Danimarka’da bir gazetede 30 Eylül 2005’de yayımlanan 12 karikatürün yarattığı yer sarsıntısı üzerine söylenecek hemen her şey söylendi. Küçük bir olayı burada ele alarak, Batı dünyasında ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele etme uğraşını yıllardır sürdüren kişilerin bu konu vesilesiyle içine düştükleri büyük ikilemi betimlemeye çalışalım.
Fransa’da, Irkçılığa Karşı ve Halkların Dostluğu İçin Hareket adını taşıyan (Fransızca kısa adı MRAP) saygın bir kuruluş vardır. 1949 yılında Fransız Komünist Partisi’ne yakın kişiler tarafından kurulmuş olan bu dernek, her türlü ırkçı temalı ayrımcılığa karşı mücadelede ön safhalarda yer alır. Irkçılık veya etnik, siyasal ve dinî temelli ayrımcılık izi taşıyan eylemlere karşı davacı taraf olarak mahkemelere baş vurur. Fransa’da genellikle sol çevrelerin üye olduğu güçlü bir örgütlenme ağı vardır. Göçmenlerin ve kadınların maruz kaldığı ayrımcı uygulamaları yakından takip etmeye çalışır.
MRAP, Fransa’da France Soir gazetesinin Danimarka’da yayımlanan karikatürleri yayımlamasının ardından, söz konusu karikatürlerden ikisinin, özellikle peygamberin sarığında bomba olan bir terörist olarak çizilmiş karikatürün, ırkçı kini teşvik etmeyi yasaklayan kanun kapsamına giren bir eylem olduğunu iddia ederek, 4 Şubat’ta bu gazeteye karşı dava açtı. Gazete sahipleri yayın yönetmeninin hemen işine son verdiler. MRAP’ın bu davayı açması, Fransa’da Müslüman çevrelerin karikatürlerin yayımlanmasına karşı gösterdikleri tepkinin ılımlı biçimde seyretmesine, başka etmenlerin yanında, katkısı oldu. Tartışma hukukî alana kaydı. MRAP yönetim kurulu, bu karikatürlerle birlikte bir dizi benzer konulu özgün karikatür yayımlayan başka bir mizah dergisini, Charlie Hebdo’yu dava edip etmeyeceğini tartışıyor.
Söz konusu karikatürler Müslüman ülkelerde hemen hiç yayımlanmadı. Yakın tarihe kadar bunun bir istisnası Ürdün’deydi. Orada karikatürü yayımlayan gazetenin sorumlusu görevden alındı. Yanılmıyorsam hakkında bir soruşturma açılmadı. İkinci istisna geçtiğimiz günlerde Cezayir’de gerçekleşti. Söz konusu karikatürleri yayımlayan iki gazeteci tutuklandı. Aynı “suç” veya “kabahat” nedeniyle iki kamu televizyonu yöneticisi de görevden alındı.
MRAP, 13 Şubat tarihinde yayımladığı bir basın bildirisiyle, gazetecilerin tutuklanmasını protesto etti. Bildirinin ilgili bölümü şöyle:
“(...) MRAP, İslam’ı savunma bahanesi altında, bugün, bu gazetecilerin günah keçisi olarak kullanılmalarını ve bu vesileyle Cezayir’de bir kez daha basın özgürlüğünün çiğnenmesini tüm gücüyle mahkum eder.(...) France Soir gazetesinin yayımladığı bir karikatürün ırkçı kinin teşvik edilmesini yasaklayan yasaya aykırı olduğu kanısında olduğu için dava açmış bulunan MRAP, Cezayir hükümetinin medyada bir dine, hükümete veya devlet başkanına karşı yöneltilmiş tüm eleştirileri yasaklama politikasına karşı çıkmayı bir görev bilir.”
Bildiride ayrıca, Cezayir’de yıllardan beri şiddetini azaltmadan devam eden basın mensuplarına yönelik ağır baskılar hatırlatılıyor.
MRAP’ın on gün içinde, bir yanda Fransa’da yayımlanan bir karikatür vesilesiyle bir gazeteyi dava edip, yayın yöneticisinin dolaylı biçimde işine son verdirtirken, diğer taraftan Cezayir’de benzer karikatürleri yayımladıkları için iki gazetecinin gözaltına alınması, başkalarının da görevden alınmalarını “ifade özgürlüğü”nün ihlali olarak değerlendirip, şiddetle protesto etmesi kendi içinde tutarlı bir davranış olarak ele alınabilir mi?
Avrupa’nın önde gelen insan hakları girişimlerinin bu berraklıkta olmasa da, günümüzde yaşadıkları büyük ikilemi bu örnek gözler önüne seriyor. Bir yanda MRAP’ın daha önceki bir bildirisinde altını çizdiği, başta Danimarka olmak üzere Batı toplumlarının çoğunda yükselen bir İslam fobisine karşı tetikte olmak, diğer yanda özellikle Müslüman ülkelerde bu fobiye karşı direniş bayrağı altında yerel despotların güçlerini pekiştirme girişimlerini teşhir etmekten geri kalmamak...Bu kolay çözülebilir bir denklem değil.
Peygamber sureti ardında “İslami terörizmi” teşhir etme iddiası taşıyan bir karikatürün Fransa’da yasaklanmasını talep edip, aynı karikatürün Cezayir’de yasaklanmasını protesto etmenin dayanağı nedir diye kendilerine sorulsa, MRAP yöneticilerinin verecekleri yanıtı tahmin edebiliyoruz. Fransa’nın insan haklarına saygılı bir demokrasi, Cezayir’in ise bu hakları fütursuzca çiğneyen bir diktatörlük olmasıdır, diyecekler. Buna ilaveten Fransa’da sivil toplum temsilcilerinin davacı olmasıyla, Cezayir’de devletin doğrudan müdahale ederek gazetecileri tutuklamasının arasındaki farka işaret edecekler. Bütün bu yanıtlar tek başlarına ele alındıklarında bütünüyle yanlış değil. Ama yan yana getirildiklerinde, bunlardan kendi içinde tutarlı bir bütün oluşturmak, bu iyi niyetli girişimde bile pek mümkün gözükmüyor. Ya da işin gizli sırrına vakıf olmayanların anlamasının mümkün olmadığı kadar ince ve karmaşık, “somut durumun somut tahlili” girişimleri içinde boğulup kalmak istenmiyorsa, postmodern göreliliğin karanlık sularını terk edip, şu evrensellik konusuna acilen dönmek gerekiyor. Aksi takdirde, Batılı elitlerin evrensel olduklarını iddia ettikleri değerlerin zaman ve mekana göre sürekli değiştiğine olan inancın yükselen dalgası, bu değerleri de silip götürecek.