Malum, sosyalist literatürde”ekonomist” terimi pek makbul bir şey değil. Karmaşık toplumsal gelişmeleri “ekonomik” değişkenlere fazlaca önem atfederek açıklayan, çok boyutlu meseleleri büyük ölçüde iktisadi boyuta indirgeyen bir yaklaşımı anlatır. İşte ben de bu yazıda kelimenin tam bu anlamıyla ekonomist bir tavır sergileyeceğim… Arada biraz da komploculuğa yer verip üstelik…
Neyse ki, bu yazı ebadın da anlaşılacağı üzere öyle ciddi analizleri filan hedeflemiyor.. Birikim dergisinde editörleri canından bezdiren onlarca sayfalık yazılarımı hatırlayan okuyucular rahat bir nefes almışlardır umarım…
Adı üstünde “Değinmeler…” Maksat fikir jimnastiği…
ALAN SATAN GAVUR OLSUN!
Geçtiğimiz ay Merkez Bankası 5 milyar dolarlık döviz alım yaptı; dolar yerinden bile oynamadı… Ekonomiyle ilgili bütün köşe yazarları tam bir umutsuzluk tablosu çizdiler.. “Artık bu kadar alım bile TL’nin dövize karşı değerini yükseltmiyorsa elden ne gelir”di ki... Yani Türkiye, AB ve Dünya Ticaret Örgütü kurallarından feragat etmedikçe ithalatı kotalandıramaz, vergilendiremez; veya enflasyonu azdırmayı göze almadan mesela birkaç yıl önce ABD’de olduğu gibi negatif faize yönelemez, yani faiz hadlerini düşüremez… Merkez’in yeniden döviz alsa belli ki işe yaramayacak -2002 yılından beri 15 kez müdahale edip toplam 25 milyar dolarlık alım yaptı; alım miktarları her seferinde artıp sonunda 5 milyar gibi dünyanın neresinde olsa piyasaları oynatacak bir rakama dayandı sonuç sıfır bile değil beklenenin tam aksine kur artacağına düşmeye devam etti.
Sadece ithalata vergi konamayacağına göre dönüp bu kez yerli yabancı tüm malları vergilendirirsen o takdirde ithalat frenlenebilir ama beraberinde büyüme de dibe vuracağından bu kez sonuç daha bir felaket olur. E öyleyse yapacak bir şey yok. 40 milyar dolar dış ticaret açığını vermeye devam edip ne zaman karaya toslayacağımızı kaderimize rıza gösterip bekleyelim..”
Evet köşe yazarlarının genel havası böyleydi… Sorun açık.. Yüksek döviz kuru ya da aşırı değerli TL sanayiyi vuruyor.. İstihdam yeterince artmıyor… Tekstil başta olmak üzere imalat sanayileri çökme tehdidi altında.. Ülke büyük miktarda dış açık veriyor -dış ticaret ve cari açık olarak.. Kitaba göre cari açık veren ülkenin piyasa mekanizmaları sayesinde parasının değeri düşecek, bu da ithalatı azaltıp ihracatı yükselterek durumu dengeleyecek… Böyle olması gerekiyor. Fakat olmuyordu. Çünkü tersine ülkeye daha çok döviz giriyor.. O zaman iş şansa, kısmete kalacaktı. Dünyadaki para bolluğunun sürmesi ve ülkeye daha fazla “sıcak para”, döviz, yabancı sermaye vb… İşte yabancı para cinsinden ne olursa gelmeye devam etmesi için dua etmekten başka çare kalmıyordu.
Türkiye uluslararası mali piyasalar okyanusuna yelkenliyle açılmıştı. Tek şansı global likidite rüzgarının yelkeni sürekli doldurmasıydı…
SINIF SAVAŞINDA KAMBURA YATMAK
Bu arada mesela ihracatçılar köşe yazarlarının çoğunluğunun paylaştığı bu kaderciliğe isyanda... Onların gözünde hükümet suçlu... Hükümetin içinde de mesela Ali Babacan gibileri özellikle… Ama asıl suçlu AKP’yi bu programa ikna ettiğini düşündükleri Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti...
O yüzden şu malum Merkez Bankası döviz alımı operasyonu fiyaskoyla sonuçlanınca Serdengeçti’yi hedef tahtasına koyuverdiler. Bir eski Merkez Başkanı, bu operasyon ile ilgili resmî soruşturma açılmasını istemeye kadar vardırdı – zaten operasyonda bir yabancı fonun tam 1.5 milyar dolar alım yaptığı iddiası soruşturma tezini yabana atılır olmaktan çıkarıyordu.
Aslında Serdengeçti’nin hedefe konmasına reel politika açısından gerek yoktu. Görev süresi zaten bitiyor… Ama onun nezdinde hedefe konmak istenen şey düşük kur ve pozitif reel faiz politikası…
Karşı atak gecikmedi… Serdengeçti nasıl banka ve banka sahibi büyük holdinglerce güvenilir adam sayılıyorsa İhracatçı cephesinin de bir idolü vardı.. Eski Gümrük müşteşarı, şimdiki bakan Kürşat Tüzmen… Düşük kurun bir numaralı düşmanı; ihracatçıların kabine içindeki sözcüsü… Basınla ilişkisi fevkalade iyi bu renkli bakanın başına ne geldi dersiniz?.. Serdengeçti’ye açılan salvo ateşinden bir iki gün sonra bir BDDK raporunda onun hakkında yolsuzluk iddiaları olduğu –hem de aradan yıllar geçtiği halde- aniden ortaya çıkıverdi. Ne denir, bir sizden bir bizden…
Sınıf mücadeleleri kavramının iyiden demode olduğu, sınıfsal analizin sosyalist literatürde bile ya ortada gözükmeyip ya da en sulandırılmış haliyle arzı endam ettiği şu dönemde al sana en banal cinsinden “Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri, Bölüm 1..”
NE KADAR PARA O KADAR DEMOKRASİ
Ülkede artık darbeler geride mi kaldı.. Biraz dar dahi olsa artık nispeten istikrarlı bir demokrasimiz mi var?..
Hadi indirgemeci sınıf analizinden de bir kademe daha aşağı inelim.. “El cevap: Vallahi demokrasi pahalı mal.. Parasını bulursan neden olmasın…” Sahi onyıllardır kiminin “Filipin Demokrasisi” kiminin “Sömürge rejimi” dediği şeyin demokrasiye ancak profilden benzeyişi biraz da rejimi yönetenlerin demokrasiyi finanse edemeyişinden değil miydi… Tam işler iyi giderken birden… “Para bitti demokraside son durak… Yolcular… Aşağı in!..”
Türkiye’de yıllarca enflasyonun gemi azıya alması aslında yönetenlerin son çare olarak karşılıksız finansmanla bir anlamda gelecekten borç alarak demokrasiyi finanse etmeye çalışmaları değil miydi.. Yani dışarıdan borç al takviye olarak, veya borç bulamazsan tam tekmil olarak enflasyon yarat ki demokrasi sürsün.. Bu ikisi de yetmezse o zaman harç bitti yapı paydos….
Özetle ne idüğü belirsiz, kutup yılı gibi üçte biri karanlık üçte biri aydınlık üçte biri alacakaranlık siyasi rejimden kurtulup da kendi halinde de olsa “aydınlık” bir rejime geçmenin tek yolu gerekli parayı bulmaya devam etmek.. Şimdi gel de köşe yazarlarının karamsarlığına hak verme.. “Demokrasi” düşmanları zaten AB filan rüzgarıyla geldiğini düşündükleri paranın yüzü suyu hürmetine öfkelerini zorlukla dizginliyor... Eğer bir ekonomik kriz daha çıkarsa bunlar AB filan dinlemeyecek orası belli...
DÜNYANIN İHTİYACI DAHA FAZLA BASİRETSİZLİK
İmdi… Ülkedeki rejim sorununu da böylece bir muhasebe problemine indirgedikten sonra sıra artık son hamlemizi yapmaya geldi… “Bundan daha basit, daha karikatür bir akıl yürütme olamaz” mı diyorsunuz? O zaman sıkı durun…
İki sayı önce Birikim’e “Mortgage” üzerine bir yazı yazmış; orada ABD’deki gayrimenkul çılgınlığına da değinmiştim. Belki de toplu olarak yapmamız gereken sıradan Amerikalının bu gayrimenkul çılgınlığının daha yıllarca sürmesi için dua etmek.. Yetmiyor, şu günlerde sanayicilerimizin en büyük şeytan olarak gördüğü Çin’in sağlığına da duacı olmalıyız… Ki o Çin, ucuz mallarıyla ABD’yi istila etsin... Sıradan Amerikalı böylece artan geliriyle gayrimenkule saldırmayı sürdürsün… Yine o Çin (ve Hint ve Paki ve Tayvan) sayesinde Amerika mal satamasın, dış ticaret açığı versin… Çünkü ABD’nin o dış ticaret ve cari açıkları sayesindedir ki dünyada dolar bolluğu oluyor… O dolar bolluğu sayesinde Türkiye’ye ve birkaç orta büyüklükte ülkeye daha oluk gibi ucuz dolar akıyor… Biz de bu sayede demokrasimizi finanse ediyoruz! Amerika kendi başının çaresine şimdilik bakıyor. Çin gibi ülkeler sağolsunlar, ABD’yi dış ticarette hallediyor ama karşılığında dış fazlalarından kalan parayı yine Amerikan hazine bonolarına yatırıyorlar - Çin şimdiden ABD hazine bonolarının iki numaralı müşterisi 2005 ortalarında buraya yatırdığı para tam 243 milyar dolardı.
ABD yaklaşık 2.5 trilyon dolar borçlu bir ülke… Borcu her gün daha da artıyor. Şubat 2006 itibarıyla kamu borcu 8.2 trilyon dolar.. 2004’te bütçesi 412 milyar, 2005’te 427 milyar dolar açık verdi. Üstelik henüz 2001 yılında ABD bütçe fazlası veren bir ülkeydi… 11 Eylül sonrası 2001-2004 arası ABD Pentagon ve iç güvenlik harcamaları için 87 milyar dolar harcadı. Halbuki sadece 2005 yılı için askerî operasyonlar adına Bush yönetimi üstelik ek ödeme olarak Kongre’den 25 milyar dolar aldı ve 81 milyar daha isteyeceğini de ilan etti..
ABD 2004 yılında 668 milyar dolar cari açık verdi. 2005’te de (siz bu yazıyı okurken açıklanmış olabilir) 850 milyar dolar civarı açık vermesi bekleniyor. Amerika FED’in eski yönetimi sırasında sürekli faiz artırarak FED faizlerini % 1’den 4’lere çıkardı. Yeni faiz artırımları morgıç tahvillerinin talebini düşürerek gayrimenkul piyasasını bir anda çökertebilir… Böyle bir durum ABD için bir nevi küçük kıyamet demek…
“Ne yapalım yani beter olsunlar!” diyorsanız bir daha düşünün… Çünkü ABD’nin durumu kötüleşir ve dış açıklarını finanse edemezse ya da tersine çok iyileşir ve dış açık vermezse diğer değişkenler sabit kaldığı müddetçe dünyada “yeterince” likidite fazlası yaratılmaz.. Yani bizim gibi ülkelere o şikayetçi olduğumuz sıcak para gelmez; yani demokrasimiz parasız kalır; yani…
LİKİDİTE TUZAĞI
Peki nedir tüm bu “sıcak para”ların kaynağı olan küresel likidite? Bir tanıma göre küresel likidite ABD “parasal taban”ı ve diğer merkez bankalarının döviz rezervlerinin toplamı… İşte bu küresel likidite 2003 ve 2004’te peş peşe 2 yıl ortalama % 20 seviyelerinde arttı. The Economist’e göre 1975’ten bu yana likiditenin böyle hızlı arttığı peş peşe iki yıl daha olmadı.
Dünya finans çevrelerinde şimdi çok moda olan bir teori var: Ne zaman küresel likiditede bir azalma veya durgunluk olur dünyanın bir yerinde tüm küresel piyasaları etkileyen bir mali kriz çıkar!
Örneğin 1981-82 daralması Latin Amerika borç krizini tetikledi. Veya 1988-89 durgunluğu ABD’da 1929 Büyük Bunalımı sonrası en şiddetli bankacılık krizini, Savings & Loan Associations’ların çöküşünü başlattı. Ya da küresel likiditenin 1997-98 daralması Asya – Rusya krizinde etken oldu. 2000-2001 likidite daralması ise…
Evet… “Bu daralma da Türkiye ile Arjantin’i vurdu” diyorlar… Yani uzun lafın kısası küresel likiditenin bir dahaki büzülmesi halinde ilk topun ağzındaki ülke 40 milyar dolarlık dış ticaret açığı ile Türkiye.. Demek ki ABD dış açık vermezse o zaman Türkiye de veremez.. Çünkü dış açığını finanse edemez!
Tabii bu akıl yürütme tam banker kafası… Likidite daralması krizin nedeni mi yoksa su altında seyreden krizin sonuçlarından biri mi?.. Tartışılır… Bankerler dedi diye doğru olacak değil ya! Ne de olsa Can Yücel’in çevirisiyle “Bankerlerden tek farkımız/Onlar paralı biz parasız!”
O halde muhafazakar İngiliz dergisi The Economist’in bankerlerin kralları sayılan merkez bankacılar hakkında söylediklerini alıntılamanın sırası geldi:
“ Düşük Amerikan faiz hadleri paranın dünyadaki gelişen mali piyasalara akın etmesine yol açıyor. O yüzden yerel ülke paraları aşırı değer kazanıyor. Paralarının değer kazanmasına direnmek isteyen yerel merkez bankaları piyasadan dolar alımı yapıyor. Ama bunun için ticari bankalara kredi açmak zorundalar; yani bu kez kendi yerel parasal tabanları artıyor. Piyasa genişliyor, yerel bankalar böylece daha çok kredi verebiliyor; öyle olunca piyasa daha da genişliyor..”
Ve” diyor The Economist “Sözüm ona sağlam paranın muhafızları olarak bilinen merkez bankacılar elbirliğiyle tarihin en büyük likidite balonunu yaratıyor olabilirler!”
Görüldüğü gibi dert sadece Türkiye’nin derdi değil.. Yani başta Ali Babacan olmak üzere AKP ekonomi yönetimi “El ile gelen düğün bayram” diyorsa şaşmaya gerek yok! Tabii el ile gelen fırtınada gemisini kurtaramayan kaptanlara ne yaptıkları da ayrı mesele…
BEYNELMİLEL BİR KOMPLO
Madem bir kere başladık ve bilim felsefecilerinin tüylerini diken diken edecek her türden metodolojik skandala klavyenin hiç değilse bir tuşunu değdirdik o zaman konuyu taçlandırmak için araya şöyle uluslararası cinsinden “komplo teorisi” koyalım ki tam olsun!
Bütün bu sistem diyelim ki hasarsız yürüdü.. Fakat Amerikan cari açıkları üzerine dayanan likiditenin ayakta kalması için yabancı ülkelerin başta merkez bankaları olmak üzere dolar almaları, rezervlerini ağırlıklı olarak dolarda tutmaları gerekmez mi?.. Ya düşük dolar getirileri ve artan ülke riski yüzünden bunlar aniden değilse de hızla rezervlerini dolardan başka ülke paralarına, mesela Rusya’nın bir ara kısmen denediği gibi euroya kaydırırsa… Ya mesela Çin ve belli başlı Uzakdoğu ülkeleri de böyle yaparsa… O zaman sistem çökmez mi? 1970’lerin başlarında sistem buna benzer şekilde çökmedi mi?
Fakat merkez bankaları rezervlerini canları istediği gibi istediği para cinsinden tutamaz. Rezervlerin cinsini büyük ölçüde uluslararası ticaret belirler... Ticaret hacmi, özellikle de stratejik olarak önem arz eden malların ticareti.. Mesela petrol, mesela altın… Bu iki malın fiyatı hâlâ dolar cinsinden ölçülüyor.. Ve eğer bu mallarda ani fiyat yükselmeleri ve hacim artışları olursa hiçbir merkez bankası dolar rezervlerini öyle kolayca başka paralara kaydıramaz… Bu piyasalara hakim olan ABD şirketlerinin elde edeceği ekstra kârlar da cabası… Yani siz tam Amerikan ekonomisinin Irak savaşının da etkisiyle çatırdamaya başladığı konuşulurken hem petrol hem de altın fiyatlarının birdenbire tüm zamanlar rekorlarını zorlamaya başlamasına, ya da ABD’nin en büyük petrol şirketi Exxon’un bir yıl içinde karını tam % 42 artırıp 36 milyar dolara çıkarmasına tesadüf mü diyorsunuz?
Adamın biri ruh doktoruna gitmiş. Doktor bir kağıda paralel iki çizgi çizmiş ve adama sormuş. “Bu size neyi çağrıştırıyor?” Adam cevap vermiş : “Yatakta çıplak yatan bir kadınla erkeği…” Bu kez doktor bir + çizmiş.. Adamın cevabı “sevişen bir çift…” Velhasıl doktor ne çizse buna benzer cevaplar verilince doktor teşhisini açıklamış: “Üzgünüm ama sizde cinsel saplantılar var” Bunun üzerine adam patlamış “Hadi oradan be! Asıl sapık sensin.. Deminden beri müstehcen şekilleri ben mi çiziyorum sen mi?..”
İşte böyle sevgili okur, bu yazının sosyal bilimcilere saç baş yolduracak karikatürleştirmeler, basitlikler ve komplolarla dolu olduğunun farkındayım ama.. “Ne yapayım yani dünyayı böyle karikatür haline getiren ben miyim?”