Birkaç gün önce Hindistan’da polis arama izniyle beş militanın evine girdi, laptop ve ceptelefonlarına el koydu, mail adreslerinin şifrelerini vermeye zorladı ve birçok kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar arasında Anand Teltumbde (akademisyen ve Dalit[1] entelektüel), Sudha Bharadwaj (akademisyen ve avukat), Varavara Rao (emekli profesör ve şair), Arun Ferreira (insan hakları avukatı) Vernon Gonsalves (akademisyen ve yazar) ve Gautam Naclakha (yazar, gazeteci ve insan hakları aktivisti) vardı. Bu tutuklamalar Hindistan’da aşırı sağın entelektüellere ve militanlara karşı başlattığı bir dizi saldırının son ayağını oluşturuyor -UNESCO’nun Revue des femmes philosophes dergisinin “Hindistan’da entelektüeller, filozoflar ve kadınlar: soyu tükenmekte olan türler” konulu son sayısında bu durum etraflıca ele alınıyor; Profesör Teltumbde da bu sayıya katkısı olanlardan.
Narenda Modi’nin milliyetçi hükümetini zayıflatmaya çalışan bir “anti-faşist cephe”nin parçası olmakla suçlanıyorlar. Anti-faşist olmak artık bir suç… Polis bu entelektüelleri “fazla kitap okumak” ve “öğrencileri yoldan çıkarmak”la suçluyor; aynı zamanda, Dalitleri ayaklandırmaya çalışmakla -1818’de Dalitlerin merkez Hindistan’ın Bramhan krallığına karşı kazandıkları bir zaferi andıkları için. “Maocu” ve “Şehirli Naksal” (Bengal’in bir köyü, 1967’de tarım reformu için bir dizi isyana sahne olmuştu) denebilecek Dalit militanlar ve eylemciler, anti-terörizm yasası (UAPA - Unlawful Activities Prevention Act) altında yargılandılar; yüksek mahkeme onları ev hapsine mahkûm etti.
Hindistan’ı yöneten BJP (Bharatiya Janata Partisi), ülkedeki en güçlü sivil toplum örgütü olan RSS’nin -(Rashtriya Swayamsevak Sangh) Ulusal Vatanseverlik Örgütü- siyasi kolu. Bu örgüt Hindistan’ın yalnızca üst kastlar, özellikle de Brahman azınlık tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünüyor. 20. yüzyılın başından beri dolaşımda olan bu anlayış “hindutva” veya “Hinduluk” terimlerini de Hindu dini üzerinden tanımlıyor -BJP 1992’de iktidara 16. yüzyıldan bir caminin yıkılışıyla ve onu takiben Müslüman-karşıtı pogromlarla gelmişti.
Bir hükmetme biçimi: katliamlar
BJP önderliğindeki hükümetin başbakanı Narenda Modi'nin şöhret ve itibarı 2002’de, başbakan olduğu sırada gerçekleşen ve binden fazla Müslüman’ın öldürüldüğü “Gujarat ayaklanmaları”yla ulusal bir boyuta ulaşmıştı. BJP’nin 2014’teki seçim zaferi ve milliyetçi hükümetin kurulmasını ise “Muzaffarnagar ayaklanmaları” olarak bilinen bir pogrom önceliyordu.
RSS ve Hindu milliyetçisi örgütler katliamları bir hükmetme biçimi haline getirdiler. “Üst kast milleti” savunusu zor bir fikir ve bu örgütlerin entelektüel olan her şeye karşı ciddi bir fobisi var. 2013’ten beri üç filozof öldürüldü, bir gazeteci 2017’de evinde suikasta uğradı. Daha yakın zamanda, Umar Khalid adlı bir öğrenci lideri, Hindu milliyetçilerinin (et yiyenleri hedef alan “İnek Koruyucuları”nın) suikast girişiminden zor kurtuldu.
İnek idrarının kutsallığı üzerine bir araştırma
İktidara gelişinden itibaren Modi hükümeti eğitim kurumlarını RSS’in programlarını okutarak tahrip etmeye başladı. Bunlar arasında, inek idrarının kutsallığı üzerine deneysel bir araştırma, Ganesh’i (bir filin kafası ve bir çocuğun bedenine sahip bir tanrı) yaratan medikal teknolojilere, alt-kıtada tanrıların uçmasına olanak sağlayan antik aeronotik teknolojilere dair incelemeler, binlerce yıl önce kablosuz iletişim araçları olduğunu dair kanıtlar vb. var; kısaca, Hindistan’ın bütün dünya medeniyetlerinin kökeni olduğu fikri.
Bu kültür düşmanlığı ve korku, böyle devam ettiği sürece, yalnızca daha fazla entelektüel, yazar ve filozofun tutuklanmasına ve cinayetine sebep olacaktır. Sorun, Hindistan’ın bir “pazar” olmasından ötürü gördüğü uluslararası “kabul”ün yanında, bu cinayetlerin devam etmesine olanak sağlayan kabul edilemez sessizliktir.
Fransızcadan çeviren: Yağız Ay
Metnin orijinali Libération’dan alınmıştır.