konusunda yeni açılımlar peşinde. 2 Şubat tarihinde ABD’nin Tenneesse kentinde yaptığı konuşmasında Bush, ABD’nin Ortadoğu petrollerine bağımlılığını 2025 yılına kadar yüzde 75 oranında azaltmak için alternatif yakıtlar konusunda adımlar atmaya karar verildiğini açıkladı.
İlk anda akla ABD, Ortadoğu’dan elini mi çekiyor düşüncesini dile getiren bu plan, dünyanın petrol barındıran hemen her yerinde çatışma veya savaş çıkartan ABD’nin bu durumun ekonomisine verdiği zararın ve dış dünyadaki yalıtılmışlığına bir çözüm olarak ileri sürüldüğünü düşündürüyor. Zira ABD ekonomisinin petrole bağımlılığı yeni savaşların çıkmasını durdurmayacağını gösteriyor. Bush idaresi döneminde petrol tüketiminin daha önceki dönemlere oranla artarak yüzde 53’ten yüzde 60’lara çıkması ile petrol bağımlılığının had safhada olması da bu düşünceyi destekliyor.
Bir başka açıdan ise Bush hükümetinin bu kararı çevresel konularda gerek içte gerekse dışta aldığı eleştirilere bir karşı duruş olarak değerlendirilebilir. Geçen yılki G-8 zirvesinde yaptığı konuşmada sera etkisi yaratan fosil yakıtların kullanımını azaltmak yerine salınımın azaltılmasını sağlayacak temiz teknolojilerin kullanılmasını destekleyeceğini açıklayan ve süreci daha çok gönüllülük şemsiyesi altında yürütülmesini isteyen Bush’un bu plan içerisinde alternatif yakıtlar önerisi böyle bir politikanın sonucu olarak görülmeli.
The Guardian gazetesinin haberine göre teklif, tarımsal ve odun artıklarından, buğday, mısır, patates, şeker pancarı, şeker kamışı, tatlı sorgum gibi hububattan ve hızlı büyüyen ağaçlar ve otlar gibi selüloz malzemelerden elde edilen biyoetanolun ulaşım yakıtı olarak kullanımının 6 yıl içerisinde sağlanmasını içeriyor.[1]
Öncelikle belirtmek gerekir ki, biyoetanolün taşımacılık sektöründe petrolün hakimiyetinin kırılması amacıyla kullanılması düşüncesi çok yeni değil. Keza biyoetanol var olan teknoloji sayesinde hali hazırda benzine yüzde 5 oranında karıştırılarak kullanılabiliyor. İsveç, Brezilya gibi ülkelerde üretilen yakıtın önemli bir oranı da biyoetanolden elde ediliyor. Ama kullanımdaki en büyük pozitif etkiyi yüzde 70’lere varan azaltım ile karbondioksit (CO2) salınımında sağlıyor.[2] Aslında yüzde 5’lik oran bile sera gazı salınımları düşünüldüğünde trafikten 1 milyon arabanın azalmasına benzer bir etki yaratmakta.
Alternatif yakıt teknolojilerine bakıldığında ise, biyoetanol fosil yakıt kullanımına karşı tek seçenek olmadığı görülebilir. Biyoetanolle birlikte soya, ayçiçeği, kanola, aspir gibi bitkisel yağlardan elde edilen biyodizel, elektrik ve hidrojen taşımacılık sektöründeki diğer alternatif yakıt teknolojileri. Pek tabii ki bunların hiçbiri şu an için ne gerekli kapasite yükünü sağlayabilecek teknolojiye ne de yatırıma sahip olmadıklarından benzine gerçek birer alternatif olabilecek durumda değiller. Ama özellikle bu alternatiflerden biyodizel gerek vergi indirimi gerekse bitkisel yağların ekilmesinin teşviki ile yerli olanaklarla petrol ihtiyacının en azından bir kısmı sağlayabilecek düzeye getirilebilir. Bu konudaki en büyük engel ise maliyet. Zira Türkiye bitkisel yağ tüketiminin yüzde 35'ini yerli kaynaklardan, yüzde 65'ini ithalat yoluyla karşılıyor.[3] Bununla birlikte her ne kadar yakıt verimliliğini arttırma kapasitesine sahip olsa da elektrik teknolojisi kullanımı var olan kaynaklarının yenilenebilir olmaması nedeniyle verimsiz olarak değerlendirilmekte. Ama uzun dönemde bu alternatif yakıtların melez olarak kullanılmasıyla ortaya çıkabilecek ulaşım yakıtlarının daha verimli kullanırlılığının yüksek olacağı söylenebilir.
Tüm bunların yanı sıra biyoetanolün bütünüyle sorunsuz olduğunu iddia etmek mümkün değil. Zira, biyoetanolün, tarımdan oluşacak CO2 salınımının artması ve biyoyakıt üretimi için kullanılan bitkilerin potansiyel talepler sonucu yoğun üretiminin tarımsal alanların çeşitliliğini (biyoçeşitliliği) etkileme durumunda kalması gibi potansiyel tehlikeleri mevcut. Avrupa Çevre Ajansı’nın raporuna göre, enerji üretimi konusunda bitkisel ürünlerin taşımacılıkta kullanılan yakıtlara dönüştürülmesi, biyolojik kaynakların diğer enerji alanlarında kullanımlarına göre daha düşük düzeyde enerji tasarrufları ve sera gazı emisyon oranlarında daha düşük azalmalar sağlamakta.[4] Bunun nedeni ise biyolojik kaynakların uygun yakıtlara dönüştürülmesi için enerjiye ihtiyaç duymaları ve dolayısıyla net enerji verimini azaltmaları. Bu yüzden biyoetanolün daha çok orman atıklarının fazla olduğu tarım ülkeleri için daha avantajlı olacağı görüşü savunulmakta. Kaldı ki, tüm dünyanın ulaşım kaynaklı enerji ihtiyacını biyolojik kaynaklardan, örneğin mısırın etanole çevrilerek sağlaması konusu ise, açlık tehlikeli altında yaşayan yaklaşık 2 milyar insan varken ne kadar mantıklıdır sorusunu akla getiriyor.
The Guardian gazetesinin haberine göre Bush Hükümeti, etanol ve diğer temiz enerji türlerine sağlanan federal fonları yüzde 22 arttırma sözü verirken rakamlar göz boyamaktan öteye pek de geçemiyor. Federal bütçe içerisinde oldukça düşük kalan, neredeyse Avrupa'da transfer olan bir futbolcunun maliyeti kadar bir düzeyde, selülozik etanol için öngörülen 59 Milyon dolarlık (yaklaşık 78 Milyon YTL) ve temiz kömür teknolojileri için öngörülen 54 Milyon dolarlık (yaklaşık 72 Milyon YTL) artışların henüz Clinton dönemindeki değerlere bile ulaşamadığını belirtmek gerekiyor.[5]
Her ne kadar petrolle karşılaştırıldığında daha olumlu olsa da alternatif yakıt kullanımının bir anda ciddi oranlara çıkacağını düşünmek yanlış. Örneğin 20 yıldır yurttaşlarının ve endüstrisini alternatif yakıt sistemlerini kullanmaya ikna etmeye uğraşan Brezilya'da ancak geçen sene benzin veya şeker kamışından elde edilen etanolla veya her ikisinin karışımıyla çalışan “esnek yakıt” diye addedilen arabaların satış sayısı diğer geleneksel yakıt tüketen araba sayısını geçmiş durumda. Pek tabii ki bu işten otomotiv sektörünün büyük kartelleri paylarını alıyor. Ford ve General Motors, Brezilya’daki bu temiz yakıt sistemlerine uyum sağlamak konusunda hızlı davranarak kar marjlarını her geçen gün arttırıyor.
Tüm bunlar ne kadar yeterli peki? Biyoetanol veya biyoyakıtlar geleceğimizi kurtarabilir mı? Her ne kadar çevre dostu ulaşım araçları önemli birer adım olsalar da, 15 yıl içerisinde tehlikeli ve geri dönülemez addedilen kirlenmenin önüne geçmek için yeterli olamayacaklar. Görünen o ki ulaşım alışkanlıkları ve artan ulaşım talebi çevre dostu arabalardan elde edilecek yararı sıfırlayacak. Kısacası, sorunun köküne inmeden yapılacak çalışmaların hiç birisi küresel ısınmaya gerçek bir panzehir olamayacak. Ağaçlara bakmaktan ormanı göremeyen zihniyetler için sera gazı salınımlarının azaltılması sorunu, atmosfere gönderilen CO2 ile sınırlı olduğu içindir ki örneğin CO2 salınımı yapmayan ama hiç de çevre dostu olmayan nükleer enerjinin kullanımında yakın gelecekte patlama olmasına neden olacak. Veya olayı sadece ve sadece arabalarda kullanılacak yakıtın cinsini değiştirerek dünyanın geleceğinin kurtaracağını zannedenler de yanılacak. Keza, University College London Bartlett’de ulaşımdan kaynaklanan kirlilik üzerine yapılan bir çalışmada ekoloji-dostu arabalar, arabalarınızı şimdikinden iki kat daha fazla sürmeniz anlamına gelmez” deniliyor ve bisiklet gibi farklı ulaşım araçlarına yatırım yapılmadan, daha düşük hız limitleri, CO2 salınımları için gerçekçi oranlar ve hatta caydırıcı olacak daha yüksek petrol fiyatları belirlenmeden yeşil yakıtların yeterli olamayacağı gösteriliyor.[6]
Gerçekte ise bu tarz çevre politikalarını daha çok çevrecilik hizmetine sunulmuş bir çevreci, yeşil kapitalizm örneği olarak ideolojik açıdan değerlendirmek mümkün. Sonuçta para eden her türlü fikrin gerekirse başka kılıflar altında pazarlanması da bu düşüncenin bir ürünü. Var olan ekonomik sistem, yapısı gereği, her türlü yeşil alternatifi de kendi içerisinde meta haline getirerek yeni kar yolları yarattığından ve şirketlerin hizmetine sunduğundan çevre adına atılan her adım da önemini yitiriyor. Çevre piyasa değerleriyle kuşatıldıkça çevresel kriz de katlanarak artmaya devam ediyor. İleri sürülen çözüm önerileri de sorunun bir parçası olmaktan veya yeni sorunlara neden olmaktan öteye gidemiyor zaten.
Örneğin Bush, bahsi geçen konuşmasında petrol bağımlılığını kırmanın en iyi yöntemi teknolojidir” derken bağımlılığın temelindeki nedenlerin neler olduğunu, uygulanan enerji politikalarının kimlerin işine yaradığını, Ortadoğu petrollerinden elini çekmeyi planlanırken saldırgan politikaların dünyanın diğer bölgelerinde uygulanmayacağının bir garantisinin olmamasını veya küresel ısınmaya neden olduğu konusunda bu kadar açık deliller varken petrol kullanımının neden hâlâ tam anlamıyla kesilmeyip belirli oranlarda azaltılmaya gidilmesinin planlandığı gibi soruları cevapsız bırakabiliyor. Şüphesiz bu soruların sayısını artırmak mümkün. Eğer petrol yerine tamamıyla biyoetanol ile çalışan arabalara binseydik dünya daha yaşabilir durumda mı olurdu, yeni savaşlar çıkmaz mıydı gibi soruların cevaplarını verebilmek için ise biyoetanolün veya biyoyakıtların petrolün hakimiyetini kırmasını beklemek gerekmiyor. Sonuçta kapitalizm oldukça esnek bir sistem. Büyük şirketlerin yarattıkları çevre tahribatına “biz kirletelim, kirletirken para kazanalım, sonra da kirlettiğimizi temizlerken para kazanalım” veya eğer sorunu biz yaratıyorsak çözümü de biz buluruz mantığıyla her durumdan kâr ederek yağ gibi suyun üstüne çıkmasını veya çevresel duyarlılıkları kullanarak sistemin kendini yeniden ikame edebilmesini sağlaması da son kertede ekolojik bir sürdürülebilir kalkınma düşüncesini ekonomik sürdürülebilir kalkınma haline dönüşmesini kaçınılmaz hale getiriyor.
Bugün biyoetanol, yarın nükleer enerji veya yakıt hücreleri. Teknolojiyi kendi iktidarını meşrulaştırma aracı olarak gören doymak bilmez bir sistemin çevre için geri dönülemez addedilen noktaların olabileceğine inanması da safdillik olur. Çevre bilinci artmadıkça, doğal kaynaklar üzerindeki çevreci sosyal denetim var olmadıkça, yaşam tarzlarında değişiklik yaratılmadıkça veya radikal sosyal değişimler yapılmadan şu enerji veya bu enerjiyi kullanılmış veya atmosfere salınımlar için farklı kotalar belirlenmiş pek de fark etmiyor aslında. The Guardian gazetesinden Robert Newman’ın dediği gibi kapitalizm ve yaşanabilir bir dünya iki zıt kavram ve bir arada bulunamaz[7] ne de olsa.
[1] Julian Borger “Bush hits the road to take a green message to his nation of oil addicts”, The Guardian, 2 Şubat 2006, http://www.guardian.co.uk/climatechange/story/0,,1700183,00.html
[2]“What is bioethanol?”, www.britishbioethanol.co.uk
[3] Begüm Gürsoy, “Dondurma makinesinde bile üretilen biyodizel nihayet kayda alınıyor”, Finansal Forum, 8 Aralık 2005, http://www.finansalforum.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=31457
[4] EEA Briefing 4/2004 - Taşımacılıkta kullanılan biyoyakıtlar: enerji ve tarım sektörleri arasındaki bağlantılar, http://reports.tr.eea.eu.int/briefing_2004_4/tr/index_html_local
[5] Julian Borger, “Bush hits the road to take a green message to his nation of oil addicts”, The Guardian, 2 Şubat 2006 , http://www.guardian.co.uk/climatechange/story/0,,1700183,00.html,
[6] Andrew Clark, “Green fuel 'not enough' to cut transport pollution”, The Guardian,, 27 Ocak 2006, http://www.guardian.co.uk/climatechange/story/0,,1696075,00.html
[7] Robert Newman , “It's capitalism or a habitable planet - you can't have both“,The Guardian , 2 Şubat 2006, http://business.guardian.co.uk/story/0,,1700409,00.html