Yeni Bir Andıç mı, Yoksa Bir Kalitesizlik Örneği mi?

Türk basınının, özellikle de günlük gazetelerin ciddi bir kalite sorunu ile karşı karşıya oldukları bilinen bir konu. Gün geçmiyor ki bu kalitesizliğe bir örnek verilmesin. Belki acı ama, buralarda (yurtdışında) “haber Türk Basınında yer almış”, ifadesi bir espri gibi artık. Dudakta hafif bir gülümsemeye yol açıyor. Her halde “asılsız haber üretme”, “kalitesizlik”, “yazılan konuya ilişkin cahillik derecesi” falan gibi dallarda yarışma yapılsa galiba biz ipi göğüsleriz.

Vatan gazetesi yazarlarından Ruhat Mengi geçenlerde Halil Berktay hakkında birbiri ardı sıra bir dizi haber yayımladı. Yazarın kalitesi nedeniyle meselenin bir Andıç örneği mi yoksa Ruhat Mengi şaheseri mi olduğunu hâlâ anlayabilmiş değilim. Bu kararsızlık olayın ne olduğu ve arkaplanı hakkında kamuoyunu bilgilendirmenin önünde bir engel teşkil etmiyor.

Ruhat Mengi, 10-11 Mart 2006 tarihlerinde köşesinde Halil Berktay hakkında yanlış ve açıkça tahrif edilmiş bilgilere dayanan iki yazı yayımladı. Bu yazılar, sadece ciddi bir çarpıtma ve yalan bilgi üzerine inşa edilmekle kalmıyor aynı zamanda Halil Berktay için tehlikeli sonuçlar doğurmaya aday da görünüyordu. Halil Berktay, ilgili iddiaların yalan ve komplo ürünü olduğunu açıklamasına rağmen, Ruhat Mengi 13-14 mart 2006 tarihli yazılarında ısrarla aynı suçlamaları yapmaya ve haklı olduğunu söylemeye devam etti.

Mengi’nin yazdıkları sadece “hakaret ve yalan bilgi” kapsamına giren sıradan bir çarpıtmanın ötesinde, Türk basınında çok iyi bilinen andıç tekniğinin yeni bir örneğine de benziyor. Eklemek gerekir ki, 12 Mart 2006 tarihinde, Ruhat Mengi’nin ileri sürdüğü iddialar aynen, Yeni Çağ gazetesinde Arslan Tekin ve Milliyet gazetesinde Melih Aşık’ın sütunlarında da yer aldı.

Halil Berktay’ın, “diaspora Ermenilerine akıl verdiği, onlardan parayla 1915’e soykırımdır diyen Türkler bulmaları gerektiğini söylediği” iddiaların merkezini oluşturuyor. Bu iddiaya kanıt olarak da Halil Berktay’a ait olduğu söylenen bir e-mail’den alıntılar yapılıyor.

ÖNCE OLAY

Andrew Goldberg Ermeni soykırımı konusunda bir belgesel hazılar ve bu belgesel Amerikan Ulusal Televizyonu'nca satın alınır. Bu belgesel ABD’de 17 Nisan 2006’da tüm ulusal kanallarda gösterilecektir. Benimle de görüşme yapıldığı için belgeselin bir kopyası önceden bana gönderildi ve seyretme şansına sahip oldum. Aslında konuya ilişkin hazırlanmış başka belgesellerden bazı yenilikler dışında büyük bir farkı yok. Bu belgeselde üç­-dört nokta dikkat çekiyor. Birincisi ilk defa 4 Türk akademisyen (Adanır, Berktay, Göçek ve ben) 1915 konusunda resmî devlet tezine açıktan karşı tavır alıyor. İkincisi, filmde ilk defa bazı Türk ve Kürt vatandaşlar, büyüklerinden Ermenilerin imha edilmelerinin hikayelerini dinlediklerini söylüyorlar. Üçüncüsü, filmde Rus arşivinden bulunmuş bazı “ilk” sayılabilecek sahnelere yer verilmiş. (At üzerinde Enver Paşa, Ermenilerin sürüldükleri hayvan vagonları vb.) Belgesel daha çok Türk Devleti’nin 1915’te yaşanan gerçekleri niçin inkar ettiği üzerine kurulmuş ve bu sorunun cevabını aramaya çalışıyor. Ve doğal olarak Yusuf Halaçoğlu, Gündüz Aktan gibi resmî devlet tezlerini savunanlarla yapılmış röportajları da içeriyor. Şüphesiz, yine her belgeselde olabileceği gibi konunun esası ile ilgili olmayan bazı ufak tefek bilgi hataları da var.

PBS (Amerikan Ulusal Televizyon Kanalı) bu belgeseli satın alıyor ama yayımlamak için bir şart koşuyor. Belgeselin hemen arkasından yarım saatlik bir tartışma programı yayımlanacaktır. Bu yarım saatlik tartışma programında, Resmî Türk Devlet Tezi’ni savunanlarla buna karşı çıkanlar karşılıklı görüşlerini dile getireceklerdir. Film yapımcısı Andrew Goldberg, belgeselin bu tartışma programı olmadan gösterilmesi için epey uğraşıyor ama başarılı olamıyor. Belgesel için bir nevi danışmanlık görevi yapmış olan Peter Balakian da PBS yönetim kuruluna açık mektup yazmak vb. gibi çeşitli yollarla bu tartışma programının yapılmasını engellemeye uğraşıyor ama onun girişimleri de sonuç vermiyor. Sonuçta PBS, “ya belgesel tartışma programı birlikte gösterilir ya da belgesel hiçbir biçimde gösterilmeyecektir”, diye karar alıyor.

Peter Balakian, “belgeselin gösterime girmeme gibi bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını” söyleyerek benimle ilişkiye geçti. Ben önce katılmalarının daha doğru olacağını düşündüğüm başka isimleri önererek, tartışmaya katılmayı reddettim. Ama daha sonra burada anlatması uzun sürecek bir takım nedenlerden dolayı tartışmaya katıldım. Bunda Justin McCarthy’in programa katılacak olması önemli bir rol oynadı. Çünkü Justin McCarthy geçen sene hem Minneapolis’te katıldığı bir toplantıda hem de Ankara’da TBMM'de, Bakanlar Kurulu üyeleri ve milletvekilleri önünde yaptığı bir konuşmada, açıkça adımı vererek, benim kendisi ile tartışmaktan kaçtığımı iddia etmişti.

Tartışma programına katılmayı reddeden veya kabul eden kişilerin isimleri PBS yöneticileri ile akademisyenler arasında dolaşıyordu ve bu durum McCarthy’ye gene “Taner Akçam benimle tartışmaktan kaçıyor” deme imkanı tanıyabilirdi. Her ne ise, sonuçta yarım saatlik bir tartışma programı yapıldı. Justin McCarthy ve Osman Turan Resmî Türk Devlet Tezini savundular ve Peter Balakian ile ben de karşı görüşleri savunduk.

PBS’E KARŞI KAMPANYA

Belgeselin ancak ve ancak yukarıda sözünü ettiğim tartışma programı ile birlikte yayımlanacağını öğrenen bazı Ermeni kuruluşları PBS’e karşı bir kampanya başlatma kararı aldılar. Kampanya’nın ana hedefi benim de katıldığım yarım saatlik tartışma programının gösterimden kaldırılması ve sadece belgeselin gösterilmesi idi. Kampanyayı destekleyenler olduğu gibi karşı çıkanlar da oldu. Tartışma programının gösterilmesine karşı kampanya yürütenlerin ana argümanı bunun kötü bir örnek teşkil edeceği, şeklinde idi. Bu düşünce sahiplerinin görüşlerini şöyle özetlemek mümkündür: “Bundan sonra her Ermeni soykırımı tezini içeren film ve tartışma söz konusu olduğunda, ‘konu hakkında iki farklı görüş var’, denerek Türk Devletinin resmî tezine meşruiyet kazandırılacaktır. Bu kabul edilemez. Holocaust’dan her bahsedildiğinde, Auschwitz olmamıştır, Fırınlar yalandır, diyen görüşlere de yer verir misiniz? Tarihî gerçekliği nasıl olur da basitçe taraflardan birisinin iddiası düzeyine indirebilirsiniz ve nasıl olur da inkacılık ve yalancılığı tarihî hakikat payesine çıkatırsınız?”

Bildiğim kadarıyla kampanya hâlâ sürüyor. PBS aslında kendisine ait bir kanala sahip değil. Yerel Televizyonlara servis sunuyor. Dolayısıyla yerel televizyonlar bu belgeseli gösterip göstermemek özgürlüğüne sahipler. Yani isterlerse, sadece belgeseli gösterebilir ve tartışma kısmını yayınlamayabilirler. Nitekim bazı yerel televizyonlar, kısmen bu kampanyadan da rahatsız olarak, belgeseli göstermeyi tümüyle reddettiler; bazı bölgeler sadece belgeseli gösterip, tartışmayı göstermeme kararı aldılar. Her ikisini birlikte göstermek isteyen bölgesel televizyonlar da var.

Bu konu, Müge Göçek’in moderatörlüğünü yaptığı Turkish­Armenian Workshop (Türk­Ermeni Atölyesi) e-mail grubuna da konu oldu. Burada da konu tartışıldı ve boykot kampanyasının lehinde veya aleyhinde çeşitli görüşler dile getirildi. İşte bu tartışma sırasında Halil Berktay boykot kampanyasına açıktan karşı tavır aldı ve bu konuda gruba birkaç mektup yolladı. Berktay fikirilerini iki esas üzerine oturtuyordu. Birincisi, fikir özgürlüğü bağlamında idi. Halil Berktay’a göre, “inkarcı” olarak adlandırılan kişilerin de fikirlerini dile getirme özgürlükleri vardı. Bu hakkı onların elinden almak son derece yanlıştı. İkincisi, 1915 özelinde, tarihî hakikatler, ancak ve ancak inkarcılarla kamuoyu önünde yapılacak açık tartışmalarla açığa çıkabilirdi. Bu tartışmalardan kaçmak son derece yanlıştı, çünkü “bizlerin” doğruyu söylemesinden daha önemli olan kamuoyunun “bizim” doğru söylediğimize inanması idi.

HALİL BERKTAY’IN MEKTUBU

Halil Berktay’ın email grubuna yazdığı ve PBS’e boykot çağrısına açıktan karşı çıkan mektubu aynen şöyledir:

“For all the reasons enumerated by Stephen Feinstein, and then some, I am utterly against any such boycott. (1) As far as I am concerned, Gunduz Aktan and Yusuf Halacoglu are state apparatchiks, quasi-fascist neo-nationalists, demagogues, and enemies of the truth. Nevertheless, they too are entitled to their views, and surely any tv channel or newspaper is also entitled to air their views, too, among others. (2) It does not do to say that there can be no (direct) debate with denialists. That is tantamount to saying that there should be no debate. This is an untenable, wholly unconvincing position. It smacks of protesting too much. It will play into the hands of the denialists -- by helping portray those who are fighting to get the historical truth of 1915 recognized as enemies of pluralism, debate, and freedom of expression. (3) While we may know the truth about the likes of Aktan and Halacoglu, the point is to get the general public to recognize it -- including what is decisive in the long run, i.e. the Turkish public, in Turkey and abroad.” For all these reasons, today or tomorrow I think I'll sit down to write a letter to all participants in the late-September Istanbul conference to explain the situation, and to ask them not to join any such boycott call. -- Halil Berktay.”

Mektubun Türkçe çevirisi şöyledir: “Stephen Feinstein tarafından sayılan nedenler dolayısıyla, ve başka nedenlerle, ben kesin olarak böylesi bir boykot eylemine karşıyım. (1) Benim açımdan, Gündüz Aktan ve Yusuf Halaçoğlu devlet bürokrasisinin adamları, yarı­faşist yeni milliyetçiler, demogog ve hakikatin düşmanıdır. Buna rağmen, onlar da görüşlerini dile getirme hakkına sahiptir ve şüphesiz ki başkalarının yanı sıra televizyon kanalları veya gazeteler de onların görüşlerine yer verme hakkına sahiptir. (2) İnkarcılarla (doğrudan) tartışma olmaz demek doğru değildir, bu hiç tartışma olmasın demekle eş bir tutumdur. Bu savunulamayacak ve inandırıcılıktan tamamiyle yoksun bir pozisyondur. Bu “haddinden fazla protestocu” kokan bir tavırdır. [Bu tutum], 1915 hakkında tarihsel hakikatın kabul edilmesi için mücadele edenleri çoğulculuğun, tartışmanın ve fikir özgürlüğünün düşmanları olarak göstereceği için inkarcıların ekmeğine yağ sürer [eline koz verir]. (3) “Bizler” Aktan ve Halaçoğlu gibiler hakkındaki gerçekleri bilebiliriz fakat önemli olan uzun erimde Türkiye’deki ve dışarıdaki kamuoyunun bunu [bizim görüşlerimizi] kabul etmesidir. Bütün bu nedenlerden dolayı, bugün veya yarın Eylül sonunda yapılan İstanbul konferansına katılanlara bir mektup yazacak, durumu açıklayacak ve onlardan böyle bir boykot eylemine katılamamalarını isteyeceğim.”

Halil Berktay’ın gruba yazdığı mektup budur. Ve bu mektup en azından 600­-700 kişinin eline geçmiştir ve çoğunun da arşivinde bulunmaktadır.

RUHAT MENGİ ve ANDIÇ

Ruhat Mengi 10 ve 11 Mart tarihlerinde yayınladığı iki yazıda Halil Berktay’ın e-mail grubuna yolladığı bu mektuptan alıntılar yaptı ve Halil Berktay’a ait olduğunu söylediği bazı cümleler aktardı. İşte andıç, Ruhat Mengi tarafından Halil Berktay’a ait olduğu iddia edilen bu mektup ve bu mektuptan yer aldığı iddia edilen cümlelerdir. Aynı 1998 yılında Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar olayında olduğu gibi, bir belgeye, belge ile alakası olmayan cümleler sonradan eklenmişti.

Ruhat Mengi’nin Halil Berktay’ın söylediğini iddia ettiği bazı cümleler şöyle: “Ancak bunun yerine Türkiye ve yurtdışındaki Türkler üzerinde çalışma yapılabilir. Bizimle aynı paralelde açıklamalar yapacak Türkler bulunmalı, onlara bu sözler söyletilmelidir. Bunun finansal kaynağı sağlanmalıdır”, (10 Mart 2006). Ruhat Mengi, Halil Berktay’a ait olduğunu iddia ettiği bu sözleri aktardıktan sonra ayrıca bir de yorum yaparak, Halil Berktay’ın “Para verilerek bazı Türkler'in 'Evet Ermeni soykırımı vardı' denmesi sağlanmalıdır”, dediğini yazdı. Ertesi günü (11 Mart 2006) bu görüşleri aynen tekrar etti:

“Berktay, ‘halkın genelinin soykırım tanımasını sağlayacak eylemlere girişilmesi gerektiğini, başarıyı böyle sağlayabileceklerini’ öneriyor, ‘Uzun maratonda neyin belirleyici olduğu dahil edilerek harekete geçmelidir. Bizimle aynı paralelde açıklama yapacak Türkler bulunmalı, onlara bu sözler söyletilmeli, bunun finansal kaynağı sağlanmalıdır’ diyordu.”

Ruhat Mengi elindeki İngilizce metinde yer aldığını iddia ettiği bu satıarları aktardıktan sonra, Halil Berktay’a ağır ithamlarda bulunuyor ve şunları yazıyor: “bu sözler sadece Ermeni diasporasıyla aynı ağzı kullandığını göstermekle kalmıyor, soykırım iddiasını kabul ettirmek için ‘bu konuda konuşanlara para verildiğini ve verilmesi gerektiğini’ de kendi ifadesiyle açıklıyordu”. Bu çok ama çok ağır bir ithamdır. Ve üstelik Ruhat Mengi, Halil Berktay’ın email adresini de yayınlayarak hedef göstermektedir: “Yazımdan sonra Prof. Halil Berktay'dan bir itiraz gelmedi. Gelemezdi de, zira bağımsız olduğunu iddia eden ve kendisiyle aynı fikirde olmayanları da devletçi olarak tanımlayan Profesör bu yazışmayı hiç çekinmeden Üniversite'deki kendi mail adresinden: ([email protected]) yapmıştı.”

Bir tarafta Halil Berktay’ın en az 700 kişiye yolladığı yukardaki mektup vardır ve öbür tarafta Ruhat Mengi’nin Halil Berktay’a ait bu mektuptan yaptığı alıntılar ve kendi yorumları vardır.

SONUÇ

Olay’ın üç önemli boyutu var. Birincisi, bir özel haberleşme grubundan bir e-mail çalınmıştır. Bu bir hırsızlık olayı. İnsanların özel konuşma ve haberleşmeleri kanunun güvencesi altında olması gerekir ve bu hırsızlık tek kelime ile ayıptır. (Gerçi Türkiye’de, değil e-mail gruplarına, kişisel e-mailler bile çalınıp kitap olarak yayımlanıyor. Doğu Perinçek, Karin Fogg’un kişisel e-maillerini 2002 yılında kitap olarak yayımladı.) Halil Berktay’ın özel haberleşmelerinin, Ruhat Mengi tarafından yayımlanması, Halil Berktay’ın kişilik haklarına yönelik açık bir saldırıdır. “Ben bunu başka yerden aldım”, savunma olamaz, ancak suça iştirak olur.

İkinci ve esas önemli olanı şudur Ruhat Mengi, “olay, aynen İngilizce yazışma metnini çevirisiyle budur”, (11 Mart 2006) diyerek elindeki bir İngilizce metin bulunduğunu ve çeviriyi bu metinden yaptığını iddia ediyor. Ruhat Mengi 13 Mart 2006 tarihinde bu metnin tamamını değil sadece bir kısmını yayımladı da. Ama önemli olan şu: Bu yayınladığı metin tamamiyle düzmece. Bu metin bir Andıç. Mengi’nin yayımladığı “ancak bunun yerine Türkiye ve yurtdışındaki Türkler üzerinde çalışma yapılabilir. Bizimle aynı paralelde açıklamalar yapacak Türkler bulunmalı, onlara bu sözler söyletilmelidir. Bunun finansal kaynağı sağlanmalıdır”, satırları birisi tarafından bu mektuba sokulmuştur. Mengi’nin İngilizce olarak yayınladığı metin özellikle de “We should find some Turks that can speak like us, make statements fitting our needs. It is need to find support for all these tasks” [bizim gibi konuşaak, bize uygun açıklama yapacak Türkler bulmalıyız. Bunu destekleyecek (mali) fonlar bulmalıyız”] ifadeleri tamamiyle uydurmadır, ortada söz konusu olan bir komplodur. Yeni bir Andıç örneğidir.

Şimdi açığa çıkartılması gereken şudur: Halil Berktay’a ait olduğu iddia edilen bu satırları mektuba kim sokmuştur. Anlaşılan İngilizce metin, Ruhat Mengi’ye bu değişiklik yapıldıktan sonra verilmiş. Henüz bilinmeyen, bu mektuba asılsız cümleleri kimin veya kimlerin eklemiş olduğudur. Aslında Ruhat Mengi elindeki mektuba bu cümleleri kimin eklediği konusunu açıklığa kavuşturmak, Halil Berktay’dan ve kamuoyundan özür dilemek zorundadır.

Üçüncü nokta, Ruhat Mengi’nin Halil Berktay’ın yazdıklarını bile anlamamış olmasıdır. 11 Mart tarihli yazısında Mengi, “Berktay'ın, Amerikan PBS televizyonuna soykırım filmi sunan, bunu finanse eden ve Türklerin olayı anlatan filminin de yayımlanmasını engelleyen Ermeni diasporasıyla ‘davayı kazanmak için ortak strateji oluşturma’ çabalarından söz etmiştim”, diyor ve ekliyor: “Amerika'daki Ermeni lobisinin aynı zamanda TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu ile Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan'ın da aynı kanalda konuşma yapacaklarını duyunca fena halde bozulduklarını ve bunu engelleme konusunda ‘bağımsız tarihçi’ Halil Berktay'a başvurduklarını, onun da cevaben çok ilginç bir ‘mail’ gönderdiğini söylemiş ve bu yazışmanın içeriğini vermiştim”, diyor.

Oysa söz konusu olan bir email grubunda tartışmadır. Halil Berktay’a başvuran yoktur. Bunları Ruhat Mengi uydurmaktadır. Ayrıca, yukarıdaki mektubu okuyan herkes görür ki, Halil Berktay, söz konusu boykot kampanyasına açıktan karşı çıkmaktadır. Kimseye akıl vermemekte ve sadece kendi fikrini söylemektedir. Halil Berktay’ın mektubunu kasıtlı olarak çarpıtmaktan ve ona fazladan cümleler eklemekten çekinmeyen birisinden, mektupta var olan cümleleri doğru anlamasını beklemek de boşuna olurdu zaten.

Anlaşılması zor olan şudur: Halil Berktay söz konusu mektup bir komplodur, demesine rağmen, Minnesota Üniversitesi profösörü Stephen Feinstein bu bir komplodur, böyle bir mektup yoktur diye açıklamasına rağmen, Ruhat Mengi anlaşılması zor bir biçimde kendi iddialarının doğru olduğunu söylemeye devam etme cesaretini göstermektedir. Oysa artık yapılması gereken tek şey vardır. O da Ruhat Mengi’nin özür dilemesidir. Bakalım Ruhat Mengi özür dilemeyi becerebilecek mi?