Melih Aşık'ın Anlayamadığı

Melih Aşık’ın Milliyet gazetesinde 9 Ocak 2005 tarihinde çıkan köşeyazısının son bölümünü ele alıyoruz. Bölüm şöyle:

'Ben Bir Türk'üm'

Aşağıdaki satırlar Çetin Yetkin'in piyasaya yeni çıkan kitabı Ben Bir Türk'ümde yer alıyor... Kitaptaki yazılar birbirinden güzel... O yazılardan birini özetle aktaralım:
...Mütareke yılları... İşbirlikçi Damat Ferit Paşa, sadrazam... Hükümet, Divan-ı Harbi-i Örfi'yi kurdurmuş ittihatçıları yargılamak için. Bu sıkıyönetim mahkemesinin başkanı Kürt sanı ile anılan Mustafa Nazım Paşa. Yargılanan sanıklardan biri de Ziya Gökalp...
Yüklenen suç, Yeni Mecmua'da yayımlanmış olan yazılarında, Türk milliyetçiliğini savunarak bölücülük yapmak!
Başkan soruyor:
- Bu anasır-ı gayr-i müslimeyi (Müslüman olmayan unsurları) bazı guna hissiyata (değişik duygulara) düşürmez mi?
Ziya Gökalp, başkana 'Osmanlı' kavramının kapsamında nasıl Arap ve Ermeni milleti varsa, Türk milletinin de bulunduğunu anlatmaya çalışılıyor. Ama Kürt Mustafa anlamıyor ya da anlamak istemiyor ve üsteliyor:
'Milliyet iddiası başka. Fakat Osmanlılık birçok milletlerden teşekkül ettiği (oluştuğu) için onların beynindeki rabıtayı (aralarındaki bağı) takviye etmek icap eder. Yalnız içlerinden bir kısmını intihap edip de (seçip de) onların milliyetini meydana koymaya say etmek (çalışmak) tabiidir ki, diğer anasırın (unsurların) hatta Müslüman olan diğer unsurların da inkisar - ı kalbini mücip olmaz mı? (kalplerini kırmaya neden olmaz mı?)'
Aradan 85 yıl geçti. Döndük dolaştık benzer bir yere geldik. Gerçi ülkemizde henüz Kürt Mustafa Divanı yok. Ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Birliği bu görevi üstlenmiş durumdalar. 'Türk'üm' diyecek olsanız, sizi şovenizmle suçlamaya kalkışanlar kol geziyorlar. Ama, 'Kürt'üm', 'Ermeni'yim' demek insan haklarının gereği sayılıyor...


Bugüne dek Türk ile Rum'u, Alman'ı Kürt'ü Fransız'ı ayırt etmemiş birçok eşitlikçi yurttaşımız dahi Türk olmaktan eziklik duymaya başladı! İlginç bir noktaya geldik...

Melih Aşık, öteden beri basında ‘sol eğilimli’ bilinen ya da kendini öyle takdim eden bir gazetecidir. Öyle radikal solcu falan değildir haliyle ama, yine de bu yukarıdaki parçada kullandığı bir ifadeyle, sanırız ‘eşitlikçi’ sayar kendini. CHP/DSP tarzı ‘sosyal demokrat’ ya da ‘demokratik solcu’ diyelim hadi.

Şimdi bu yukarıdaki küçük yazı parçasını Melih Aşık gibi CHP/DSP tarzı ‘solcuların’ solculukla alakası bulunmayıp, nasıl milliyetçi algı bozukluğundan muzdarip olduğunu göstermek için kullanacağız. Bakalım Melih Aşık’ın zihni nasıl çalışıyor?

1. Sondan başlayalım: ‘Türkiyelilik’ tartışmalarına imada bulunarak şunu diyor Aşık:

'Türk'üm' diyecek olsanız, sizi şovenizmle suçlamaya kalkışanlar kol geziyorlar. Ama, 'Kürt'üm', 'Ermeni'yim' demek insan haklarının gereği sayılıyor...

Algı bozukluğunun şahikasıyla karşı karşıyayız. Aşık belli ki şu basit ayrımı bilerek ya da bilmeyerek yapamıyor: Türkiye’de kimsenin birilerinin kendisini ‘Türküm’ diye tanımlamasıyla bir derdi yok. Dert olarak ifade edilen, Türkiye’de yaşayan herkesin kendisini Türk olarak görmediği ve de zorla Türk olarak görülemeyeceği. Dolayısıyla Melih Aşık ya da başka biri ‘Türküm’ derse, kimse onlara ‘şoven’ demeyecek; ama kendisini Türk olarak görmeyenlere ‘Türksünüz (siz aslında)’ dedikleri zaman/için şoven/milliyetçi/ayrımcı vb. olacaklar, öteden beri oldukları gibi. Yine Melih Aşık’ın sandığı gibi ‘Kürtüm, Ermeniyim demek insan haklarının gereği’ sayılmıyor; insan haklarının gereği sayılan, insanların kendi kimliklerini özgürce tanımlayabilmeleri. Aşık’ın bu ayrımın da farkında olabileceğini sanmıyoruz. Belki şu örnek ona yardımcı olabilir: Bulgaristan ve Yunanistan’daki Türkler nasıl Bulgar ya da Yunan olarak anılmak istemiyorlarsa, Türkiye’de yaşayan Kürtler, Ermeniler ve başkaları da Türk olarak anılmak istemiyorlar. Bakalım Aşık gibi ‘eşitlikçi yurtaşlar’ bu kadar eşitlikçiliği kaldırabilecek mi? Ve yine bakalım Aşık gibileri için Türkiye’de Türkiyeli Türkler, Türkiyeli Kürtler, Türkiyeli Ermeniler, vb’nin yaşadığını kabul etmek ne kadar zaman alacak ve daha ne tür debelenmelere neden olacak?

2. Melih Aşık devam ederek ‘birçok eşitlikçi yurttaşın dahi Türk olmaktan eziklik duymaya’ başladığını yazıyor ve ‘ilginç bir noktaya geldik’ diyor. Bu gerçekten çok ilginç bir nokta. Örneğin ben Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğunu iddia etmeyen ve isteyenin kendisini istediği gibi tanımlamasına hakkı olduğuna inanan bir Türküm. Türk olmaktan dolayı herhangi bir eziklik (ya da kıvanç) duymuyorum. Bir sosyalist olarak, içine doğunulan aileden/kültürden gelen ve değiştirilmesi kolay olmayan etnik/milli karakterin negatif ya da pozitif duygusal bir tepki oluşturacak kadar önemli olmadığını düşünüyorum. Üstelik resmi dilin Türkçe olduğu ve nüfus çoğunluğunun kendisini Türk saydığı bir ülkede yaşıyorum, eziklik duymak için nasıl bir nedenim olabilir? Kendi iradeleri hilafına zorla Türk sayılanların, ayrımcılığa uğrayanların, kendi dillerini/kültürlerini özgürce kullanıp geliştiremeyenlerin (örneğin ilkokula başladığı gün hiç bilmediği yepyeni bir dille karşılaşan ve bu yüzden hakir görülen Kürt çocuklarının) eziklik duyduklarını/duyabileceklerini biliyoruz/anlayabiliriz de, Aşık’ın bahsettiği ‘eşitlikçi yurttaşlara’ ne oluyor?

Olan bizce şu: Bu ‘eşitlikçi yurttaşlar’ Türk oldukları için değil, bu ülkede hala utanmazca ‘Türkten başka yaşayan kuş olmadığına inanan Türk’ oldukları için eziklik duymaya başlıyorlar. Çünkü geleneksel mızrak artık çuvala sığmıyor, ‘Türkiye Türklerindir’ logolarının sakilliği iyice ortaya çıkmış durumda, kısacası yalana dayalı statüko sürdürülebilir halde değil. Statüko bir şekilde değişecek, bu en azından seziliyor bu ‘eşitlikçi yurttaşlar’ tarafından. Ama bunca yıldır, ‘eşitlikçi’ de olsalar bu yalana inanmışlar hatta belki açıktan arka çıkmışlar, şimdi bu değişim süreci (en azından ihtimali) karşısında içleri ezilmesin de nereleri ezilsin?

‘Eşitlikçi yurttaşlar’ın eziklik duymaya başlamaları taşların yerinden oynadığını gösteriyor. Bu yurttaşların önünde iki yol var: Ya yalanla yüzleşecekler, bir tür özeleştiri ve resmi ideoloji eleştirisi yapacaklar; ya da yalana dayalı statükonün değişmesine tahammül edemeyip, yalanın sürdürülmesi için iyice faşizan bir rotaya doğru dümen kıracaklar. Her halükarda artık eskisi gibi devam edemeyecekleri kesin. Bu anlamda da yeri geldiği için doğrudan söyleyelim: Melih Aşık ve benzerleri önümüzdeki süreçte ya demokratmış gibi yapmayı bırakıp demokrat olmayı öğrenecekler ya da faşistleşecekler. AB sürecinin ‘eşitlikçi yurttaşlar’ın önüne koyduğu ikilem bu. Aşık da bu yüzden yazısında AB’ye ve AİHM’ye giydirmekten kendini alamıyor. ‘Biz ne güzel burada kendi kendimizi kandırarak yaşayıp gidiyorduk, ne alemi vardı taşları yerinden oynatmanın’ demek istiyor.

3. Aşık’ın yukarıda alıntılanan yazısının ilk bölümünde, 85 yıl öncesi İstanbul’unda sıkıyönetim mahkemesinde ‘Türk milliyetçiliğinden’ yargılanan, bu milliyetçiliğin kurucu babalarından sayılan Ziya Gökalp’ı ve onu yargılayan Kürt yargıcı (bir kitaptan alıntı da olsa) anması ise fazlasıyla manidar. Aşık, Kürt yargıca karşı açıkça Gökalp’in yanında yer alıyor. O Ziya Gökalp ki, çok uluslu bir imparatorluğu hızla ve kanla bir ulus devlete dönüştürmek için yaygın etnik temizlikler/kırımlar yapmış olan ve söz konusu sıkıyönetim mahkemesinde asıl bu suçları nedeniyle yargılanmakta olan İttihad ve Terakki Fırkası’nın (İTF) en önde gelen ideoloğudur.

Aşık’ın aktardığı bölümde yargıç belli ki Gökalp’in Türk ulusunun diğer milletlere göre üstünlüğünü savunan ve diğer milletleri Türk ulusuna tabi kılmaya matuf Türkçü görüşlerinin Osmanlı’daki Türk olmayan diğer unsurları rahatsız edeceği ve bu anlamda da ‘bölücülük’ olarak görülmesi gerektiğini söylüyor. Aşık’ın belli ki ne o mahkemeden haberi var ne de alıntı yaptığı parça üzerine bir kaç dakika düşünmeye gerek görüyor ve bize demek istiyor ki ‘bakın o zaman da emperyalist işgali altındaki İstanbul’da bir sıkıyönetim mahkemesinde Türklüğü savunanlar bir Kürt yargıç tarafından böyle haksız yargılanıyordu, şimdi bizim de başımıza aynı şey geliyor.’ Çıkarmamız gereken sonuç: ‘Teyakkuz halinde olup öyle Kürttü, AB’ydi, AİHM’ydi pabuç bırakmayalım, anti-emperyalist mücadeleyi yükseltelim.’ Aşık’ın algı bozukluğu burada nasıl ortaya çıkıyor bakalım:

a. Bir kere Gökalp öyle sadece ‘Osmanlı’da Türkler de vardır’ diyen biri değil. O bir Türkçü, Türklerin diğer Osmanlı unsurlarına göre üstünlüğünü ve öncelik hakkını savunuyor.

b. Gökalp’in de birinci dereceden katkılarıyla oluşan Türkçü düşünce, Birinci Dünya Savaşı sırasında iktidardaki İTF’nın en üst düzeyindeki kliğin marifetiyle çoğu Ermeni olmak üzere yüzbinlerce insanın kırımından sorumludur. Bu düşünce, önce gayrimüslimleri halletmiş, sonra da bütün müslümanların zorla da olsa Türk sayılmalarını sağlamıştır.

c. Yargıcın, Gökalp’e yönelttiği Türkçülüğün çok milletli bir toplumda bölücülük olacağı biçimindeki yorumun/suçlamanın doğru/haklı olduğu Cumhuriyet tarihi boyunca defalarca kanıtlanmış ve bugün gelinen noktada o ‘eşitlikçi yurttaşların’ eziklik duymasına neden olmuştur. Dolayısıyla o ‘Kürt yargıcı’ ileri görüşlülüğünden ötürü kutlamak gerekir. 85 yıl önce Gökalp tarzı bir Türkçülüğün Türkiye’de ne tür huzursuzluklara neden olacağını görebilmiştir.

85 yıl sonra, onca acıdan sonra, bugün, ‘eşitlikçi yurttaşlara’ ve diğerlerine hala soruyoruz: Kendisini Türk olarak görmeyen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına (ya da ‘Türkiyelilere’) ne diyorsunuz, ne öneriyorsunuz? ‘Siz aslında Türksünüz’ lakırtısı 85 yıl sonra iflas ettiğine göre bugün ne diyorsunuz? ‘İflas falan etmedi biz lakırdımıza devam ederiz’ mi? ‘Ya sev ya terket’ mi? Yoksa başka ‘eşitlikçi’ bir çözümünüz mü var?